Ah Ulan Cabbar !..

Mesut GÜNSEV

Bu haftanın öyküsü sevgili şair arkadaşım Oktay Akıncı’ dan geldi.Oktay Akıncı, benim Harp Okulundan devre ve sınıf arkadaşım…O yılların unutulmaz sporcusu, Türkiye  kendi yaş grubunun Çekiç Atma Rekortmeni ve yakışıklılığı ile nam yapmış ,Harp Okulunun değişmez sancaktarı…Aradan 47 yıl geçmiş olmasına rağmen sancağı devir alırken  ve subay çıkarken de devrettiği törenlerde, sancaktar olarak  yeminini ederken ki o tok ,yüreklere işleyen unutulmaz sesi hala kulaklarımdadır... Oktay Akıncı gene şair bir arkadaşının, İhsan Tevfik ‘in bir öyküsünü gönderdi bana … İhsan Tevfik, İstanbul Silivri deki’ Hasan –Sabriye Gümüş Anadolu Lisesi’nin Edebiyat Öğretmeni. İhsan Hoca, Cabbar’ın öyküsünü yazmış… Cabbar’ da kim? Yanıtı işte bu haftanın öyküsünde.:. ***** “Okulumuza tam olarak ne zaman geldin anımsayamıyorum. Okul hizmetlimiz Rahime Hanım, eski okul müdürümüz Saim Bey’in seni 2004’te getirdiğini söylüyor. Üç dört aylık bir yavruydun o zaman. Alman kurt kırması sevimli bir yavru köpek… “Cabbar” aşağı “Cabbar” yukarı. Adını müdür Bey mi koymuştu, çocukları mı yoksa başka birileri mi, orasını anımsamıyorum şimdi; ama herkes benimsemişti. Eski okul müdürümüz Saim Bey, çarşıdaki evin önünden durup durup ilkokulun önüne ve çarşının içine kaçtığın için seni daha güvenli olur diye bizim okula getirmişti. Geldiğin günden itibaren Hasgal’ın en sevimli bir parçası olmuştun. ***** Getirdi de ne oldu be Cabbar, başın beladan mı kurtuldu? Okul bahçesinin kapısını ilk açık bulduğun gün attın kendini dışarı, o anda yapıştırıverdi arabanın biri sana ve iki seksen yere uzattı. Sonuç, daha çocukken ayak üç-dört noktadan kırık… Sonra bir hayvan barınağına götürdüler seni, tedavi ettiler. Ben, Saim Bey ve Müdür Yardımcımız Fuat Hoca okul çıkışı elimizde süt ve bisküvilerle seni ziyarete geldik. Onca hayvanın arasında bizi görünce sevinçten nasıl da çıldırdın? Sanki askerde uzak bir yerde veya hapishanedeydin de görüşmecilerin gelmişti… Çok kısa bir an bizi yadırgadıktan sonra sevgi gösterileri içinde karşıladın bizi. Sanki, “Artık iyi oldum, alın beni burdan çıkarın.” demeye gelen bakışlarını sezdim orda. Duygusal bir varlıktın, bunu o gün daha iyi anladım. ***** Kısa bir süre sonra tamamen iyileştin ve tekrar okulumuzda senli günler başladı. İlk zamanlar ayağını yere pek tedirgin bassan da zamanla bunu aştın, kendine güvenin yerine geldi. Bahçe içinde kuş ve karga kovalayarak antrenmanlar yaparak kendini güçlendirdin. Hizmetlimiz Mustafa Efendi ve bacanağı Hasan da sana az bakmadı hani... Kasaptan kemik, et suyu vs… bakımını iyi yaptılar. Fizikçi Azim Hoca da sana artan ne kadar et, kemik varsa takviye yaptı. Epey şımartıldın o ara. Hızla kilo aldın, büyüdün bir anda gözümüzün önünde. ***** Öğrencilerimizin şımartması daha bir başkaydı. Kola, cips özellikle tırtıklı Rafıls favori yiyeceklerin arasına girdi. Sonra dedik ki, “Bozar bunlar Cabbar’ı, yapmayın çocuklar.” Biraz daha sağlıklı ve doğana uygun beslenme biçimleri bulduk. O aralar hatırlar mısın, Silivri’nin çöplüğü okulun biraz ilerisindeydi. Çöplüğün yanında geçimini çöpten sağlayan Roman mahallesi vardı, derme çatma barakadan… ***** Cabbar, sen Alman kurt köpeği kırması harika bir hayvandın. Ama senin karizmayı ilk defa bu Roman Mahallesi çizdi. Bir keresinde seni kaçırırlarken Mustafa Efendi son anda kurtardı ellerinden. Seni epey kınadık. Bir Alman kurt köpeği nasıl kendine yanaştırır kötü niyetlileri? Sonra kırmızı tasmanı Roman çocukları boynundan çıkarıp alırken hiç sesini çıkarmadın onlara? Biz bağırınca o güzelim kırmızı tasmayı geri attılar. ***** Ah ulan Cabbar, bu nasıl iyiniyet, bu nasıl mülayim bir yapı? Sen kendi cinslerin içinde haşin köpeklerden elbette farklıydın ama kendine kötülük yapanı sezmek de bir köpeğin en önemli vasfı değil midir? Sen dünyaya ne gözle bakan bir köpektin be Cabbar? Ah ulan Mülayim Cabbar…. Ne geldiyse bir dolu iş başına hep bu mülayim, ılıman mizacından geldi… Kızardık arkadaşlarla sana bazen, hanımevladı gibi oturursun, kimseye havlamaz, hırlamazsın, en fazla gelir bir ayağını koklar giderdin yeni gelen kişilerin? * Hatırlıyorum da o geçmiş zamanları şimdi, sırt üstü yatıp patilerini de hafifçe kırarak kafanı sağa sola çevirerek şebeklikler yapıp bizi güldürürdün, patini verirdin tokalaşırdık. Gözlerini bir sağa bir sola kaydırırdın. Okul bahçesinin arka köşesindeki sigara içilen bölmenin arkasındaydı kulüben. Ara sıra sigaracılarla da oynar dururdun. İzmarit koklayan tuhaf bir varlıktın, bir keresinde ağzında izmarit de görmüştüm senin, has tiryakinin son cigarasını çekmesi gibi tuhaf bir mimikle yüzüme bakıyordun. Sonra öksürerek yere attın cigarayı. Ulan Cabbar o ne meraktı sende öyle:)))) ***** Köpeklerde 1 yıl normal şartlarda 7 yıla denk gelirmiş. Günler, yıllar herkese çabuk ama sana daha çabuk be oğlum. Vardın yetmişli yaşlara bir anda gözümüzün önünde. Tüylerinin eski parlaklığı gitti, hareketlerin yavaşladı, durgunlaştın. Artık sana doğru bağıranlara bile bakmaz oldun. Eskiden hiç olmazsa ilgisizce kafanı çevirir, şöyle, “Ne işim olur sizle?” der gibi bakardın. Kelebeklerin, kuşların, kargaların peşinde deli gibi koşturduğun zamanlar geride kaldı. ***** Mustafa Efendi, iki gün önce dedi ki:” Cabbar artık ayağa kalkamıyor, inliyor. Durumu vahim…” Zaten sigara içen arkadaşlar da bir insan gibi derinden öksürdüğünü söylüyorlardı. İdrar problemi, vs… sıkıntılar sarmış zavallı bedenini. Sen yağmurda saçak altı arayan Cabbar, artık yağmurdan da kaçamaz olmuşsun. Şansına bu haziran ayı da nisan gibi geçiyor ya!.. Bahçede dünyanın bütün dertlerini taşıyan insanlar gibi bir o yana bir bu yana dolanır dururmuşsun geceleri ama son bir haftada hareketlerin iyice yavaşlamış. Senin yirmi dört saatine tanık Mustafa Efendi durumunu epey ayrıntılı olarak anlattı bana. ***** Seni son gördüğümde -iki gün önceydi- Mustafa Efendi seslendi sana, kalkar gibi yaptın ama vazgeçtin… Yanına gelmek istemedim, üzgündüm… Dün gece yatağa yattıktan sonra bir huzursuzlukla kalktım, uyuyamadım. Gitgide hızını artıran yağmuru seyrettim balkonumdan. Köpek ulumaları geliyordu uzaktan. Cabbar ne yapıyor acaba? diye seni düşümdüm. Gece yarısıydı. Halbuki sen o saatlerde bahçenin uzak bir köşesinde çam ağacının altında sağnak yağışla beraber vazgeçmişsin kelebeklerden, kuşlardan… Bunu ertesi sabah Mustafa Efendi’den öğrendiğimde geceleyin içimi basan sıkıntının bir sebebinin de sen olduğunu anladım be mülayim cabbarım… ***** Naylona sarıp uzak bir köşeye çekmişler bedenini, çocuklar görmesin diye… Tarih öğretmeni Yakup Hoca ile yanına geldik, naylonu hafif aralayıp sana baktık… Yağmur hâlâ yağıyordu. Gökyüzüne baktık biz de… Anılar canlandı yine. Yakup Hoca gülümseyerek dedi ki: “Onun da kusurları oldu, sel baskını olduğunda Mustafa Efendi’nin tavukları yemişti. Bir de yine tavşan vakası var.” Dedim, ben Mustafa Efendi’ye söylerim, “O helal eder hakkını. Zaten Rahime Hanım, tavşanı o yemedi başka köpekler götürdü.” diyor. Yani kıyamıyor Cabbar’a bir bakıma… ***** Ah ulan Cabbar, insanın iyiliği de kötülüğü de ardından söylenir ya!.. Her ne kadar kültürümüzde ölenleri genelde hep hayırla yad etmek varsa da “Bak, Yakup Hoca daha seni gömmeden neler söylüyor.” Hemen eski okul müdürümüz Saim Bey’i aradım ve Cabbar’ın öldüğünü haber verdim. Şaşırdı ve üzüldüğünü söyledi. (Çünkü Cabbar onun köpeğiydi aslında, okula o getirmişti.) Yakup Hoca da böyle böyle söylüyor Müdürüm.” dedim. “Öyle konuşmasın ölünün başında yine de…” dedi. Ben de “Bak, Cabbar ile ilgili böyle konuşma. Hem Mustafa Efendi de ondan razı zaten.” dedim. Ayrıca Cabbar’ın günahı da üç-beş tavuk olsun bu dünyada, o da ihtiyaçtan yani… Bu dünyada iki ayaklılar ihtiyaç var veya yok neleri yiyorlar kardeşim, Cabbar’a gelene kadarrrrr… ***** Böylelikle Cabbar’dan ayrıldık, yağmur daha da artırmıştı hızını. Mustafa Efendi dedi ki: “Belediye’den geleceklermiş, eğer götürüp bir kenara atacaklarsa vermem Cabbar’ı!.. Ben gömerim onu arka bahçeye. Zaten burda büyüdü, burda yaşadı.” Doğru yaparsın dedim Mustafa Efendi, sen Belediye’ye verme Cabbar’ı. İkindi vakti okul bittikten sonra arkaya bir kenara koy zavallıyı… Cabbar’ın yaşamı ve Hasgal( Hasan –Sabriye Gümüş Anadolu Lisesi) macerası 4 Haziranı 5’ine bağlayan gece yine okul bahçesinde noktalandı. Ve ben bunları yazarken yine Cabbar’ın toprağına yağmur yağıyor, hızını iyice artırarak. ***** Şair Ece Ayhan’ın dediği gibi: “Azizim, güzel atlar güzel şiirler gibidirler / Öldükten sonra da tersine yarışırlar, vesselam!” Sanırım Cabbar da bu dinmeyecek gibi duran yağmurda annesiyle ve babasıyla tersine doğru yarışıyor. Bırakalım yarışsın sonsuz kere. Yürü be Cabbar’ım kim tutar seni. Yağmur dindi, Cabbar’ın yağmuru başladı şimdi… “ ***** Selam olsun Oktay Akıncı ya,selam olsun İhsan Tevfik’e Cabbar ‘a sahip çıkan o güzel insanların tümüne..ve tabii selam olsun Cabbar ‘a da…