Babamın heybetli gövdesi son zamanlarda o kocaman yatakta küçülmüş gibiydi. Etrafında onca insan varken, sanki kimse yokmuşcasına gözleri hep aynı yere bakıyordu.
Fenalaştığı haberini alır almaz, güneş doğmak üzereyken yola çıkmıştım. Onu son kez de olsun görmek ve son nefesinde yanında olmak istiyordum. Her ne kadar kabul etmesem bile bunun son görüş olduğunu biliyordum, kalbim inkar etse bile...
Babam çok uzun zamandır amansız bir hastalık ile boğuşuyordu. Paranın yapabileceği herşeyi yapmıştık ve ötesi yoktu, razı olmak dışında...
Hastaneye girdim, kimseye görünmeden yanına yoğun bakım odasına çıktım. Ve tam orada, karşımdaydı. Sanki bana “başka birşey yapamazdık, değil mi kızım” dercesine soru soruyordu...
Gözlerimiz kenetlenmişti....Babam...İçim buruk...Yine de duygularıma hakim olarak onunla inancımız gereği vedalaşmak ve de onu yolcu etmek durumundaydım.
Evvel zaman önce hepimizin, çoğunluğun yanında konuşmaya korktuğu babam...Sevgili babam...Bugün bana bakarken, sanki “maalesef gitmek zorundayım”... diyordu.
Hakka yürüyüş başlamıştı...Arzulanan bir göç, istenilen bir gidiş miydi bu? Bilemedim o an...
Ve işin ilginç yanı ona sarılamadım bile...Sadece son nefesinde yanında olmuştum...Kabullenmiş, tevekkül etmiş bir şekilde her ikimiz de...Rıza göstermiştik...
Gurbette yaşayanlar bilir...En korktuğumuz şeylerden birisi; gece gelen telefonlardı...Çok korkardım geceyi sersem edip parçalayan telefon sesinden...
Kadere bakınız ki, gurbette değil de döndükten sonra bir şafak vakti korktuğum telefon sesini duydum.
Üstümü acele ile değişip bahçeye koştum. Onun sevdiği yasemin ve pakistan gecelerinin yeşil iri yapraklarından kopardım. Hemen arabaya bindim ve yola koyuldum.
Yolda sürekli düşünüyordum. Onunla son kez görüşecektik beni görmeden, vedalaşmadan gitmeyecekti. Babamla aramızda hep özel bir bağ olmuştu. Bu yüzden arabayı hızlı bir şekilde değil sakin olarak kullandım. Otuz dakikalık yol bana ne uzun geldi ne de kısa...
Bir zamanlar ne kadar çok kendi ayaklarımın üzerinde durmak için, mücadele ettiğimi hatırladım, gurbet ellerde. Başarılarım sadece kendime aitti diye hep gururlanıyordum. Oysa şimdi babama doğru son kez giderken aslında hayatta attığım belki de çoğu adımın ondan aldığım genetik miras sayesinde olduğunu anlıyordum. Ağlıyordum, geç kalınmışlıklara...Ağlıyordum, daha önceden farkedemediklerime...
Bahçeden topladığım yaseminleri ve pakistan gecelerinin yaprağını göğsüne koydum...Artık son nefeslerindeydi...Çok güç nefes alıyordu. Ona göğsüne koyduğum çicekler ve yapraklar ile en çok kimi özlediyse şu an yanında olduğunu söyledim...Hakka yürüyüşü başlamıştı. Babama yardımcı olmak adına birlikte kelime-i şahadet getirmeye başladık.
“Seni çok seviyorum baba” dedim ve yanımda gözlerini kapatışını izledim...Ağlayamadım bile...Çantamı alıp görevlilere “sanırım hakkın rahmetine kavuştu” dedim ve dışarıya çıktım.
Üst katta olan ailemin yanına gittim. Herkes ağlıyor, babamı soruyordu. Çok sakindim. Sadece yoğun bakımdan geliyorum dedim. Ne kadar üzülsem bile bu gidişin onun için huzur olduğunu biliyordum. Belki de bu yüzden soğukkanlıydım. Babamın öldüğünü anlamışlar, daha da feryatlar içinde ağlıyorlardı.
Bense babamla vedalaştığım o ismini koyamadığım, bir ömür boyu unutamayacağım anda kalmıştım.
Bugün tam dört sene oldu...Yokluğunu hissediyorum, özlüyorum. En çok onun benim gözlerime baktığında ne hissettiğimi anlayabilen halini arıyorum. İki arkadaş gibi dertleşen sırasında birlikte gülüp birlikte hüzünlendiğim dostumdu, sırdaşımdı ve babamdı...Allahtan ona rahmet diliyorum. Canım babam, sen benim hep düşlerimdesin. Benim için hep üzülürdün ya, sana birşey olursa ben ne yapacağım diye, üzülme...Geçen zamanla birlikte bazen zorlansam, seni çok arasam bile öğrendim başımın çaresine bakmayı...Senin kızın olduğum için gurur duyuyorum. Sana yasemin kokulu selamlar yolluyorum buralardan...Kendine tekrar görüşünceye dek iyi bak.