Bunaltıcı sıcağı ile yaz, daha da uzayacağa benziyor. Eskiler Ağustosun yarısından sonra havalar serinler derdi de, bu yazın gitmeye, bitmeye niyeti yok gibi. Bir yandan havanın sıcaklığı, bir yandan ağustos böceklerinin sabahın erken saatlerinden başlayıp güneşin batışına kadar devam eden zırıltısı, hele hele gece kulüplerinin gece yarısı başlayıp sabahın beşine kadar süren; müzik demeğe şahit isteyen gürültüsü yazı sevimsiz yapmaya yetiyor da artıyor bile. Suç yazda mı? Her yanı deniz şirin bir adamız var. Bulunduğumuz coğrafi konuma göre sıcak olması da gayet doğal. Ağustos böceklerinin bu mevsimde ötmesi de doğal. Tanrının yarattığı her canlının dünya denilen bu gezegende yaşama hakkı var. Ancak başka varlıkların haklarını gasp etmemek koşuluyla. Üç ay boyunca sabahtan akşama kadar ara vermeden, insan sesini bastıracak seviyeye ulaşan tekdüze zırıltıları ile bu böcekler bu yıl yerleşim bölgelerini taciz edecek kadar fazla çoğaldılar. Hele ağaçlık bölgelerde yaşayanlar bu seslerden o kadar rahatsız oldular ki, yaz boyu evlerini terk etmek zorunda kaldılar. İş bu kadarla da kalmadı. Bahçeleri delik deşik edip çok sayıda larvalarını toprak altına gömen Ağustos böceklerinin önümüzdeki yazlarda daha da artacağı endişesine kapılıp evlerini satanlar bile oldu. En önemli gelir kaynaklarımızdan biri de turizm sektörüdür diyoruz hep. Peki de, adaya gelen turistlerin kaldıkları otelleri bu seslere dayanamayıp zamansız terk ettiklerini de biliyor muyuz? Ses kirliliği de en az diğer kirlilikler kadar rahatsız ediciyken ne yazık ki bu konuda hiçbir önlemimiz yok. Ekolojik denge bozulmuş olabilir. Bu böcekler önümüzdeki yıllarda tüm yerleşim bölgelerini istila edebilir ama bunu araştıran yok. Önlem alacak, çare bulacak olan yetkililerin kulakları bu durumu görmeyecek kadar kör bu sesleri duymayacak kadar sağır. Bazılarınızın “hep bitti, böceklerle mi uğraşacağız” dediğini tahmin edebiliyorum. Şunu belirteyim ki doğaya, en duyarlı insanlar kadar duyarlıyım. Her canlının yaşama hakkına saygılıyım. İnsan da bu varlıklardan biriyse eğer; hatta en önemlisiyse, ben insana da gösterilmesi gereken saygıdan bahsediyorum. Ya sabaha kadar gürültülü müziklerini duymamak için, kapıyı pencereyi bu sıcaklarda kapatmak zorunda kalıp sabaha kadar klimanın zırıltısını, vantilatörün vınıltısını dinlemek zorunda kaldığımız ve sabah kaskatı kesilip kalkmamıza neden olan gece kulüplerine ne demeli?.. El yakan faturalara rağmen bu cihazların varlığına şükretsek de onlardan mahrum olanlar da var. Onlar ne yapsınlar?.. Verdikleri rahatsızlık kulüp sahibinin umurunda değil. O kazanacağı paraya bakıyor. Bildiğim kadarıyla bunlardan sorumlu olan kaymakamlıklardır. Onların bu tacize göz yummalarının sebebi ne ola ki!.. Böyle yerler şehir dışlarında, yerleşim alanlarından uzakta olurlar. Oysa bunlar tamamen meskûn yerlerde. Geçen yıllarda kaç kez Girne Kaymakamlığına sözlü, yazılı, imza toplayarak bu konudaki şikâyetler bildirildiği halde maalesef hiçbir önlem alınmamış, haftanın üç, hatta bazen dört gecesi bu bölgelerde yaşayanlar bu çileyi çekmek zorunda bırakılmıştır. Kaymakamlık, yasaya göre zamanında kulüplerin yerleşim bölgelerinden uzak olduğunu; bu yüzden bir şey yapamayacaklarını söylüyor. O zamanlar şehir dışında idiler. Şimdi değiller. Evlerle, villalarla, insanlarla dolu şimdi bu bölgeler ama yasa değişmiyor. Kulüplerin bir ayrıcalığı varsa o zaman bu bölgelere ev yapma izni verilmeseydi. Evler yapıldıysa kulüpler uzağa çekilseydi. Bu ne perhiz, bu ne lâhana turşusu!.. Bunlar bu adadaki sorunların sadece birkaç kırıntısı. Daha ne sorunlarımız, ne yanlışlarımız var bizim saymakla ömür bitiren ama bitmeyen. “Deveye boynun neden eğri diye sormuşlar, o da nerem doğru ki demiş” e örnek iktidarların yönettiği talihsiz kullarız ne yazık ki. Ne diyeyim bir yeri cennete de cehenneme de çevirmek insanın elinde. Biz cennet olan bu adayı maalesef yaşanması her gün biraz daha zorlaşan cehenneme çevirmeyi başardık. Aferin sesini çıkarmaktan korkan bizlere ve bravo kulaklarını her şeye tıkayan, duyarsız, beceriksiz YÖNETENLERE!..