Babalar Günü Yaklaşırken…

Mesut GÜNSEV

BABANIZ YAŞIYORSA HALA ÇOCUKSUNUZDUR !

Mayıs ayındaki kutlama ve etkinliklere genelde “anneler günü “damgasını vururken, haziran ayındaki  önemli günlerin içinde “babalar günü “ de yerini alır..Gerçi daha babalar gününe 5 gün var.Tabii “babalar günü” ,anneler günü kadar geniş gündeme de oturmaz .Genelde çocuklarının yetişme çağında hep geri planda kalmayı tercih eden bir çok “baba” gibi ikinci planda kalır “babalar günü” …

Siz babanıza hiç sordunuz mu ,”hayallerin neydi baba”diye ? Ben sormadım,keşke sorsaydım .Ama onu kaybettikten sonra içimde kalan  bir “ukde” çok sık aklıma gelir…Sanırım büyük bilge yazar Yaşar Kemal’ in söylemi idi… “Çocukluğu insanın ana yurdu” dur..

Rumeli kökenli olan babamı çok özlediğini ve sevdiğini bildiğim doğduğu Bugünkü Sırbistan’ın toprakları içinde kalan Osmanlı’nın Sancak eyaletinin Yeni Pazar kasabasına göndermek için o zamanlar imkanım olmadı…Son gecelerinden birinde hastane odasında başında beklerken acısını azaltmak maksadıyla verilen morfinin etkisi geçtiğinde  gözlerini açıyordu…Ben de algılamasını yoklamak amacıyla arada bir  “Nerdeyiz?Burası neresi  baba ?”diye soruyordum…”Ağaçlar ,yeşillikler… Vırbak , Novi Pazar..”   demişti bir keresinde…Yeni Pazar doğduğu kasaba ,Vırbak ise kenarında oynadığı ,buz tutuğunda üzerinde kendi yaptığı kızağıyla kaydığı akarsunun adıydı…Bu nedenden siz sorum derim ben “Hayallerin Neydi Baba ? “ diye aynı sevgili Kiremitçi’ nin de dediği gibi…

Aşağıdaki yazı 2005 yılında Tempo dergisine de  tanınmış yazar Tuna Kiremitçi tarafından yayınlanmıştı… Girne Amerikan Üniversitesinde onuruna düzenlenen bir güne katılmış TV de 17 yıl kesintisiz süren “Mesut Günsev’ le  Pazartesi Öyküleri “ programımda seslendirdiğim ve izleyicilerimize paylaştığım  bu güzel yazıdan da aklımda kalan parçaları aktarmıştım.

Bana bu yazının “Küçüğe Bir Dondurma “adlı kitabını oluştururken kaleme aldığı  ilk çalışmalardan biri olduğunu söylemiş ve “hayallerinizin gerçekleşmesi ümidi ile “ diye yazarak son kitabını imzalayarak armağan etmişti…Şimdi söz Tuna Kiremitçi’ de….

“Hayatımız babalarımızı affetmekle geçiyor zaten... Onun yanlışlarını, elinden gelmeyenleri, aklının ermediklerini affetmekle... İnanıyoruz çünkü küçükken, babamızın bir kahraman olduğuna

“Ona bir oda ver” diyor Sadık babasına; “gidecek hiçbir yeri yok...”

Yanında üzgün bir çocuk. Annesini hiç tanımamış. Üstelik tarihin rüzgarı babasından da koparmış onu. Şimdi elinden tutan hasta bir babayla kapısını çalıyor dedesinin. Yani bir başka babanın, bir başka oğulun kapısını.

Çağan Irmak’ın son filmi “Babam ve Oğlum”da geçiyor tüm bunlar. Bir oğul yıllardır konuşmadığı babasının kapısını çalıyor, işkencelerden geçerken onu ayakta tutmuş olan tek şeyi, yani gururunu yenerek...

Geçmişte babasına söylediklerini unutup ondan dinlediklerini de içine gömerek. Babasını affederek yani. Affetmeyi deneyerek...

Hayatımız babalarımızı affetmekle geçiyor zaten... Onun yanlışlarını, elinden gelmeyenleri, aklının ermediklerini affetmekle.

İnanıyoruz çünkü küçükken, babamızın bir kahraman olduğuna.

Gerçeği anladığımızda çocukluğun sağlam duvarında ilk çatlak açılıyor. O zaman Süperman’i yere seren dev bir kriptonit taşı gibi çıkıyor hayat karşımıza. Babalarımızı yaşlandıran, onları güçten kuvvetten düşüren uğursuz bir madde gibi...

Belki de o an büyümeye başlıyoruz. Zaman bizim için soyut bir kavram olmaktan çıkıp somutlaşıyor, elimizi uzatsak dokunabileceğimiz bir maddeye dönüşüyor. Onun sayesinde yeni bir yüzüyle karşılaşıyoruz babamızın; bağışlanması gereken yüzüyle.

Filmdeki çocuğun babasının ruhu da ciğerleri de iyileşmeyecek şekilde hastalanmıştı. Küçük Deniz, Süperman’in ölümüne çok erken yaşta tanık oldu bu yüzden.

Çocuk da o an büyümeye başladı işte. Babasını tamamen anlayıp affedene kadar devam edecek olan ergenliğine ilk adımı attı. Küçük ruhundaki yaralar, yanaklarında çıkacak kocaman sivilcelerden çok daha fazla acıtacaktı canını.

İyileşmenin tek yolu vardı üstelik: Babasını affetmek. Hepimiz babalarını affetmek zorunda kalan çocuklar değil miyiz sonuçta?

Hatta bir erkeğin gerçekten büyüyüp büyümediğini buna bakarak anlayabiliyoruz. Biz erkekler babamızı affettiğimizde büyümeye başlıyoruz aslında. Galiba baba olmanın dramı da burada. Çocuğumuz için elimizden geleni yapacağız önce, sonra da yapamadıklarımız için bizi affetmesini bekleyeceğiz.

Onlar da büyük bir iyi niyetle affetmeye çalışacaklar bizi; bunun imkansızlığını bile bile...

Yüzde yüz affedilmez babalar. Çünkü onlar kahramandır.

Çizgi romanlardaki yemek yemeyen, tuvalete gitmeyen ya da sevişmeye figürler gibi kudretlidirler hayata karşı. Ne kadar istesek de bunun gerçek olmadığını kabul edemeyiz.

Filmdeki küçük Deniz’in babasını tam olarak ne zaman affettiğini biliyorum aslında. Bunu yapmak için büyümeyi, iyi bir yönetmen olmayı ve babasının öyküsünü beyazperdeye taşımayı bekledi.

“Ona bir oda verin” dedi bize, babasını göstererek: “Gidecek başka yeri yok.”

İnsan ister istemez düşünüyor tabii; “Ben kendi babamı affedebildim mi?” diye. Tabii hemen yetişiyor vicdanımız ve ekliyor: “Oğlumuz bizi affedecek mi?”

Hayat o iğrenç kriptonit taşlarını kafamıza atmaya başladığında, bizimle beraber çocuklarımız da yaralanacak mı?

Nasıl özür dileyeceğiz onlardan?

Küçükken kahraman olduğunu düşünüyoruz babamızın. Canavarlarla dövüşen bir şövalye, yenilmez bir prens... Sonra bir bakıyoruz, saçları beyazlamış, omuzları çökmüş, sırtı eğilmiş adamcağızın... O an küsüyor ve kendisini hiçbir zaman affetmeyeceğimize yeminler ediyoruz.

Allah’tan büyüyoruz sonra... Hayatın canavarları bizim de kolumuzu bacağımızı ısırmaya başladığında anlıyoruz; meğerse babamızın gerçekten kahraman olduğunu. Bizim için hangi güçlüklere katlandığını. Kimlerle hangi savaşları yaptığını, nelerden vazgeçtiğini.

Hangi hayalleri bizim için yüreğine gömdüğünü.

“Hayallerin neydi baba?” diye sormak isterdim, eğer hayatta olsaydı ona. Zamanında akıllılık edip benim ve kardeşimin uğruma nelerden vazgeçtiğini, kimlerden uzaklaştığını öğrenebilseydim, onu kahraman olmadığı için affetmem işten bile olmazdı şimdi.

Tabii artık yaşamadığı için bu soruyu soramıyor ve tahminlerde bulunuyorum. Babamın hayallerini hayal ediyorum yani. Yazar olmak isteyip de olamamış babamın hayallerini...

Bir kız sevip de alamamış babamın hayallerini...

Para kazanıp çarçur etmiş babamın hayallerini...

Hayatında yurtdışına hiç çıkamamış olan babamın hayallerini...

Erkeklere naçiz tavsiyem, eğer yaşıyorsa babalarına bu soruyu sormaları. Sorunun yarattığı kamaşmayla hiç ummadıkları bir iletişim köprüsü kurulabilir aralarında.

Hemen gidip sorsunlar, kum saati boşalmadan.”