Ben İstanbul’ un en eski yerleşim yerlerinden Kadıköy de doğdum büyüdüm…Gerçekten de Kadıköy’ ün tarihi İstanbul’dan eskiye dayanır…Kalhedon…(Anlamı Körler Şehri)…Daha sonra İstanbul’ u yerleşime açanlar “bunca güzel yerler varken niye önce Kadıköy’ ü kurmuşlar?” diye söylenmiş ve kuranlara atfen vermişler bu ismi diye yazar tarihler…
Ama hangi Kadıköy’lü ye sorsanız semti ile övünür ve size “Kadıköy’lü olmak ayrıcalıktır .”der.
Kadıköy’ün kadim semtiYeldeğirmeni’nden 60 yıllık mahalle ve okul arkadaşım Nadir Kalbinur ,geçenlerde bloğunda çok güzel bir yazı yayınladı ..Hem değişen yaşama ,hem de değişen yaşam yerlerine şarkılarla gönderme yaptı…Özellikle bizim gibi yaş almışların ortak sesi gibi şarkılar da güzel cümlelere eşlik etmiş…
Sevgili Nadir bu arada mahallemizin çocuğu Bülent Ersoy ‘u da es geçmemiş DİVA diyerek..
Bu haftanın öyküsü de bu…Selam olsun…
‘’Mutluluk sesime hiç yakışmıyor, gözlerim yorgun, ifadem hüzünlü, gidiyorum’’ diye başlardı şarkısı Rafet El Roman’ın, bir zamanlar
Sanki bir umutsuz aşktan arta kalan, bundan öte, yaşanması anlamsız, artık onarılması mümkün olamayan, kırık dökük bir kalptir, şarkılarda hayat..
Hüsnü Şenlendirici’nin klarnetinden Sezen Aksu’nun ‘’İstanbul, İstanbul olalı’’ şarkısı ne kadar da duygulu çıkıyor.. O yüzden mi metro başındaki müzisyenler hala bu şarkıyı bu kadar sık ve içten çalarlar?.
Alpay’ın ‘’Gitme’’ şarkısını dinlerken, gidenin arkasından dünya da bitecek sanmıştık.. Çiseleyen bir yağmurun altında bir daha hiç yürüyemeyeceğini sanmak ve sanki güneşin bir daha asla doğmayacağına inanabilmek için şimdi ne kadar da geç…
Oysa hayatın baharında nasıl da eskitmiştik günde otuzbeş defa çalmaktan Berkant’ın Samanyolu’nu?..
Rodrigo’nun gitar konçertosu kadar duygulu ama Bitmeyen senfoni kadar uzundu hayat sanki.. O zamanlar…
Zeki Müren’in ‘’Ah bu şarkıların gözü kör olsun’’ u ile bilir, bilmez nasıl da suçlamıştık o güzelim şarkıları?.
Neşe Karaböcek’in bir İspanyol pasadoblesi tarzındaki ‘’Artık sevmeyeceğim’’ ile az mı tövbe etmiştik aşka, sevmemeye?. Sonra nasıl da ‘’Bir teselli’’ istemiştik Gencebay’dan?...
''Gözler kalbin aynasıdır'' diyen Emel Sayın değil miydi?.. Gözlerden anlardık aşkı...
Sanki her filmin esas oğlanı bizdik. Öylesine duygulanırdık ayrılıklarda ve öylesine sevinirdik kavuşmalarında...
Ve sanki bütün şarkılar bizim aşklarımızdan ilham alınıp da yazılırdı..
Sevincin de, hüznün, kederin de, mutluluğun da hem sebebi, hem ilacıydı şarkılar..Ya da bize öyle gelirdi…
Yeldeğirmeni sokaklarından piyano seslerinin geldiğini, hemen her sokağında sanatçıların yaşadığını şimdikilere inandırabilmek, günümüzün DİVA'sının bu semtte yetiştiğine inandırabilmek kadar zor ve anlamsız....
Münir Nurettin’in ‘’Yok zerre teselli ne gülüşten, ne bakıştan’’ dediği Kalamış’ında dolaşırken, yağmurun iyiden iyiye ıslattığını bile fark etmiyor insan. Üstelik Şubat ayazında..
Devir o devir olmadığından, sanki uğruna bunca şarkı yapılmışları da aramak boşuna..
Onlar, umutsuz gözlerin göremeyeceği bir uzaklıkta, . denizin gök yüzüyle birleştiği bir yerdeler sanki, yaklaştıkça uzaklaşıyorlardı..
Tanju baba’dan ‘’Öyle sarhoş olsam ki, unutsam o günleri’’ şarkısını dinlemeyeli epey zaman geçmiş. Nasıl da özlemişim?..
Kadıköy caddeleri yine kalabalık.. İnsanlara bakıyorum. Bir telaş, bir koşturma içinde hepsi.. Eski nostalji kalmamış. Her yer cafe olmuş.. Gençler… Doldurmuşlar her yeri.. Mutlulukları sahte gibi..
Sanki mutluluğun sesine yakışmayan, gözleri yorgun, ifadeleri hüzünlü olması gereken ben değil onlarmış gibi…Öyle anlaşılıyor ki şimdi, şarkılar onlar için eskisi gibi sığınılacak bir liman değil artık…
Şarkılar anlamını yitirmiş, Duygular eksik, yarınlar endişeli…..
Bir gün bakınca düşler
İçmiş olursa yudum yudum yıllarını,
Ağla, ağla Firuze ağla… Anlat…
Denizin gökyüzü ile birleştiği yere giderken sevdalılar,
Hiç çıkmayan akıldan,
Biraz sevinç, epey hüzün,
Arta kalan o güzelim şarkılardan…
..
NADİR KALBİNUR