Keşke; Zaman tünelinde geriye dönebilsek, Ve yaşananları yeniden yaşayabilsek! İnsan anılarını anlatır, yaşadıklarını anımsar. Etkilenir geçmişten, hüzünlenir, gözyaşları yanaklarından süzülüp gider! Sevdiklerinin hayali donar gözlerinde saatlerce, günlerce… Sevmedikleri, sevemedikleri ruhunu tırmalar! Bir karabasan gibi çöker yüreğine gecelerin korku dolu çığlıkları! Zaman tünelinden öyle bir fırtına eser ki… Nereye sürüklerse sürüklesin, fark etmez! Dağların, tepelerin, derin vadilerin arasından kıvrılıp giden toprak yollara savrulursunuz… İşte orada, Kartalların bile uçmaktan korktuğu o kayalık sivri tepenin ardındadır cennet bahçeleri! Zaman tünelinde bir düş, bir rüya… Gökyüzünün yedince katına değecekmişçesine sivrilen o dağ, o korkunç tepenin eteğinden döne döne vadiye inen keçi yolu… Soluk soluğa, kan ter içinde önce dağın zirvesine doğru, sonra dik aşağı mermi hızıyla uçarcasına… Büyük bir isyan, bir başkaldırıyla tepenin zirvesinden durmadan akan soğuk pınarın gümbürtüsü! Bir kolu Panaya köyüne, öteki kolu Vreçça’nınDağaşan vadisine akar, akar, akar… Bre terbiyesiz pınar! Kurumadın, azalmadın yıllardır! Biz göçüp gideli buralardan kırk yıl geçti. Kimseler uğramadı çıktığın yere. Nedir sende bu inat? Kimedir bu nazın, bu niyazın kime? Cemal Mida’yı İngiliz astı. Hani çizmelerini çıkarır, terli ayaklarını yıkardı; Sonra kana kana içerdi soğuk sularını… Kucağında mavzer, bir güzel uyku çekerdi başucunda! Nerede bulacak Mida’yı İngiliz askerleri? Bir dağ keçisi çevikliğiyle tepeden tepeye uçardı; Ve bir tilki gibi süzülürdü meşelikler arasından gökyüzüne… Zaman tüneline geri dönebilseydik keşke!... Bu gün, Cemal Mida, Maşera ormanlarında yaktı diri diri, Peşinden kovalayan İngiliz askerlerini… Ve çıktı gökyüzünün yedinci katındaki tepeye! “- Bre korkaklar, işte ben buradayım” diye bağırdı. Sesi yankılandı Beravasa ormanından Cikko Manastırına kadar… Doldurdu mavzeri ve sıktı gökyüzüne!