Hem de çok iyi bir şekilde. Hepsi de yıllardır karşımızda ve vitrinde. Kimisi 40, kimisi 30, kimisi 20, kimisi de 10 yıldır içimizdedir. Bu süre zarfında neler yapıp neler yapamadıklarını, halka 2 ay içerisinde mi anlatacaklar? İmkânsız! Mümkün değil! Yaptıklarından; ne yapabilecekleri, yapamadıklarından da; ne yapamayacakları apaçık ortada ve sırıtmaktadır. İşte bu yüzdendir ki, sizlere bir teklifim var. Çok çok iyi tanıdığımız bu adaylar, bizlere kendilerini milyonlar harcayarak, olduklarından FARKLI göstermeye çalışırlarsa, onlara hep bir ağızdan: “Hoooooop!” diyelim. Biz kırk derviş ya da dervişeyiz, birbirimizi çok çok iyi bilmişiz. Abartıya hiç gerek yok. Bizim ensemizden harcayacağınız “reklam bütçenizi” lütfen ihtiyaç sahiplerine, başka bir değişle “gerçek sahiplerine” lütfen geri iade ediniz. Fakire, garibana, muhtaca… Kim ki bu seçim kampanyasında “bol keseden” harcar, bilinsin ki bu “cevizcinin çuvalından” harcanmaktadır. Örneğin, Arif Salih Kırdağ’ın harcayabileceği miktar ile şu anda kamunun birçok imkânına sahip olanlar arasında EŞİTLİK mevcut mu? Kudret Özersay’ın öğretim görevlisi maaşı neye yetecektir? Mustafa Akıncı’nın emeklilik gelirinden başka neyi vardır? Sibel Siber ve Derviş Eroğlu, doğal olarak “eşitlerin eşitliği” ilkesini bozmuyor mu? Lafı çok da uzatmaya hiç gerek yok. Çok harcayana asla oy vermemeliyiz. Bu ülkeye, birçok özellik yanında,TASARRUF mevhumunu yerleştirebilecek bir başkana ihtiyacımız vardır. Bu arada, başkan adayları şu ana kadarki harcamalarını, hangi kaynaklardan istifade ile karşılamaktadırlar? Kaç para harcamışlardır? Bu harcamalarda devlet imkânları-manevi de olsa-kullanılmış mıdır? Şahsi kazançlarından ya da bağışlardan harcadıkları ne kadardır? Kalan bütçeleri nedir? İş bittikten ve aylar geçtikten sonra, açıklasanız ne? Açıklamasanız ne? Her Pazartesi ya da Cuma açıklamalısınız. Fena mı olur? Mal Beyanı yapmayan adaylar hala yapmayı düşünmeyip, takkiye niteliğindeki açıklamalarla, bu çok değerli olguyu küçümseme yolunu seçmeye devam mı edecekler? Biz zaten seçildiğimizde açıklamıştık mı diyecekler? Hala daha hesap vermekten kaçma yolunu mu seçecekler? Tuttukları “köşe başı” yazarları, çok şikâr bir işmişçesine, bu ketumluklarını savunmaya devam mı edecekler? Açıklık, şeffaflık, hesap verebilirlik söylemleri yine şiirlerde mi kalacak? “Eski” alışkanlıklarımızı değiştirme zamanı hala gelmedi mi?