Dün annemin günüydü.
Hani, 15-20 kadının, her ay birinin evinde toplanıp, günün sonunda da ev sahibine altın ya da para verdikleri günler var ya, işte o günlerden biriydi.
Gerçi, para ya da altın bahane, maksat gezme ama yine de kendilerince ekonomiye katkı yaptıklarını düşünüyorlar.
76 yaşında, yapacak işi gücü olmayan anacığımın da, akraba günü, komşu günü, eski komşular günü, apartman günü, falan günü, filan günü derken haftanın her günü, bir günü var.
Ben de bunca olumsuzluktan sıkılıp, küçük bir mola için anneme gidince bunlardan birisine denk geldim.
Oldum olası sevemediğim bu günlerden biriydi ve sıkılacağımı düşündüm ama tam aksine ilginç bir gündü.
Kadınların yaptığı bu günler bile değişmiş.
“Onun kızı”, “Bunun oğlu” gibi muhabbetler yok artık.
Ciddi ciddi siyaset konuşuluyor.
Güncel olaylar ve partiler konuşuluyor.
Kıyasıya tartışmalar yaşanıyor.
Dün de mesela gündem, çocuk tecavüzleri, AKP’nin bu duruma yaklaşımı, Kılıçdaroğlu’nun “Önüne yatsın” sözü ve terördü.
Günde sadece iki tane olan AKP destekçilerinden birisi “Kılıçtaroğlu, bir kadın bakana “önüne yatsın “ diyerek şerefsizlik yaptı” demesiyle kızılca kıyamet koptu.
Birisi, bunun “koruması olma” anlamında bir deyim olduğunu söyledi.
Kimisi, 45 erkek çocuğa yapılan tecavüzü kapatmaya çalışmanın ne anlama geldiğini sordu.
Bir diğeri, daha önceden bir bakanın da “gerekirse Rıza Zarraf’ın önüne yatarım” sözünü hatırlattı.
Derken ortalık “siyaset Arenasına “döndü.
Herkesin, savunduğuna kaynak olarak bir TV kanalını göstermesi ilginç ve bir o kadar da önemsenmesi gereken bir durum bence.
Zira bunca olumsuzluğun yaşanmasına rağmen hala daha AKP’ye oy veren insanların olmasının en büyük sebebi medya.
Düşünsenize bir vakıfta 45 erkek çocuğa tecavüz ediliyor ve 3 TV kanalı bir hafta boyunca, bu vakıfta yapılan yararlı işlerden söz ediyor.
Olayın, “dindar nesiller” yetiştirilmesin diye, kurulan bir komplo olduğu ve AKP’nin derhal bu işe el atıp yapan kişiyi yakaladığı söyleniyor.
Kısacası, bu olayda da medya yolu ile “din” istismar edilerek, halkın, “dine karşı” bir komplo ile karşı karşıya olduğuna inandırılıyor.
Kaldı ki, bu insanlar, medyanın büyük bir kısmının da, siyasi çevrenin güdümünde ya da elinde olduğunun farkında bile değil.
“O kadar kanal yalan mı söylüyor” diyebilecek kadar inanmışlar TV’lerin doğru haber yaptığına.
Hatta içlerinde, “TRT söyledi” diyecek kadar, hala daha TRT’nin kamuya hizmet eden siyasallaşmamış bir kurum olarak kaldığını düşünenler var.
O yüzden medya ve dolayısıyla “basının özgür olması” çok önemli.
Bu yönde mücadele verilmesi gerek.
Muhalefet partileri kısır siyaseti bırakıp, muhalif medyanın güçlenmesini sağlamalı.
Gerekirse, en ücra köşeye kadar haberlerin doğru gitmesi için, insan gücü kullanmalı.
Sanırım bu noktada bizlere de büyük görev düşüyor.
Bizler de artık bu sapık zihniyetin neden olduğu olayları, sadece kendi içimizde konuşmaktan vaz geçip , bıkmadan usanmadan, her ortamda dile getirmeliyiz.
Konunun bir parti hamiliği değil, karanlık bir zihniyete karşı verilen bir mücadele olduğunu anlatmalıyız.
Kimin başbakan olacağından çok, çocuklarımızın yarınlarının bizi ilgilendirdiğine inandırmalıyız bu halkı.
Gerekirse, ampul ile karartılan her bir köşeyi, bir mum olarak aydınlatmalıyız.
Aydınlatmalıyız ki, karanlıktan yararlanıp, çocuklarımıza tecavüz edilmesin.
Din istismar edilerek, yolsuzluğun, haksızlığın üstü örtülmesin.
İnsanlar, korku ve baskıyla sindirilip, sömürülmesin.
Çocukları gecikince anaların gözleri yolda kalmasın.
Her gün yeni bir ölüm haberiyle ana, babaların yüreğine ateş düşmesin.
Günlerde artık, politika değil, çocuklarımızın mutluluğu konuşulsun.