Bir ülkede emek hareketin durumunu analiz etmek istiyorsanız, sokağa bakmanız gerekir. Her ne kadar normal bir ülke olmasak da, bu genel yaklaşım bizim için de geçerli... Çünkü emek hareketinin ne oranda örgütlü olduğu, özgüveninin durumu, kitlelerle ilişki derecesi, kitlelerin emek hareketine dönük beklenti ve inancı; sokakta sınanır... Genel söylem düzeyinde kurulan onayın gerçeklik derecesi de ancak sokakta görülebilir...
Sokağı kabaca iki anlamda analiz nesnesi yapabiliriz:
Birincisi örgütsüz kitlelerin genel tepkileri ve nabzı; ülkedeki olumlu/olumsuz icraatlara yönelik kendiliğinden reflekslerle, psikolojik direniş mekanizmalarıdır.
İkincisi ise örgütlü halk kesimlerinin, kitleleri mobilize edebilme dinamizmi ve kendi aralarındaki diyalog, etkileşim ve dayanışma sürecinin ne kadar sağlıklı olduğudur.
Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşanan son 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü eylemleri, bize her iki anlamda da üzerinde düşünecek malzeme sunmaktadır.
***
8 Mart 2017 Kıbrıs’ın kuzeyinde birçok anlamda ilkleri barındıran bir sokak hareketliliğine sahne oldu. Girne’de ilk kez 8 Mart’ta sokakta bir faaliyet ortaya kondu. Basın açıklaması düzeyinde de olsa yüzü sokağa bakan bir hareket olarak anlamlıydı. Basın açıklamasını okuyan kişinin yakın geçmişte aile içi şiddetle bağlantılı sebeplerden hayatını kaybeden Akile isimli kadının ailesinden birisi olması ayrıca manalıydı...
Diğer bir ilk, Mağusa’da geçmiş yıllardan farklı olarak bölgesel bir platform zemininde ortak bir eylem düzenlenmesiydi. Mağusa’da geçmişte de 8 Mart yürüyüşleri yapılmıştı. Ancak bu kez ilk defa bölge örgütleri Mağusa 8 Mart Organizasyonu adı altında bir araya geldi ve yatay ilişkiler çervesinde anlamlı bir eylemi birlikte örgütlediler...
Birçok insanda heyecan uyandıran bir diğer ilk ise, Omorfo’da ilk kez gerçekleştirilen 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü yürüyüşü oldu. Çağrısı Bağımsızlık Yolu tarafından yapılmış olsa da, bölgenin tüm ilerici, devrimci, demokrat örgüt ve bireyleri tarafından desteklenen, bu çerçevede de tüm bölgeye mal olan yürüyüş ciddi bir ses getirdi...
Ve son olarak, bu 8 Mart’ta Kıbrıs’ın kuzeyinde bir ilk olarak tüm bölgelerde sokağa çıkma iradesi bir hedef olarak somutlaştı... Lefkoşa merkezli, işbirliği/çatışma süreçlerinin kısırlaştırıcı boyutu açığa çıktı ve bölgelerdeki insanların Lefkoşa’ya taşınması şeklindeki antidemokratik tutum sokakta sorgulandı...
Açıkçası 8 Mart 2017, bu boyutlarıyla sokak hareketinin tamamı üzerinde kalıcı etkiler bırakacak bir gün olarak yaşandı. Bu etkinin ne oranda diğer eylemliliklere yansıyacağını yaşayarak göreceğiz.
Ancak eylemlerin prizmasından bakarak, toplumsal muhalefetin mevcut durumunun genel bir fotoğrafını çekmek mümkün...
***
Kıbrıs’ın kuzeyinde toplumsal muhalefet Lefkoşa eksenine sıkışmış; dar örgütsel kadroların döngüsel tartışmalarına mahkum olmuş ve CTP tarafından domine edilmeye açık kliklerin kişisel hırs ve husumetleri tarafından sürüklenmektedir. Öyle ki, örgütler arası “duygusal” ilişkilerle bastırılan farklı sözler, sosyal medya dışındaki tüm iletişim mecralarında da para gücüyle yok sayılmaktadır.
Toplumsal muhalefetin en güçlü olduğu yer olan Lefkoşa, akmayan suyu kirlenmesi nedeniyle giderek bir zaafiyet kaynağına dönüşmektedir. Evet Lefkoşa halkı, toplumsal muhalefetin her kesimini var edecek kadar açık fikirli ve sola yatkındır. Yıllar içinde oluşmuş eylem ve mücadele kültürü nedeniyle anayasal hakların en rahat kullanılabileceği sokaklar da Lefkoşa sokaklarıdır. Ancak bu durum, dar bir çevreye sıkışıp kalan muhalefetin kendi içinde çürümesine engel olamamaktadır.
8 Mart 2017’de Lefkoşa’daki eylemliliğe baktığımızda, karşımıza çıkan tam da bunun tablosudur. Yıllarca 8 Mart’ı en demokratik şekilde kotarmış olan Organizasyon Komitesi’ni feshettiğini ilan eden bir platform, geriye kalan tüm örgütlere kendi pankartının ardında yürümeyi dayatabiliyor. En temel demokrasi ve örgütler arası saygı ilkeleri berhava edilebiliyor. Düşünün ki bunu yapan örgütler arasında yıllarca demokrasi mücadelesi vermiş KTÖS gibi bir sendika, insan hakları mücadelesi veren KTİHV, mülteciler konusunda duyarlı MHD gibi örgütler de var. Üstelik söz konusu platformun hemfikir olarak bu tutumu takındığı sanısı yaratılmaya çalışılsa da, platformun bileşeni olan birçok örgüt Mağusa’da tam tersi bir tutum takınarak tüm toplumsal muhalefete açık bir eylem organizasyonuna katılabiliyor. Aynı örgütler Lefkoşa’da dayatmacı ve zorba bir tutuma sessiz kalırken, Mağusa’da yatay ve demokratik ilişkilerin öznesi olabiliyor.
Sadece bu bile, Lefkoşa’da toplumsal muhalefeti CTP güdümüne sokmak yolunda nasıl bir mesafe katedildiğinin, bunu yaparken de örgütsel kararlar ve ilkeler çerçevesinde değil kişisel ilişilerin kullanıldığının en net göstergesi...
Tam da bu sebeple; fiziksel olarak Lefkoşa sınırlarına, fikirsel olarak da CTP’nin uygun göreceği taleplere sıkışmış bir sokak hareketinin aşılması acil bir gerekliliktir.
***
Bir yanda Kıbrıs halklarının eşit ortaklar olarak barışı inşa etmesi çağrısı yaparken, kendileri dışındaki fikir ve örgütleri en antidemokratik yöntemlerle zapturapt altına almaya çalışan Lefkoşa eksenli büyük örgüt şövenizmi; diğer yanda herkese eşit söz ve ifade hakkını kendine pusula yapan Mağusa örneğindeki yatay, demokratik ve ortaklaşmacı ilişkiler...
Bir yanda kadın mücadelesinden maaş ve kariyer tahvil eden Lefkoşa eksenli kişi tapınmacılığı, diğer yanda eyleminde mağduru görünür kılıp, mağdurun sözüne yer açan Girne örneği...
Bir yanda görev mantığında hareket eden ve aynı yüzlerin klişesine batarak 8 Mart ruhunu boğan Lefkoşa profesyonelizmi, diğer yanda Omorfo’da “yeni şarkılar söyleyen yeni insanların adımları...”
Sizce de sokak yolu göstermiyor mu?