Geçtiğimiz aylarda Cell adlı bilimsel dergide yayımlanan ‘çığır açıcı’ bir makale ve buna dayanarak yayımlanan haberler insanlık kadar eski bir soruyu yeniden gündeme getirdi: Ebedi gençlik mümkün mü?
Bilim ve teknolojideki gelişmeler öylesine hızlı ve çarpıcı ki bir bilim insanı çıkıp ‘Yaşlanmayı durdurduğunu’ söylese şaşırmayacağız.
Nitekim yaşlanma karşıtı araştırmalarıyla ünlü biyolog David Sinclair ve ekibi söz konusu makalede, ‘yaşlı, kör farelere yeniden görme yetisi kazandırdığını’, ‘beyni gençleştirerek bilişsel yetileri geri getirdiğini’, ‘daha sağlıklı kas ve böbrek dokusu oluşturularak bedensel gençleşmeyi sağladığını’ açıkladı.
Araştırma dünya basında geniş yer buldu.
Yine aynı günlerde ABD’li girişimci / yatırımcı Bryan Johnson’ın ‘zamanı geri döndürdüğü’ iddiası geçen ayın çok konuşulan haberleri arasında yer aldı.
Hem bu gelişmeleri hem de yaşlanma karşıtı araştırmalarda ne kadar yol kat ettiğimizi Prof. Dr. Elvan Böke’yle konuştuk.
Böke, hücre ve gelişim biyolojisi alanında çalışıyor. İspanya’da, Center for Genomic Regulation’daki Böke Lab’in lideri.Bir dönem Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde araştırmacı olarak bulunan Elvan Böke, yaşlanma karşıtı araştırmalarda geldiğimiz noktayla ilgili gerçekçi bir tablo sunuyor.
Cell’de yayımlanan David Sinclair makalesiyle başlamak istiyorum. Sinclair çok iddialı şeyler söylüyor. Yaşlanma konusunu yeni bir bakış açısıyla ele aldığını, hücreleri zamanda ileri – geri hareket ettirdiğini, yaşlı fareyi gençleştirdiğini…
Akademisyenlerin üzerinde ticari baskı var
Yaşlanma karşıtı araştırmalar, özellikle ABD’de ciddi bir ticari alana dönüştü. Türkiye’de de vardır; ‘Şu vitamin yaşlanmayı geciktiriyor’, ‘Bu takviye beyin fonksiyonlarını güçlendiriyor’ gibi. İnsanlar bu (daha) kanıtlanmamış araştırmalardan hatırı sayılır kazançlar elde etmeye başladı.
Mesela, bir şirket kuruluyor, uzun vadeli etkileri henüz bilinmeyen bir ürünle ilgili çok büyük reklamlar yapılıyor. Ürünün insanlarda işe yarayıp yaramadığı 10-20 sene sonra çıkabilirse çıkıyor ama o süre içinde insanlar korkunç paralar kazanmış oluyor.
David Sinclair’in araştırması da böyle mi diyorsunuz?
O konuya geleceğim. Batı’da akademisyenler üzerinde, özellikle de ABD’li akademisyenler üzerinde çok baskı var. Araştırmaların tıpta uygulanabilir hale gelmesi ya da ticari bir ürüne dönüştürülebilir olması isteniyor.
Bazı bilim insanları, bu baskının sonucunda şunu yapmaya başladı. Bir araştırma hayvan deneylerinde yaşam süresini yüzde 10 – 20 uzatıyor gibi göründü diyelim, insanlarda nasıl etki edeceğine fazla bakmadan tak firmayı kuruyor, satışa başlıyor. Hem para kazanıyor, hem üniversitesini mutlu ediyor, hem ünleri yayılıyor. Ama 10 sene sonra aslında insanlarda hiç de işe yaramayan bir şey olduğu ortaya çıkıyor. Hadi bakalım bir sonraki projeye geçiliyor.
Cell’deki makaleye dönersek…
Cell’deki makalenin yazarı David Sinclair Harvard Üniversitesi’nde profesör. CV’si yukarıda anlattığım çalışmalarla dolu. Çok işe yarayan bir şey bulduğunu söylüyor, bunu kullanın diyor. Bir firma kuruyor, firmayı satıp para kazanıyor. Sonra firma kapanıyor.
Hangi firması kapandı?
Kapanmakla kalmadı, büyük haber oldu. Yıllar önce, bir kimyasalın fare ömrünü uzattığını söyledi, bir firma kurdu. Uluslararası ilaç şirketi GlaxoSmithKline (GSK) bu firmayı yanılmıyorsam 700 milyon dolara satın aldı.
Daha sonra Pfizer bu ürünün işe yaramadığına dair bir makale yayımladı.
Pfizer ilaç şirketi, nasıl makale basıyor?
Pfizer, daha doğrusu Pfizer’da çalışan bilim insanları yazdı makaleyi. Makale prestijli JBC dergisinde basıldı.
GSK ve Pfizer birbirine rakip iki ilaç şirketi. Ortada 700 milyon dolarlık bir yatırım var. Pfizer’da çalışan bilim insanları, ‘ömür uzatıyor’ denen şeyin o kimyasal değil, onun ucundaki bir ekleme olduğunu ortaya çıkardılar. Üstüne üstlük işe yaramadığını çünkü kontrol deneylerinin yanlış olduğunu gösterdiler. Bunlar olurken ben de Harvard’daydım.
700 milyon doları aldı, ‘gözümden kaçmış’ dedi
David Sinclair ne yaptı?
David Sinclair, 700 milyon doları aldı, kontrol deneylerinde kandırmaca yapmadım, insani bir hataydı, gözümüzden kaçmış dedi. Yoluna devam etti. Bilim dünyasında yaşlanma alanında çalışan insanların büyük bir çoğunluğu David Sinclair’in çalışmalarına şüpheyle bakar. Yaşlanma araştırmalarını ‘snake oil’ (‘yılan yağı’ sağlık ürünlerinin yanıltıcı şekilde pazarlanması anlamına gelen bir deyim ) alanına çevirdi denir.
O yüzden makalesi diye özellikle dikkatli okudum. Makalenin iki çok zayıf yanı var. İlki kullandıkları metod. Kullandığımız metod DNA’ya zarar vermiyor sadece DNA’nın topladığı epigenomu değiştiriyoruz diyorlar. Ama David Sinclair’in kendi laboratuvarı iki sene yayınladığı başa bir makalede aynı metodu kullandı ve bu metodun DNA’ya zarar verdiklerini söylediler; yani şimdi söylediklerinin tam tersini söylediler.
DNA’da mutasyon olduğu zaman hücreler yaşlanıyor; bu bilinen bir şey. Şu anki Cell makalesi, aynı laboratuvarın in iki sene önce söylediğinin tam tersini, yani bu metodun DNA’ya zarar vermediğini iddia ediyor.
İkinci zayıf noktası?
Yaptığımız çalışmalar sonunda fare gençleşti diyorlar. Ama hayvanın gençleşip gençleşmediği makalede hiçbir yerde geçmiyor.. Birkaç tane biyomarker’a bakıyorlar. Onların da yaşlanmaya sebep olup olmadığı bilinmiyor.
Makalede, DNA’nın bozulduğu için değil bazı bilgileri unuttuğu için yaşlandığını söylüyorlar. Bu ne demek?
DNA’nın unutması dedikleri aslında epigenetik hafıza. DNA ile ilgili her şeye genetik deniyor, DNA’nın içinde olmayan ama DNA ile iletişim halinde olan proteinlere eklenen bazı bilgiler var hücrelerimizde. DNA ile direkt alakalı olmayan ama onu dolaylı yollardan etkileyip, hücrenin işleyişini etkileyen tüm modifikasyonlara epigenetik deniyor. ‘Epi’ öneki ‘yanındaki’ gibi. Epigenetik; genetiğin yanında, genetikle birlikte.
Basit bir şekilde anlatmak gerekirse, DNA’mızı ince uzun bir ip gibi düşünebiliriz. Ama hücrelerimize sığabilmek için paketleniyor. Bu paketlemeyi de DNA’ya bağlanan proteinler yapıyor. Çok sıkı paket ediyorsunuz, iyi güzel, ama diyelim ki paketin içinde kalan bir kısmındaki bilgiye ulaşmamız gerekti. O zaman bunu açmak gerekiyor.
Bunun için de bu proteinlerin üstüne modifikasyonlar koyuyor. O modifikasyonu yaptığı zaman DNA’nın bir kısmı açılıyor. Daha sonra ona ihtiyacı olmadığı zaman o modifikasyonu kaldırıyor. Tekrar kapanıyor. Sıkı paketlenmiş haline dönüyor.
Epigenetik dedikleri şey proteinin üstündeki modifikasyonlar. Bütün epigenetik alanı bu modifikasyonun çalışması. Bu modifikasyonlar yanlış olursa ya da bir hücre bunu unutursa o zaman bu DNA’ya ulaşımını ya da DNA’nın erişimini değiştirebiliyoruz.
Epigenetik çok tartışmalı bir alan
Konumuzla ilgili değil ama konu epigenetiğe geldiği için sormadan edemeyeceğim. Buradan nasıl aile dizimine geliyoruz? Aile dizimi sık sık Çok gündemde olan bir konu ve epigenetikle birlikte anılıyor.
Çünkü epigenetik kalıtım dedikleri şey, bu proteinlerin üstüne koyduğumuz modifikasyonların çocuklarımıza kalıtım yoluyla geçebildiğini söylüyor. Öyle bir modifikasyon var ki DNA’nın bir kısmına erişim engelleniyor diyelim. Ve bunu çocuklarımıza aktarırsak onlarda da DNA’nın o kısmına erişim engellenebileceği için genetik olmayan bir aktarım yapıyoruz.
Bu arada epigenetik de çok tartışmalı bir alan; neden-sonuç ilişkileri çok çelişkili.
Eğer yaşlanma DNA’da değilse onu ilaçlarla kimyasallarla vs. değiştirmek daha kolay olabilir tabii. DNA’daki bir mutasyonu değiştirmek için DNA’yı değiştirip tamir etmek gerekiyor.
Ama teorik olarak, bu epigenetik modifikasyonları değiştirmek daha kolay. Evet hücre değişiyor ama bu epigenetik modifikasyonlar unutuluyor mu, yumurta/ sperm hücrelerine aktarıyorlar mı, nasıl aktarıyorlar vs. Yüzlerce laboratuvar bunları çalışıyor.