Anavatan Türkiye giderek bir kan ve ateş çemberine sarılmak isteniyor. Umarım angajman kuralları ihlali nedeniyle Rusya ile başlayan gerginlik ,akıl ve diplomasi yoluyla çözülür.Terör örgütleri ile süren çatışmalar biter. Bu haftanın öyküsü “Aslanlar ve Öküzler” yıllarca önce yanılmıyorsam 2003 yılının kasım ayında duayen gazeteci Mete Akyol tarafından yayımını hala başarıyla sürdüren ve en çok satan aylık dergiler arasındaki yerini koruyan Türkiye’nin en saygın yüksek öğretim kurumları arasında yer alan Başkent Üniversitesi ‘nin yayınlarından “Bütün Dünya “ dergisinden almıştım. Bu öyküyü tv deki Pazartesi Öyküleri” programımda da seslendirmiş ,daha sonra da 1907de yayınlanan ve artık tükenmiş olan “Mesut Günsev ‘le Pazartesi Öyküleri” kitabıma da koymuştum. Hoş da bir tesadüf-bilgisayar bilgimin kısıtlı olması nedeniyle-bugün de hala öyle ya- o zaman da ADA TV de beraber çalıştığımız ve haber redaktörü olan sevgili gazeteci kardeşim, bu gün de okuduğunuz gazetenizin Genel Yayın Yönetmeni ve sahiplerinden biri olan Oshan Sabırlı ‘nın gazetesi Detay’da –-gene pazartesileri-haftada bir bana ayrılan sayfada yayınlamak kısmet oldu… Çok iyi hatırlıyorum ağır bir felç krizi nedeniyle bugün tedavi ve rahabilitasyonu kızlarının yaşadığı İsveç’ in Başkenti Stocholm de devam eden sevgili hocamız ve araştırmacı –gazeteci Dostum Arslan Mengüç’e hikayeyi yayına hazırlarken gece yarısı telefonla uyandırıp sormuştum…”Hoca ‘arslan mı yazacağız aslan’ mı diye?” O çok özlediğim nazik hitap! Ve küfürlerinden biri ile “ hayvan ise aslan, insan ismi ise ‘r’ de var arslan “demişti… Sevgili hocamız Mengüç, büyük emek vererek hazırladığı ve 400 kadınla görüşerek hazırladığı Kıbrıs Türk Mücadele tarihinde çok önemli bir boşluğu da dolduracağına inandığım “Mücadelemizin Kadınları “ adlı yeni kitabının da bugünlerde baskıya gireceğini ve yılbaşından önce okurları ile buluşacağını müjdelemek isterim. TC Büyükelçiliğinin uygun görüp basımı Dış İşleri Bakanlığı Tanıtma Dairesine ödenek çıkarttığı halde zamanın bakanını “ bu dönemde bu kitabın basılmasında yara yoktur !” gerekçesiyle reddetmesi baskının yapılmasına olanak vermemişti.Arslan Mengüç’ün bu karara çok üzüldüğünü biliyorum.. Son döneminde başkanlığını yaptığı Dış Basın Birliği, Yönetim Kurulu Üyesi olduğu Basın Konseyi başta olmak üzere yakın dostlarının maddi katkıları kalan eksik meblağ ise kızları tarafından tamamlanarak ile kitap basılacak ve hocamıza yeni yıl armağanı olarak sunulacak. Halen konuşamayan ve hareket edemeyen ama her şeyi anlayan sevgili hocamıza büyük bir yaşam motivasyonu da katacağına inandığım, yaklaşık beş yıl süren bu önemli çalışmanın hayat bulmasına da çok sevindiğimi belirtmek ister, eski bir bahriyeli de olan ve iki deniz kuvvetleri komutanı çıkarmış tek sınıftan olan sevgili Arslan hocamıza “viya böyle ,selametle “diyerek acil şifa dileklerimiz ile selam ve özlemlerimizi iletirim. Şimdi gelelim bu haftanın öyküsüne: Eski zamanların birinde bir otlakta öküz sürüsü yaşarmış... Yaşarmış yaşamalarına ama çevredeki aslanlar bir türlü rahat bırakmazmış onları... Hemen her gün saldırırlarmış bu sürüye... Fakat öküzler, bu saldırılar karşısında boyunlarını büküp, kendilerini aslanlara yem yapmazlarmış, güçlü bir biçimde savunmaya geçer, onlara karşı koyarlarmış. Çünkü öküzler, bir araya geldiklerinde büyük bir güç oluşturduklarının farkına varabilecek denli akıllıymışlar. Öküzlerin böylesi güçlü savunmaları karşısında onları yem yapamayan aslanları giderek bir kaygı almaya başlamış. “Öküzlerin bu karşı koyuşları sonucu bize buraları terk etmek kalıyor” demişler kendi aralarında ve birlikte bu kez, göç edebilecekleri bir yer saptamaya başlamışlar. “Nereye gideriz, hangi diyarda karnımızı doyurabiliriz?” diye düşünürlerken arkalardan “Bir dakika” diye bir ses duymuşlar. Herkes dönüp bakmış sesin geldiği yana... Sürünün en çelimsiz, ama en kurnaz bireyi olan topal aslanmış meğer bu sözün sahibi. “Kafalarımızı kullanırsak, buraları terk etmek zorunda kalmayız” diye sürdürmüş sözlerini topal aslan. “Siz beni dinlerseniz ve benim dediklerimi yaparsanız, bu işi başarırız ve buralardan başka bir yere de gitmeyiz.” Öteki aslanların akılları pek yatmamış bu öneriye ama, nasıl olsa kaybedecekleri bir şeyleri olmadığından, “Bir deneyelim bakalım, bizim topal aslanın görüşlerini” demişler. Topal aslan eline bir beyaz bayrak almış ve barış görüşmesi yapmaya geldiğini haykırarak öküzlerin lideri konumundaki boz öküzün yanına gitmiş. “Saygıdeğer öküz efendi kardeşlerim” diye başlamış konuşmaya ve şöyle sürdürmüş: Buraya, önce hepinizden özür dilemek için, sonra da size birlikte barış içinde yaşama önerisinde bulunmak için geldim... Size birçok kez saldırdık, sizi çok rahatsız ettik, bunu biliyoruz, sizden özür diliyoruz ama, sizin de bizi birazcık olsun anlamanızı, bize hak vermenizi bekliyoruz. Size saldırmamızın tek nedeni, aranızdaki o sarı öküzdür... Onun rengi gözümüzü kamaştırıyor, aklımızı başımızdan alıyor ve biz de onu gördük mü kendimizi engelleyemiyoruz, ne denli çok barışsever olduğumuzu unutup, onun yüzünden üstelik tümünüze birden saldırıyoruz...” Kurnaz aslan, bunları söyledikten sonra baklayı ağzından çıkarmış: “Tüm bu saldırıların tek suçlusu, o sarı öküzdür” demiş. “Verin onu bize, hem ondan kurtulun, hem de bizim saldırılarımızdan kurtulun ve böylece birlikte barış içinde yaşayalım.” Boz öküz, öteki önde gelenlerle görüşmek üzere geri çekilmiş... Arkadaşlarının biri dışında tümü sıcak bakmış bu öneriye... Bu öneriyi kabul etmek istemeyen yaşlı benekli öküz, sözlerini bir türlü dinletememiş öteki öküzlere. Sonunda öküzler, zavallı sarı öküzü teslim etmişler aslanlara... Bunu yaparken üzülmüşler ama, tüm sürünün barış içinde yaşayabilmesi uğruna bu üzüntülerini sinelerine çekmişler. Aslanlar ve öküzler, gerçekten de günlerce barış içinde yaşamışlar. Aslanlar, günlerce sürüye saldırmamışlar. Öküzler, “Sonunda huzur içinde yaşamanın yolunu bulduk” demişler. Fakat bir süre sonra aslanların karıları acıkmaya başlamış. Karınlarının acıkmasıyla birlikte, sabırlarının sonu da gelmiş. “Eee, hadi bakalım göster kurnazlığını” demişler kurnaz aslana. “Bizim canımız o nefis öküz etinden istiyor.” Kurnaz topal aslan, bir kez daha gitmiş boz öküzün yanına. “Selam” diye girmiş söze. “Gördünüz ya biz aslanlar ne denli uysal yaratıklarız... Yalnız buraya bunu söylemek için gelmedim... Büyük bir sorunumuz var, onu duyurmaya geldim.” “Nedir?” demiş boz öküz merakla... “Şu sizin uzun kuyruklu öküz” demiş topal aslan. “Öyle uzun bir kuyruğu var ki nereden baksak görünüyor... O kuyruğu salladıkça bizim aklımız başımızdan gidiyor... Gözümüz dönüyor, sürüye saldırmamak için kendimizi zor tutuyoruz... Gelin verin onu bize de, bu konuyu da burada kapatmış olalım... İki taraf da, eskisi gibi barış ve huzur içinde sürdürelim yaşamlarımızı...” Boz öküz yine bir görüşme yapmış sürünün önde gelen öküzleriyle... Tüm öküzler, “Verelim şu uzun kuyrukluyu, biz de kurtulalım” derken, yine yalnızca benekli öküz karşı çıkmış bu öneriye de... “Olmaz öyle şey” demiş. “Bu iş böyle çözümlenmez. Verip kurtulmak çözüm değildir.” Görüşme bu kez daha kısa sürmüş. Sürünün önde gelen öküzleri, kurtulacaklarını varsayarak, bu kez uzun kuyruklu öküzü dışlamışlar, onu vermişler aslanlara. Zavallı, tek başına bir süre direnmiş ama, koskoca bir aslan sürüsünü karşısında daha fazla dayanamamış, o da yenik düşmüş aslanlara... Bir kez daha, bir kez daha deneyelim derken aslanlar, bu yöntemi alışkanlıkları arasına katmışlar. Karınları acıktığı zaman öküzlere gidip, “Şu öküzün gözünü sevmedik”, “Bu öküzün burnu bizi sinir ediyor” diyerek öküzleri birer birer yemeği sürdürmüşler. Aslanlar her geçen gün daha da semirmişler, daha da güçlenmişler... Öküzler ise her geçen gün daha da azalmışlar ve sürü olarak da güçlerini yitirmişler. Güçlendikçe küstahlaşan aslanlar, artık bir bahane bile uydurmaya gerek duymadan, “Verin bize şu öküzü, yoksa sonunuz kötü olur haaa...” deyip, karınları her acıktığında sürüden bir öküz alıp yiyorlarmış. Aslanlara “Hayır” diyebilecek denli güçleri kalmayan öküzler, onlara birer birer yem olup, şimdi yalnızca birkaç tane kaldıklarının farkına varınca, önce kendi aralarında kara kara düşünmeye ve söylenmeye başlamışlar, sonra da boz öküze gitmişler, ona sormuşlar: “Ne oldu bize böyle?” demişler. “Biz ne zaman kaybettik aslanlar karşısındaki savaşımızı?” Boz öküzün gözleri yaşarmış. “Biz” demiş. “Sarı öküzü verdiğimiz o ilk gün kaybettik bu savaş…” (Vedat Tatar – Bütün Dünya’dan)