BRÜKSEL - Güven Özalp- Yasin Yağcı-Rahmi Gündüz İşsizlik ve ekonomik şikayetlerin Avrupa entegrasyonuna yönelik şüphelerle birleşmesi, İslam ve çok kültürlülüğe yönelik olumsuz bakış, Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde yükselen aşırı sağcı partilerin itici gücü haline geldi. Gelecek yıl mayıs ayında yapılacak seçimlerde Avrupa Parlamentosu’nun (AP) çehresinin olumsuz yönde değişme riski, hiç olmadığı kadar yüksek. Aşırı sağın ve popülist söylemlerin önlenemeyen yükselişi ana akım partileri de önlem alarak saflarını sıklaştırmaya itiyor. En küçük siyasi hareketlerden kitle partilerine kadar tüm siyasi gruplar, diğer Avrupa ülkelerindeki benzer görüş ve politikalara sahip olanlarla yakın işbirliğini giderek derinleştiriyor. Aşırı sağ, İslam ve AB düşmanlığını en üst düzeyde işlerken ana akım partiler, ekonomik krizden çıkıştan yasa dışı göçle mücadeleye, genişlemeden işsizliğe kadar yayılan yelpazede ortak tavır ve politika geliştirmeye çalışıyor. AP’de Avrupa Halk Partisi (EPP) çatısı altında buluşan muhafazakarlar, Sosyalistler ve Demokratlar'ın (S&D) temsil ettiği sosyal demokratlar, Liberal Grup, Yeşiller ve komünistler, politikalarını aşırı sağ partilerin kozlarını azaltacak şekilde tasarlamanın hesaplarını yapıyor. AB’ye şüpheci yaklaşan Muhafazakarlar ve Reformcular (ECR) ile popülist söylemleriyle dikkat çeken Özgürlük ve Demokrasi Avrupası (EFD) da geleneksel politikaları reddeden yaklaşımlarıyla puan toplamaya devam ediyor. AP’de henüz grup kuracak güçte olmayan aşırı sağ ise Mayıs 2014’te yapılacak Avrupa seçimlerinde bu tabloyu değiştirmek için kolları sıvamış durumda. 13 Kasım’da Fransız Ulusal Cephe’nin (FN) lideri Marine Le Pen ile Hollanda’daki Özgürlük Partisi’nin (PVV) lideri Geert Wilders’in bir araya gelmesi, bu buluşmanın hemen ardından aşırı sağın önde gelen altı partisinin Viyana’da buluşması tesadüf değildi. Bu buluşma aşırı sağın ilk kez bir araya gelişi değil ancak bu kez ortak bir hedef söz konusu. O hedef de AP’de bir grup oluşturabilmek. AP’de grup oluşturabilmek için ise en az yedi ülkeden 25 parlamentere sahip olmak gerekiyor. Wilders’in, “Avrupa denilen bu canavarla savaş” olarak açıkladığı hedefe ulaşmak için aşırı sağın taktik değiştirdiği de gözlerden kaçmıyor. Artık kendi arasında rekabet etmek yerine birlikte hareket etme yaklaşımını benimseyen, geçmişe oranla çok daha profesyonelce hareket eden, “eski zehri taşısa ve net ırkçı görüşlere sahip olan insanları barındırsa da” açık bir ırkçı söylem kullanmak yerine kültürel değerler üzerinden yürütülen ve toplumda daha kolay kabul gören “modern ırkçılık” tarzını kullanan bir aşırı sağ söz konusu. Aşırı sağ, “üçüncü bir yol” olarak görülmek, muhafazakarlar ile sosyal demokratlara karşı inandırıcı bir alternatif olmak istiyor. Olası bir ittifakın ateşleyicisi olan Le Pen ile Wilders arasındaki ayrılık noktalarını, İsrail’e yönelik politika, eşcinsel evlilik gibi toplumsal konular, buluştukları ana noktaları ise İslam ve Avrupa karşıtlığı ile göç oluşturuyor. Bu buluşma noktaları diğer ülkelerdeki aşırı sağ partiler için de geçerli. Irkçı olduğunu açıkça beyan eden ve aşırı sağın geneli tarafından bile radikal olarak görülen Macaristan’daki Jobbik ve Yunanistan’daki Altın Şafak’tan, uluslararası alanda saygınlaştırma politikasına zarar verecekleri düşüncesiyle özellikle uzak duruluyor. İngiltere’nin son dönemde adından en çok bahsettiren partisi olan Bağımsızlık Partisi (UKIP) ise gelen davetleri geri çevirerek aşırı sağ ittifakın dışında kalmaya özen gösteriyor. Aşırı sağdaki partilerin güç kazanmasının ardındaki en önemli unsurlardan birini seçmenlerin ana akım partilere yönelik hayal kırıklığı oluşturuyor. Durumun farkında olan ana akım partilerde aşırı sağın yükselişi ciddi bir endişe kaynağı olmayı sürdürüyor. Arışı sağcılarla ortak grup kurma hedefi Hollanda’da göçmen ve Müslüman karşıtı tutumuyla tanınan aşırı sağcı Özgürlük Partisi (PVV) lideri Geert Wilders’in geçen hafta Fransız Ulusal Cephe (FN) lideri Marine Le Pen ile görüşmesi, gündemi meşgul etmeye devam ediyor. Wilders, Lahey’de bir araya geldiği Le Pen ile Avrupa’da işbirliği kararı almıştı. Anketlere göre, oy oranı hatırı sayılır düzeye erişen Le Pen ile ortak hareket etmek isteyen Wilders’in öncellikli planı, Avrupa Parlamentosu (AP) çatısı altında kendi görüşlerine yakın aşırı sağcı partilerle ortak bir grup kurmak. Wilders bu yolla, AP’de daha etkili sonuçlar almayı arzuluyor. Hollanda’nın Avrupa Birliği’nden (AB) ve ortak para birimi avrodan çıkmasını, sınırların göçmenlere kapatılmasını isteyen Wilders, bu kapsamda benzer işbirliklerini diğer AB ülkelerinde de arayacağı mesajı veriyor sıklıkla. Wilders, Fransız Ulusal Cephe’nin dışında İsveç Demokratları, Belçika’daki Flaman Menfaati, Avusturya’daki Özgürlükçüler Partisi, İtalya’daki Kuzey Ligi, Finlandiya’daki Gerçek Finliler Partisi ve Danimarka Halk Partisi’yle ortak işbirliği arayışında. Wilders’in Le Pen ile işbirliği kararı, parti tabanında destek gördü. Anketlere göre, PVV tabanının yaklaşık yüzde 80’i, iki aşırı parti arasında varılan işbirliğini olumlu bulurken, karşı çıkanların oranı yüzde 2 civarında. Göçmenler olumsuz etkilenebilir AP’nin İşçi Partili (PvdA) üyesi Emine Bozkurt, Wilders’in istediği bu grubun kurulması halinde aşırı sağ blokun sesinin daha çok çıkabileceği uyarısında bulundu. AP’de grup kurmanın maddi yardımlardan daha çok istifade etme anlamına geleceğine de vurgu yapan Bozkurt, göçmen karşıtı partilerin bu yolla Brüksel’de alınacak kararlar üzerinde etkili olabileceklerini dile getirdi. Aşırı sağ blokun kurulmasının aynı zamanda Avrupa genelinde yaşayan göçmenleri olumsuz etkileyebileceğinin altını çizen Bozkurt, bu partilerin göçmen haklarını kısıtlama girişiminde bulunabileceğini söyledi. Bu açıdan bakıldığında AP seçimlerinin öneminin daha da arttığına işaret eden Bozkurt, özellikle göçmenlerin etkili bir şekilde sandık başına giderek oy kullanmaları gerektiğini ifade etti. Bozkurt’a göre, aşırı sağ partilere en güzel cevap sandık başında verilmeli. Partilerin AB konusundaki görüşleri Hollanda’da mecliste temsil edilen siyasi partilerin hemen hemen hepsi küçük farklara rağmen AB’nin devamından yana görüş ortaya koyuyor. Tek istisna Wilders’in lideri olduğu PVV. AB’nin genişlemesine karşı çıkan PVV, bir adım daha ileri giderek Hollanda’nın birlikten ve ortak para birimi avrodan ayrılmasını, kamu binalarından kullanılan AB bayrağının indirilmesini savunuyor. Ekonomik krizin sebebini göçmenler ve AB politikalarına bağlayan PVV, Yunanistan, Portekiz ve İspanya gibi ekonomik kriz yaşayan ülkelere yapılan yardımların ise sonlandırılmasını istiyor. Wilders’in bu aşırı taleplerine karşın merkez partileri genelde AB’ye destek veriyor. Başta iktidar ortakları Liberal Parti (VVD) ile İşçi Partisi (PvdA) olmak üzere Hristiyan Demokratlar ve Sosyal Demokratlar, AB’ye destek veriyor ancak birliğin genişlemesine kaygıyla bakıyor. Muhalefetteki Hristiyan Demokratlar Birliği (CDA) de birliğin bazı yetkilerinin kısılmasını istiyor. CDA, basın özgürlüğü, çevre, emeklilik, göçmenlik ve aile birleşimi ile küçük ölçekli inşaat alım projeleri gibi alanlarda karar yetkisinin Brüksel yerine ulusal hükümete devredilmesi gerektiğini düşüncesinde. CDA ayrıca AB üyeliği konusunda referanduma gidilmesi yönündeki düşüncelere sıcak bakıyor. Le Pen sisteme karşı Fransa'da son dönemde giderek güçlenen FN, AB’nin ortak para birimi avroya şiddetle karşı çıkıyor. Parti lideri Marine Le Pen, AB ile ilgili yaptığı açıklamalarda, Fransa'da ekonomideki kötü gidişi Paris’in Avro Bölgesi’nde bulunmasına bağlıyor. AB Komisyonu’nun birlik ülkelerinin ekonomileriyle ilgili aldığı kararlar ve çalışmalar da “Fransa’nın egemenlik hakkı” ihlal edildiği gerekçesiyle Le Pen’in eleştirdiği unsurlar arasında yer alıyor. Oy oranı yüzde 15’in üstüne çıkabilen FN, yabancı göçmenlere de karşı ve Fransa’nın artık kapılarını göçmenlere kapatmasından yana görüş belirtiyor. Fransa’da işsizlik oranının ve suç oranının artmasında yabancı göçmenleri “günah keçisi” haline getiren Le Pen, Müslümanları da “uyum sağlamadıkları” gerekçesiyle eleştiriyor. FN güçleniyor Fransız siyaset sisteminde bütün seçimler iki turlu. Seçimlerin iki turlu olması nedeniyle yüzde 15-20 oranında oy potansiyeline sahip olan FN, bu potansiyeli meclise ve yerel yönetimlere yansıtamıyor. Merkez sağ ve merkez sol, ikinci turda aşırı sağcı parti adayı yerine merkezde yer alan diğer rakip parti adayına oy atmayı tercih ediyor. Aşırı sağ, sadece AP seçimlerinde, oy potansiyelini göreceli olarak sandığa daha iyi yansıtabiliyor. Jean Marie Le Pen siyaseti bıraktıktan sonra yerine geçen kızı Marine Le Pen’in göreceli olarak daha ılımlı bir söylemle seçmenlerin karşısına çıkması, bu partiye olan oy oranını son dönemde artırdı. Aşırı sağ seçmen genelde “anahtar rolü” oynadığı için, gerek merkez sağ, gerek merkez sol partiler, aşırı sağın oyunu alabilmek için bu siyasi eğilimin politikalarını ve söylemlerini kullanma yoluna gidebiliyor.