Türkiye’nin gelen giden iktidarları Kıbrıs Türkü’nün özgün kimliği, kültürü, toplumsal varlığı üzerinde ve toprağında yemedik halt bırakmadılar.
Türkiye’de ne pislik varsa, ne kadar kirli çamaşır varsa, hepsini Kıbrıs’a da doldurdular.
Kumarhaneler, katiller, envai tür tecavüzcüler, uyuşturucu patronları ve müdavimleri, mayfa bozuntuları, pezevenkler, itten kopuktan ne varsa her türlüsü, kindarları, sahte dindarları, ödlek milliyetçileri, çakma solcuları, cemaatçileri, tarikatçıları, aşiretçileri, teröristi, anarşisti, kısacası Türkiye’nin pisliği adına ne varsa zaman içinde hepsi Kıbrıs’a doluştu, Kuzey Kıbrıs tam bir açık hava tımarhanesine döndürüldü…
Bir tek Kıbrıs Türkü ile özdeşleşen, Kıbrıs Türkü’nün kimliğiyle örtüşen, bütünleşen Atatürk sevgisi ve Atatürk Türkiyesi’ne olan sadakati baki kaldı, Kıbrıs Türkü’nün yüreğinde.
Elbette bu süreçte KKTC’nin kapılarını han kapısı gibi gidene gelene açan Kıbrıslı Türk siyasilerin de en az, hatta daha fazla, Türkiye’deki siyasiler kadar sorumluluğu var…
Türkiye’de 15 yıldır ABD tarafından, AB tarafından, Rusya tarafından, Barzani tarafından, IŞİD tarafından, PKK tarafından, hepsinden önemlisi de yıllar yılı kucak kucağa yürüdükleri Fetoş tarafından kandırıldığını iddia eden, Atatürk’ün manevi değerlerinin de içine eden, Türkiye’nin kurucusu Atatürk’e Atatürk diyemeyen, ama milletle birlikte canları pahasına kurdukları bir ülkenin havasını soluyan, toprağında yaşayan, kendinden başka herkese küs, ülkenin ordusunu binbir entrika ile darmadağın eden, sonra da istediği kılığa soktuktan sonra kendi kafasına giyen, ordunun prestijini mahveden, kendine bile yeri geldiğinde pervasızca düşman olabilen, yıllar yılıdır koltuğu kollamak adına her türlü haltı yiyen, PKK’yı bile açılım zırvasıyla baştacı yapan, dağ kaçkını ABD projesi PKKlıların Kandil dağından otobüslerin damında zafer işaretleriyle inmesine ve şehirlerde savaşa hazırlanmasına sözde “açılım” adına göz yuman, onbinlerce insanın ölümünden sorumlu Amerikan uşağı Apo’ya “sayın, büyük lider” diyebilen, Türkiye’yi cemaatler, aşiretler, tarikatlar bataklığına çeviren, yaptığı hiçbir hatayı kabul etmeyen, sadece hatalarına karşılık “kandırıldık” diyen, şahsen sempati duymak için bir tek sebep bile göremediğim, bir tek Abdullah Gül zamanında ABD uşaklarının Ortadoğu’daki ayak oyunlarına geçit vermemiş, şimdilerde ise Gül’e bile birilerine yaranmak adına acımasızca saldıran, tüm hatalarına rağmen hiçbir hatasını kabullenemeyen, kendini herkesten ve herşeyden soyutlamış, içte ve dışta tamamen yalnız kalmış, giderek eriyen, aklını başına bir türlü toplamayan, kendi hatalarıyla gerçekçi bir şekilde yüzleşmeyen, sadece kısmen, o da göstermelik olarak yüzleşen, dış güçlerin çevresinde ördüğü girdapta rotasız bir gemi gibi ordan oraya savrulan bir AKP var…
Hani şu canlı yayında eski Cumhurbaşkanı Sn. Talat’ın benimle tartıştığı ve büyük bir ciddiyetle “Türkiye’de oy verecek olsam AKP’ye veririm, başkasına değil” dediği, bugünlerde ise muhtemelen “kandırıldığını” anlayarak, “Türkiye’de oy verecek olsam asla AKP’ye oy vermem” dediği AKP…
Hani şu CTP’nin eski genel sekreteri Kutlay Erk’in “AKP’nin lideri Sn. Erdoğan’dan öğrenecek çok şeyimiz var” dediği AKP, ne öğrendiyse…
CTP’nin geçmişte koltuk uğruna bol bol yağ çektiği, yeri geldiğinde AKP’nin aklıyla bir gecede UBP’den kopardıklarıyla yarattığı ÖRP’yi hükümete yamaladığı, ama yine AKP tezgahıyla hükümetten kapı dışarı edildiğini iddia ettiği AKP, bugünkü Türkiye’nin hala iktidarı konumunda…
Karşısında ise yeri geldiğinde Kıbrıs konusunda zerre kadar bilgi sahibi olmayan, ama en ala faşiste bile taş çıkarırcasına milliyetçilik tamtamları çalabilen, TC Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın maskara gibi oynadığı akıl fikir fukarası particikler ve zırcahil liderlikleri…
Durum gerçekten vahim ötesi ve ürkütücü.
Peki bu süreçte yaşananlar, Kıbrıs’ta ortaya çıkan bunca iğrençlik, rezillik sadece AKP’nin ve ondan önceki çakma, zavallı, gafil TC hükümetlerinin suçu mu?
Yoksa suçun büyüğü koltuğa yapışacak, Rumun ganimetine hükmedecek diye akla karayı seçen, hatta her türlü seçim rüşvetini vatandaşa veren, vatandaşı rüşvetçiliğe ve bezginliğe alıştıran, iktidar koltuğuna geldiğinde söylediğinin tam tersini yapan, gündüz kavga ettiğiyle gece hırsızlığa beraber çıkan, ülkenin tam bir pislik düzeni haline gelmesine çanak tutan, hatta doğrudan zemin hazırlayan, ama suçu da hep günah keçilerinde ve kendine bile yar olamayan TC iktidarlarında arayan hem sağcı hem de solcu geçinen ama gerçekten ne halt olduğu belli olmayan, tek derdi kendi şahsi çıkarı olan Kıbrıslı siyasetçi müsveddelerinde mi?
Son günlerde yaşananlar ve bugüne kadar olan süreçte PKKlıların, Ülkücülerin, çakma dincilerin, cemaatçilerin, tarikatların, Fetoşların, AKPlilerin, aşiretçilerin, insan kaçakçılarının, uyuşturucu baronlarının, insan kaçakçılarının, hatta IŞİD’in bile bu memleketi yol geçen hanına çevirmesi, her türlü pisliklerini bu küçük ülkeye taşımaları, her pisliklerinin üzerine gidildiğinde de savunma olarak Kıbrıslı Türklere “Rum piçleri, siz Türkiyelileri istemiyorsunuz, biz olmasaydık Rumlar ananızı belleyeceklerdi” deme hakkını kendilerinde bulabilmeleri kimin suçu?
Ha, bu Türkiye’nin dağdan gelip bağcıyı dövmeye ve kovmaya çok meraklı insan müsveddeleri şunu da deselerdi, iş tamam olacaktı: Bizim size yaptığımız, bu ülkeye getirdiğimiz pisliği Rum bile yapamazdı, o yüzden bizden korkun, biz Rumdan çok daha şirret ve reziliz, bismillah çekip, Allah adına kafalarınızı keseriz, yedi sülalenize tecavüz ederiz, boklu şehit olursunuz, biz kendi ülkemizi ve halkımızı bile acımadan mahvettik, size mi acıyacağız…
Yine devamla soralım, bu rezillikler kimin suçu?
Bu iğrenç mahlukatların bu küçük ülkede yarattıkları düzeni “korudukları” iddia edilen polisin ve askerin mi!
Yoksa Türkiye’nin gelen giden iktidarlarının mı!
Hade ordan!
Türkiye’den sinyal gelmiş de, Polis ve asker çapulculuğa izin vermiş de, Meclis’in tepesine kadar çıkmışlar, naralar atmışlar, Meclis’e girmişler, rezillik yapmışlar da, polis askere bağlı olmasaymış bunlar olmazmış…
Yahu sanki bu rezillikler ilk kez oluyor!
Meclis’in ve Elçilğin önünde PKK nutukları atan ayağı çarıklı, kıçında delik donlu çapulcuları ve aralarına karışmış bizim yarım akıllı siyasetçi tayfasını da görmedik mi!!!
Ne beklerdiniz yani, yağmur ekip fırtına biçmeyeceğinizin garantisini size kim vermişti, a be akıl fikir fukarası zavallılar!
Bugüne kadar Meclis’teki partilerden ya da sokaktaki stölerden hangisi bu gidişata dur dedi, ya da gelen tehlike konusunda ağzını açıp tarafsız şekilde bir tek kelam etti!!!
Hiçbiri...Hiçbiri…Hiçbiri!
Herkes işine geldiği kadarını söyledi, kimse objektif davranmadı, kimisi PKK’ya arka çıktı, kimisi Ülkücülere arka çıktı, kimisi çakma dincilerin bu ülkede yerleşmesine, kökleşmesine arka çıktı!
Polis ise geçmişte yaptığı hatalardan o kadar tepki aldı ki, Dağyolu’ndaki kazada katledilen çocuklarla ilgili sendikaların Başbakanlık önünde düzenlediği şiddet dolu protestoda, bir hamile kadın polisin yerlerde sürüklenip karnından tekmelenmesine, bir başka polisin suratının kaya parçasıyla darmadağın edilmesine karşı şiddetle tepki vermedi, yapılan eylemlerde özellikle şiddetten uzak durmaya çalıştı…
Polis aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık durumuna geldi.
Tamam, geçmişte polisin hesapsız kitapsız işleri oldu, sinirler fena halde gerildi, Kıbrıs Türkü’nün polisi kendi halkıyla birbirine girdi, hem de gereksiz yere…
Ama polis son zamanlarda vatandaşla karşı karşıya gelmekten özellikle kaçınıyor, çünkü ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranamayacağını biliyor.
Burada esas suçlu, memleketin asayiş çarkını, adalet çarkını, siyaset çarkını, devletin çarklarını adam gibi işletmeyen, gerekli tedbirleri almayan, günün sonunda her türlü pisliğin bu ülkeye doluşmasına ve ülkenin huzurunu yok etmesine göz yuman, çanak tutan Kıbrıslı Türk siyasilerdir, hem de gelmiş geçmiş siyasilerin tümü suçludur, kimse sorumluluktan kurtulamaz…
Ne entel dantel solcular, ne vatanseverlik kisvesi altında provokasyonları her fırsatta yapan uzaktan kumandalı fesatçı başları, ne de her türlü rezilliklerini vatan millet sakarya söylemlerinin saklamaya çalışan sağcılar sorumluluktan kurtulamaz…
Türkiye iktidarlarının sorumlulukları bizimkilerin sorumluluklarından sonra gelir.
Elçiliğin her işe burnunu soktuğuna gelince…
Doğrudur, sokar, ama sokturduğunuz için sokar…
Sokturmayın, adam gibi devlet yönetin, ayağınızı yorganına göre uzatın, sokmasın…
Türkiye’nin gelen giden iktidarlarına önce şunu söylemeyi bilin: Ta 1878’den beri bizi İngiliz’e, Rum’a, AB’ye kendi çıkarlarınız gündeme geldiğinde gözünüzü bile kırpmadan Kıbrıslı Türkleri siz sattınız, işinize gelmedi Rumla gündüz kavga ettiniz, işinize geldi gece hırsızlığa beraber çıktınız, 1964’de Rum’u tek başına Kıbrıs Cumhuriyeti koltuğuna BM’de 186 sayılı karara attığınız imzayla siz oturttunuz, Rum’un AB’ye girişine de başından sonuna siz çanak tuttunuz ve kısa günün çıkarı uğruna koskoca Türkiye’nin maddi ve manevi tüm değerlerinin içine ettiniz, koskoca Türkiye’yi bir avuçluk Rum karşısında yerin dibine soktunuz, Kıbrıs Türkü’nü Rumun karşısında madara ettiniz, başınıza belayı hesapsız kitapsız politikalarla kendi elinizle sardınız, Rumun malının rantçı tayfanıza peşkeş çekilmesine göz yumdunuz, bin yıldır aynı topraklarda yaşayan insanları çıkarlarınız için kutuplara ayırdınız, dış mihrakların bu kutuplaşmaları daha beter etmesine, Türkiye’nin çatır çatır bölünmesine göz yumdunuz, elinizi attığınız herşeyi kafanıza giydiniz, bu akılla Kıbrıs Türkü’nün sizden öğrenecek birşeyi yoktur, ama bilin ki Kıbrıs Türkü’nün Atatürk’ün Türkiyesi’ne ve halkına olan özlemi, sevgisi ve bağlılığı hiç bitmeyecek, Türkiye’nin gelen giden iktidarları da ne Türkiye’nin tümü demektir, ne de Atatürk’ün mirasıyla uzaktan yakından alakaları vardır, bu noktada değerlerimiz ve anlayışlarımız, yüreklerimiz ve sadakatlerimiz tamamen farklıdır…
Sonra da kendimizle yüzleşelim: Bu ülkenin, bu halkın öncelikli sorunu akıl, fikir fukarası, ama koltuk için üçkağıt yapmaya da sıra geldi mi, oy satın almak için tek ayak üstünde bin numara çeken, ruhunu bile şeytana satan siyasiler ve halk içinde bunlara körü körüne uyanlar, Rum ganimeti üzerinde havadan sterlin milyoneri olup da en haso milliyetçi ve dindar kesilen beleşçilerdir, üçkağıtçılardır, çıkarları için şeytanın dölleriyle bile gözünü kırpmadan aynı yatağa girebilenlerdir…
Ve bunlara kızıp, küsüp de cennetten vahiy gelmesini bekleyen, sandığa iradesini yansıtmayan, ruhu öğretilmiş çaresizlik esiri, kendini zavallılaştıranlardır…
Şimdi ise TDP, HP ve CTP genel başkanları, pek inandırıcı olamasalar da, “bu düzene karşı çıkalım ve mecburiyetten kafası bize en yakın olan DP’yi de aramıza alalım ve genişletilmiş bir hükümet kuralım, şansımızı deneyelim, belki bu gidişatı değiştiririz” diyorlar…
Ama hiçbiri “bugünden sonra Türkiye’nin gelen giden iktidarlarını kendi keyifleri doğrultusunda içişlerimize karıştırmayacağız, ayağımızı yorganımıza göre uzatacağız, herkes haddini bilecek, biz de Türkiye iktidarları da nerde duracaklarını bilecek, haddini bilmeyen ve kaosa oynayanlar bu ülkeden doğrudan kapı dışarı edilecek, bu ülkeyi tımarhaneye çeviren ve dıştan veya içten kumandalı cemaatler, ocaklar, tarikatlar, örgütler bilmem neler kapatılacak ve yasadışı ilan edilecek, iki ülkenin ve halkın ortak uluslar arası ve ulusal çıkarları ise bu rezilliklerden tamamen ayrı ve objektif zeminde değerlendirilecek, aslolan iki halkın ve ülkenin maddi ve manevi değerlerinin birlik ve bütünlük içinde korunmasıdır, ne idüğü belirsiz, çıkarı olduğu sürece dost geçinen, çıkarının bittiği yerde en kahpe düşmanla bile işbirliği yapabilen çıkar çetelerinin çıkarları değildir” demiyor, diyemiyor…
Ne birinde cesaret var, ne de ötekinde.
Halbuki geldiğimiz gündeki gidişat, Türkiye ve Kıbrıs Türkü arasındaki uçurumu giderek derinleştiriyor, bir avuç rezil rüsva yaratık yüzünden köprüler öylesine atılıyor ki, iki taraf arasındaki maddi ve manevi değerlerin tümü bir avuç ipsiz sapsız provokatör ve çapulcu yüzünden geri dönülmez bir şekilde berhava edilme noktasına geliyor…
İyi de be kardeşim, sizce, bünyesinde çoğumuzun eşini, dostunu, kardeşini, ahbabını barındıran polis mi suçlu bir tek, bütün bu rezaletler sürecinde???
Geriye kalan ve çeşitli sebeplerle kafasını kuma gömen, bilmem nesini de havaya dikenlere ne diyelim!!!
Ya geçmişinizle yüzleşin ve geleceğimizi geçmişteki hatalardan arındırarak yeni baştan yaratalım, ya da sesinizi kesin, gelecek sefere Meclis’e dozerlerle girsinler, kafanıza alasıyla yıksınlar…
Zaten 43 senedir o Meclis’te kimin ne halt ettiğini, ne işe yaradığını hala anlayamadık…