Berlinale’nin siyasi kimliği
Berlinale, Cannes ve Venedik ile birlikte sinema dünyasının en önemli üç festivalinden biri. Berlinale’yi, diğer iki dev festivalden ayıran en önemli özelliklerinden biri ise, siyasi söylemli filmlere ağırlık vermesi.
Berlinale'ye davet edilen, siyahi kadın yönetmen Ava DuVernay imzalı “Selma” yani “Özgürlük Yürüyüşü”, sadece siyasi değil aynı zamanda tarihi ağırlığı da olan bir film. 1965 yılında Martin Luther King liderliğinde ABD'nin Selma kentinden Montgomery'ye tam 87 kilometrelik yolun katedildigi üç protesto yürüyüşü, Amerikan tarihinin en önemli insan hakları eylemlerinden biri olarak gösterilir.
Selma'dan Nijerya'ya
Siyahilere gerçek anlamda oy verebilme hakkının önünü açan bu barışçıl eylemlerin yankısı, bugün bile hissedilebiliyor. Martin Luther King'i canlandıran İngiliz aktör David Oyelowo, daha filmin Berlinale'de gösterildiği günün sabahı Nijerya'da olduklarını anlatıyor: “Nijerya'ya davetliydik, bazılarınız haberdardır, ülkede yakında seçimler var, gerçekten önemli seçimler bunlar. Seçimler kısa bir süre önce, ülkenin kuzeyindeki Boko Haram kaynaklı tedirginlik nedeniyle altı hafta ertelenmişti. “Selma” filminde barışçıl protesto ve sevgi konu ediliyor, nefretin, ırkçılığın nasıl alt edilebileceği konu ediliyor. Biz de, ülkede barışı desteklemek için, davetli olarak filmi Nijerya'da gösterdik, bu muhteşemdi. İki gün önceki gösterime tam 4 bin 600 kişi geldi.”
22 Şubat'ta yapılacak Oscar Ödül Töreni'nde de en iyi film dalında aday olan “Selma” Berlinale'de özel bir galayla sinemaseverlere sunuldu.
Geçmişin sorunları bugünü şekillendiriyor
Romanya'dan Altın Ayı yarışına katılan “Bravo!”, yani Türkçesiyle “Aferin!” ise, seyircileri 1835 yılına götürüyor ve Roma azınlığın maruz kaldığı baskıyı gözler önüne seriyor. 1850'ye kadar kölelik sisteminin devam ettiği ülkede, bırakın Roma kelimesinin telaffuz edilmesini, bu azınlığa mensup olanlar “köle çingene” olarak adlandırılıyor ve ikinci sınıf insan muamelesi görüyordu. Kaçak bir kölenin peşine düşen bir jandarma ile oğlunun yolculuğu, günümüzde de azınlıklara yönelik devam eden önyargıların ve şiddetin ipuçlarını veriyor. Yönetmen Radu Jude, “Geçmiş ile bugünün bağlantısını irdeleyecek bir film yapmak istiyordum, geçmişin sorunlarının bugünü nasıl sekillendirdigine dair. Geçmişin sorunlarının nasıl olup da devam ettiğini, dönüştüğünü ve bugüne vardığını incelemek istedim.” şeklinde konuşuyor. Siyah-beyaz çekilen ve bir Western olarak tanımlayabileceğimiz “Aferin!” Altın Ayı yarışının iddialı yapımlarından.
“Tarih kitaplarında sadece muzafferler yeralıyor”
Berlinale'deki yarışma bölümünde bir de belgesel gösterildi. Şilili usta Patricio Guzmán'in çektiği “El botón de nácar”, yani “Sedef Düğme”, suyun, okyanusun hafızası olduğunu vurgulayan şiirsel anlatımıyla, ülkenin geçmişinden kanlı sayfaları hatırlatıyor tekrar. Batı Patagonya'da katledilen yerli halktan Pinochet'nin dikta rejiminde hayatını kaybeden sayısız insana kadar, Şili'de devlet eliyle çok fazla canın yakıldığını belirten Guzmán, tarih kitaplarında sadece muzafferlerin yeraldığını, ancak bunun değişmesi gerektiğini söylüyor. Guzmán “belgesel filmleri olmayan bir ülke, fotoğraf albümü olmayan bir aileye benzer. Şili'de, tüm tarihimizi gösterecek bir fotoğraf albümünün oluşturulması için daha yapılması gereken çok şey var” diyor.
“Sedef Düğme” belki de önemli bir dönüm noktası, zira 73 yaşındaki yönetmenin, ülkesinin nabzını tuttuğu uzun kariyerinde ilk kez bir filmi devlet kaynaklarından teşvik almış.