Nasıl da yavaş yavaş giriyorlar kanımıza.
Nasıl da normalleşiyor aniden her şey.
Önce olmaz dediklerimiz, “Olabilir aslında” şekline dönüşüyor.
Sonra “Tabi ki olur” oluyor.
En sonunda da ,”olmazsa olmaz” haline geliyor.
Alın, vatandaşlıkları ele.
Ülkenizde çoğunlukta iseniz, yabancıların vatandaş yapılmalarına şiddetle karşı çıkılır.
Tabiri caizse, ince elenip, sık dokunur.
Daha sonra, “ yıllardır bu toprakları vatan bilmiş” denilenlerin vatandaş olmaları kabullenilir.
En sonunda da, iş, ajitasyona dönüştürülüp, insan hakları, şemsiyesi altına saklanılarak sanki , her önüne gelene vatandaşlık verilmezse, insanlık suçu işlenecekmiş gibi, halk, içi boşaltılmış, demokrasi söylemleri ile vicdanlarına hapsedilir.
Bunlar hep yavaş yavaş ve insanlar uyuşturularak; tabi ki yalnızca KKTC’de, olur.
Önce halk, bilinçli bir şekilde üretimden koparılarak fakirleştirilir.
Elinden iş imkanları, alınır; daha sonra da ekmeği, alnına silah olarak dayatılır.
“Benden olmayana, iş de yok; aş da yok” denir.
Ama belli bir kesme hiç dokunulmaz ki, toplum bölüne bilsin.
Yapay sorunlarla, kaoslar yaratılır.
Halk neyin içinde olduğunu anlamadan, her bir kesim başka bir sorunla, bölük pörçük uğraşırken, toplumun yapısı da istenildiği gibi değiştirilir.
Kültür çatışmaları yaşanmaya başlar.
Bu kültür çatışması, milliyetçilik kullanılarak, insanlar arasında, etnik köken ayrımcılığına dönüştürülür.
Neden?
Çünkü,
Avrupa’ya açılan kapıdır Kıbrıs.
Avrupa ve Orta Doğu için stratejik önemi olan bir köprüdür Kıbrıs.
En önemlisi, Uluslar arası, siyasi bir kozdur Kıbrıs.
O yüzden de, toplum yapısının, kolayca idare edilebilir bir yapıya dönüşmesi şarttır.
Çünkü, Kıbrıslı asidir.
Kıbrıslı isyankardır.
Ve Kıbrıslı mücadelecidir.
Kolay kolay, kalıplara konamaz.
En sert içki gibidir, nasıl içileceğini bilmeyeni çarpar.
Bu nedenle de, dıştan eklenecek, su ile, yumuşatılıp, etkisinin azaltılması gerekir.
İçkinin bazı molekülleri, suya inat değişmese de, katılan suyun fazlalığı ile bir çok molekül, suyun etkisi altına girer ve su baskın gelir.
Değişmeyen moleküller önemli değildir.
Çünkü artık, içkinin hem yapısı bozulmuştur hem de etkisi azalmıştır.
Kısacası artık, içkiye, su sürahisini tutan el hakimdir; istediği kadar su koyarak, içkiyi istediği şekle sokar.
Zamanında AKP, UBP’ye UBP de halka ne demişti?
“Yatırımların olması için nüfus artmalı” dememiş miydi?
Yani Türkçe açıklaması; “ Parayı veren düdüğü çalar” demek değil miydi bu?
Yatırım dediği neydi peki?
Yabancı sermayenin ülkeye taşınması.
Bu yatırımlar kime hizmet verecekti ve kime hizmet etti ???
Nüfus artışı nasıl oldu ve kriterleri kim, neye göre belirledi?
Yapısı bozulmamış asi moleküller mi?
“Çoğalmalıyız” diyen, yapısı bozulmuş moleküller mi?
Moleküllerin yapısını bozan su mu?
Yoksa, sürahiyi tutan el mi?
Hani bir laf vardır; “misafir, misafiri istemez; ev sahibi ise, hiç birini istemez” diye.
Tam da bu laf gibi süreç boyunca eskiden vatandaş yapılmış olanlar, yeni yapılan vatandaşlıkları istemedi, Kıbrıs Türk halkı da hiç birini istemedi.
Hepsi de kendi bakış açıları ile kendilerine göre haklıydı.
Hepsi de, bulundukları yerde, siyaseten kullanılmadan, insan gibi, onurlarıyla yaşamak istiyordu.
Ancak yavaş yavaş iradesini de teslim ettiğinin farkında değildi.
Her şey o kadar normalleşmişti ki müdahaleler bile müdahale edenin hakkı olarak görülmeye başlandı.
Çünkü yapısının değiştirilmesine direnen moleküller aynı inadı bir araya gelmekte de sürdürdü.
O yüzden tek kaygım ayrışma ve bölünmeyle, bir araya gelmeme inadı ile yok olmanın da normalleşmeye başlayacağıdır.