Maliye Bakanı Birikim Özgür, Türkiye’den mali katkı alamazsak batarız dedi. Doğru mu söyledi. Evet maalesef doğruyu söyledi. Zaten Sayın Özgür’ün ifade ettikleri bilinmeyen birşey değildi. Bu ülkede aklı başında her birey bunun idraki içerisindedir. Peki o zaman burada yanlış olan nedir? Kendi kendine yeten,üretimden kopmayan ekonomik bir yapıyı onca yılda sağlayamamızdır. Başka? Gelirler, giderleri karşılayamamasına rağmen gerek bireysel, gerekse kamusal gider yaratan taleplere bu gerçeklikte ayar vermememizdir. Peki bu ne demek? Elimizi taşın altına koymaktan çekiniyoruz demek. Alışkanlıklarımızdan, yaşam tarzlarımızdan kendi ayakları üzerinde durabilen, kendi kendine yetebilen bir halk yaratma pahasına bile ödün vermiyoruz demek. Başka? Siyasetçiler de buna çanak tuttular. Popilzm uğruna toplumsal kazanım sağlayabilecek adımları atmaktan kaçındılar. Yeniden, yeniden seçilmenin hesapları ile hareket ettiler. Bağımlılık algısını güçlendiren tavırlar sergilediler. Vesayet politikaları ile halkın zamanını çaldılar. Bütün bunların bir sonucu olarak da bugün Kuzey Kıbrıs’ta siyaset kimliksiz kaldı. Şimdi de Maliye Bakanı Sayın Birikim Özgür Türkiye’den katkıyı alamazsak battık, bittik diyor. Ve bu bağımlılığı en üst düzeyde bir kez daha deklare ediyor. Ha elbette Sayın Özgür’ün kamu maliyesinin geldiği noktayı çok açık ifadelerle tanımlamasının nedenleri yok değildir. Bu anlamda yapılması gerek icraatlar, alınması gereken mali tedbirler, uygulanması gereken politikalar olduğu da aşikardır. Bunları hayata geçirecek olanlar da yönetenlerdir. Ve/ fakat ne olursa olsun bıçak kemiğe dayansa da bir halkın en üst düzeyde temsiliyetini üslenen maliye bakanı pozisyonunda birisi böylesi aciz ifadelerle bunu dile getirmemeliydi diye düşünüyorum. Peki neden? Sayın Özgür yalan mı söyleseydi? Tabi ki hayır. Sonuçta Sayın Özgür’ün sorumluluğunu üslendiği bir maliye var ortada. Yani devletin kasasının idaresinden sorumludur. Ve elbette doğruları paylaşarak kamuoyunu bilgilendirmesi doğru bir tavırdır. Yanlış olan kullanılan ifadenin alternatifsizliği çağrıştırmasıdır. Bugün bunu söyleyen bir maliye bakanıdır. Ülkenin en önemli kurumlarından birisini yönetiyor. Şimdi böyle bir bakış açısı sonrası ülkenin stratejik öneme sahip unsurlarını iç dinamiklere dayalı yönetebilme yetisi tartışmaya açılmayacak mı? Hoş zaten bu mevzu hep tartışma konusu olmuyor mu? Hem de her gün oluyor.. Kendi kendimizi yönetebilmek adına toplumda özellikle son yıllarda ciddi bir irade olduğunu hepimiz görüyoruz. Hissedebiliyoruz. Zaten bunu görmemek, duymamak için, ya kör ya da sağır olmamız gerekir. Halkın eğilimi değişimden yanadır. Ve bu süreç artık başlamıştır. Bugün irade bu yönde şekilleniyorsa siyasetçiler de, siyaset de buna ayak uydurmak durumundadır. Aksi zaten bu kulvarda koşamaları zor olacaktır. Dolayısı ile bu yönde iradeyi temsil eden siyasetçiler, bağımlı psikolojisi üzerine cümle kurarken, ve bunu politik söylem halinde alternatifsizliğe dönüştürürken, risklerini de iyi hesap etmelidirler. Bir siyasetçi her zaman ağzından çıkacak kelimelerin varacağı noktayı düşünmek durumundadır. Nereye gidecek? Ne anlama gelecek? Nasıl bir algı yaratacak? Noktaları oldukça önemlidir. Şimdi siz kalkar bu ülkeyi yönetenler olarak, bu ifadelerle bunu daha da belirgin hale getirirseniz ki getiriyorsunuz, bu algı iyiden iyiye perçinlenir. Ve kendi kendimizi yönetme talebi fiiliyatta çelişkiye düşer. Peki neden? Çünkü parayı veren, yönetimde de etkili olmak isteyecek haliyle.. Suyu da yönetmek isteyecek. Elektriğin de, telekominikasyonun da özelleştirilmesini talep edecek. Hava limanlarında da ağırlıklı söz sahibi olmayı arzulayacak. Deniz limanlarında da etkili olmayı isteyecek. Eğitimi de şekillendirmek isteyecek vs. Hoş zaten böyle bir yapıda istememesi normal olmazdı.