Başlangıcı Olan Herşeyin Mutlaka Sonu Da Vardır

Hatice İNTAÇ

Dünyadaki en güzel seslerden biri belki de yağmur sesi… Hele uzun zaman ona hasret kalınmışsa... Uzun bir geceden sonra sabırsızlıkla beklenen sabahın ilk ışıklarına bir de yağmurun o mistik sesi eklenmişse… Yağmur ve kış da diğer mevsimler gibi eskiye dair güzel anıları hatırlatır. Mevsimin karanlık ve soğuğuna rağmen aydınlatan, ısıtan zamanları..

Bugün nedense öyle hissetmiyorum Aksine zaman zaman ağaçları yerinden sökecekmiş gibi esen şiddetli rüzgâr, içimi üşütmekle kalmıyor; yaşadığımız zor zamanlara daha da fazlasının ekleneceği endişesini de beraberinde getiriyor.

                                             *******

Milletvekili seçimleri bu yıl tam da karakışın ortasına denk geldi. Denk mi geldi, denk mi getirildi veya zorunlu olarak mı öyle oldu? Her nasıl olduysa oldu da kurallara uygun olmadan denk geldiği belli çünkü demokratik ülkelerde bu seçimler dört yılda bir, usulünce yapılır ama “ülke” dediğimiz bu toprak parçacığında her konuda olduğu gibi seçim konusunda da böyle bir düzen yok. Öyle olmasının nedeni belki de gerçek bir ülke olmadığımızdan; o özellikleri taşımadığımızdandır çünkü en basit tanımıyla bile ülke bir devletin egemenliği altında bulunan bağımsız, uluslararası antlaşmalara dayalı sınırlarla çevrili, üzerinde dil, kültür ve ülkü bakımından birlik oluşturan bir ulusun yaşadığı toprakların tümü” diye tanımlanır ki bu kavram pek de bizim yaşadığımız bu diyara uymuyor. Çünkü biz egemen değiliz, bağımsız hiç değiliz ve sınırlarımız uluslararası antlaşmalarla çizilmedi. Bu yüzden de ülke tanımına uymuyoruz. Aksine, bağımlı olduğumuzdan aldığımız talimatlarla bu küçük toprak parçasını yönetmeye çalışıyoruz. Zamansız seçimlerin bir sebebi de bu olsa gerek. Yaşadığımız yere sahip çıksaydık ülke olabilirdik belki. İşin en acı tarafı da bu..

                                               *****

Ümit veren; coşturan seçim arifeleri ne yazık ki artık çok eskilerde kaldı. Ben mi yanılıyorum diye düşünsem de; görüştüğüm, konuştuğum insanların çoğunda da ayni ilgisizliği görmek yanılmadığımın kanıtıdır sanıyorum. Çünkü halkın çoğu kurulmuş olan bu çarpık düzenin değişeceğine, değiştirilebileceğine inanmıyor artık. İnsanımız yıllar yılı ayni sözleri duymaktan, ayni vaadleri dinlemekten ve sonunda hayal sukûtuna uğramaktansa kayıtsız kalmayı tercih ediyor. Nasılsa gelen gideni aratmayacak inancı yerleştirildi bilinçaltımıza. Kronik hale gelen Kıbrıs sorununu çözmenin imkânsızlığını kanıksadık artık da  hiç olmazsa her gün yenileri eklenen iç meselelerimizi olsun çözebilseydik. Nerde?..

                                                

Seçimlerle ilgilenenler tabii ki var. Başta adaylar, yakınları ve onların vaadlerine kananlar.. Salgına aldırış etmeden hatta onu daha da yaymak pahasına gece gündüz demeden kasaba kasaba, köy köy, hatta kahve  kahve, ev ev dolaşıyorlar. Ayaklarına kara sular inene kadar!. Konuşuyorlar; dillerinin döndüğü kadar!.  Sine-i Millete gidiyorlar, onları kucaklıyorlar, öpüyorlar, dertlerini dinliyorlar, vaat ediyorlar, söz veriyorlar. O kadar ilgili, o kadar mütevâzi ve sevecenler ki bu ziyaretlerinde;  şaşırmamak mümkün değil. Yenileri bilmem de eskilerin bu kadar cömertçe sundukları ilgiye, sevecenliğe şaşıyorum doğrusu.  Biz onları tahtlarında otururken takındıkları azametle, küçük dağları ben yarattım edaları ile tanıyoruz. Vatandaşı kapılarından gerisin geri döndürürken, sokakta kimseleri yanlarına yaklaştırmazken, asık suratlarıyla ve burunları beş karış havada olarak hatırlıyoruz. Bu değişikliğe inanmak mümkün mü?. 

Roller mi değişti yoksa? Oy toplamak ve o tılsımlı koltuğa oturmak uğruna onlar mı kibirlerinden vazgeçti kısa süreliğine? Kısa süreliğine diyorum çünkü istediklerini elde ettikten sonra yine asıllarına rücû edeceklerine şüphe yok. Her seçimde bu hep böyle olmuyor mu? Hani bir hikâye vardır arap hurmaya çıkmış, inemiyor. Kurban vaad ediyor indirilmek için. İndirilip ayağı yere basınca “mafiş kurban” diyor. Aynen öyle işte!. Ama bir söz vardır ki onu hep unutuyorlar.

“ bir şeyin başlangıcı varsa mutlaka sonu da vardır” Hayat bile öyle!. Doğum bir başlangıçsa er veya geç sonunda mutlaka ölüm de vardır. Hal böyleyken bazıları neden hep başladıkları yerde kalmakta ısrar ederler? Neden her güzel şeyi kendilerinden başkasına lâyık görmezler ve kazanmak uğruna yapamayacakları şeyler için söz vermeye devam ederler? Hatta ikiyüzlülüğe, yalana ve dilim varmıyor ama insanları pohpohlamaya, yağcılığa kadar işi vardırırlar!  Her şeyi tadında bırakmak varken bu ısrar, bu doyumsuzluk, bu ihtiras niye?..

 

                                                        *****

Yağcılık ve yalakalık!.. Bir karakter yapısı mı, psikolojik bir bozukluk mu?  Bunu psikologlar bilir. Benim yağcılık denince anladığım; maddi çıkarları için insanların peşinden ayrılmayan, onlara aşırı övgüler yağdıran kişiler için kullanılan bir ifade olduğudur. Yalakalık yağcılığın daha ileri seviyesidir. Dalkavukluksa  iki yüzlü, kurnaz, çıkarcı, entrikacı, göze girmek için yalan söyleyebilen, güçlülerin yanından ayrılmayan, onlara yaltaklanan insan türünün tanımıdır.

Kimin, neyin uğruna olursa olsun insanların gerçek kimliklerini gizleyip iki yüzlüğe tevessül etmesi kadar çirkin bir şey yoktur. Hele bu iki yüzlülük yağcılığa, dalkavukluğa ve yalakalığa kadar ulaşıyorsa! Ne yazık ki küçük çıkarlar uğruna bile bunu yapanlar çok. Çıkarları için her yolu mubah sayan insanlar aslında neleri kaybettiklerini keşke bilseler. Kişisel çıkarları için onurlarını güçlü saydıklarının ayakları altına seren,  onların önünde eğilen öyle çok insan tanıdık ki!. Onur, iffet, dürüstlük gibi insanı yücelten mefhumlar yerine kendilerini küçültüp bu kadar acınası durumlara düşenler şunu bilmelidir ki hayvanlar bile kendi türlerinin önünde bu kadar eğilmezler

 

 Bu tip insanlar ayrıca şunu da iyi bilmelidirler ki bu şekilde elde edilen menfaatler bir gün yağ gibi erir gider. Geriye ne mevki, ne de mal mülk kalır. Onursuzluksa baki kalır.