Belki çoğumuz farkında değil ama içinde bulunduğumuz coğrafyada bir devir kapandı, yeni bir devir açılıyor, sancılı bir geçiş süreci yaşanıyor…
ABD’nin yıllar yılıdır ortalığı kana bulayan, Orta Doğu ve Kuzey Afrika halklarına vahşetin daniskasını yaşatan Büyük Ortadoğu Projesi’nin artık iflas ettiği dramatik gelişmelerle kanıtlanıyor.
Deli dolu hareketleriyle büyük tepkiler toplayan yeni ABD Başkanı Trump aynı zamanda açık sözlülüğüyle de biliniyor ve net konuşuyor: Seçim sırasında Orta Doğu’daki terör örgütlerini, başta İŞİD denen çapulcu ordusunu ABD’nin yarattığını söylemekten çekinmeyen Trump, bugün fazla masraflı olduğu için artık Ortadoğu’dan çekilme zamanı geldi diyor.
Doğrudur, ABD’nin Orta Doğu macerası ABD maliyesine fazladan 7 trilyon dolar cıvarında bir maliyet getirdi ki bu rakam korkunç bir rakamdır.
Peki bu korkunç rakam ne için harcandı ve bunca kan ne için döküldü?
Kapitalizmin emperyalizmi yönlendirdiği tüm güçlü devletlerde olduğu gibi, ABD’de siyasi gücü elinde bulunduran enerji ve silah şirketlerinin keyfi olsun, tekerlekleri dönsün diye…
Hepsi bu kadar…
Ama bu macera duvara fena tosladı.
Başta Rusya, Orta Doğu’daki son kalesinin yıkılışına, ABD emperyalizmi tarafından ele geçirilişine izin vermedi.
ABD’nin Mısır, Libya, Irak gibi ülkelerdeki hesapçıkları tutsa da, Türkiye, Suriye ve İran gibi ülkelerde yapmayı planladığı rejim değişiklikleri ve kukla rejimler yaratma çabaları tutmadı, tepetaklak geldi.
Şimdi kuyruğunu kıstırıp bölgeden gidiyor.
Girmesine gidiyor da, arkasında tam bir kan, gözyaşı ve nefret banyosu bırakıyor.
Suriye tarihin gördüğü en korkunç iç savaşlardan birini yaşayarak mahvoldu.
Türkiye açısından iç ve dış barış tamamen yok oldu, AKP ve karşısında olan siyasi güçlerin kısır çarpışması toplumsal bölünmeyi de beraberinde getirdi, ABD menşeili olduğu tartışma götürmeyen FETÖ darbesi ve arkasından gelen artçı depremler Büyük Ortadoğu Projesi’nin tökezleten önemli kırılma noktalarından biri oldu, ancak mevcut iktidar bugüne kadar siyasi ve ekonomik istikrarı dengeleyemediği, sürdürülebilir politikalar geliştiremediği için sarsıldı, sarsılan siyasi istikrar arkasından ekonomik istikrarsızlığı getirdi ve Türkiye ekonomik olarak çok büyük bir deprem geçiriyor.
Birkaç yıl öncesinde çok ciddi siyasi ve ekonomik sıkıntılar yaşayan İran ise sırtını Rusya’ya dayayarak geçiş sürecini çabuk atlattı, şimdilerde toparlanma sürecine girdi.
Rusya ise ABD ile göze göz, dişe diş bir mücadeleye girişti, kendi etki alanı içindeki Doğu Akdeniz coğrafyasında ABD çıkarlarına geçit vermedi.
Bütün dünya Soğuk Savaş döneminin artık kapandığını sanıyordu, ancak bu kapanış sadece Avrupa Birliği için geçerliydi, AB’yi tehdit eden soğuk savaş dönemi Berlin Duvarı’nın yıkılışıyla birlikte kapanmıştı.
Ancak ABD ile Rusya arasındaki savaş gayet de sıcak bir şekilde Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgelerinde sürdü ve günümüze kadar geldi.
ABD bu iki coğrafyada Rusya’nın ekonomik, askeri ve siyasi ilişkilerini sıfırlamak için iç savaşlar çıkarttı, kafası basmayan, fanatik dinci, karacahil Müslüman kitleleri kullanarak hükümetleri devirdi, rejimleri yıktı, Müslümanları yine Müslümanların eliyle katlettirdi, kendi silah tüccarlarının zenginliklerine zenginlik kattı, enerji simsarlarının Doğu Akdeniz coğrafyasındaki çıkarlarını garanti altına aldı.
Ancak son iki hamlesi, yukarda da belirttiğim gibi, amacına ulaşamadan başarısız oldu, Türkiye ve Suriye’de istediğini elde edemedi.
Amma ve lakin, bir taşla iki kuş vurmak isterken kuşun birini ıskalasa da, bir tanesini vurdu…
Kıbrıs’da Rum tarafını kendi saflarına çekerek İsrail ve Mısır ile işbirliğine soktu, Orta Doğu bölgesinin en zengin enerji kaynaklarından birinin, Kıbrıs’ın hemen güneyinde denizde yer alan doğal gaz yataklarının geleceğini ve kontrolünü garanti altına aldı.
Doğu Akdeniz coğrafyasında enerji kaynakları konusundaki siyasette etkili olamayacağı ve laf üretmekten öteye bir etkisi olmayacağı artık gün yüzüne çıkan Türkiye ise elindeki kozu karada kullandı ve Türkiye’nin güney sınırlarında, Suriye’nin ise kuzey sınırlarında Irak’tan Akdeniz’e kadar bir şerit halinde kurulması planlanan ve ABD kuklası olacak Kürt devletine bir darbe vurdu, Afrin’e kadar girerek bu uyduruk devletçiğin oluşumunun önüne bir duvar çekti.
Hemen arkasından da, Rusya ve İran ile ilişkileri geliştirmeye başladı ve daha bugün (dün) üç ülkenin liderleri seviyesinde bir zirve gerçekleştirildi, bu üç ülke arasında geleceğin ittifakına yönelik adımlar atıldı…
Suriye bu zirvenin dışındaydı, ancak Suriye’nin tamamen Rusya’nın koruması altında olduğunu da dikkate alırsak, Suriye’nin de dolaylı olarak bu ittifakın bir parçası olduğunu rahatlıkla görürüz.
Önümüzdeki süreçte yaşanacak olanlar şunlardır: ABD’nin uydusu olan PKK/PYD gibi terör oluşumları ve kuklalar bölgeden temizlenecek, Kıbrıs’ta bir çözüme gidilmesi için her iki tarafa da baskı uygulanacak ama Türk tarafı daha fazla baskı yiyecek, ABD politikalarına çomak soktuğu için AKP’nin ve Recep Tayyip Erdoğan’ın iktidarda kalması şimdilik Rusya ve İran’ın işine geldiği için mevcut Türkiye iktidarı bu iki güçten destek alacak, bir süre daha ömrünü uzatacak, Türkiye’nin AB ile olan ilişkileri hepten dondurulacak, hatta belki de hesap tamamen kapatılacak ki bu da Türkiye’yi sadece Rusya ve İran ile ilişkilere mahkum edecek, bu kez de Türkiye’nin siyasi ve ekonomik geleceği ekonomik ve siyasi istikrar açısından kendisinden daha sağlam duran bu iki ülkenin iki dudağı arasında kalacak, belki de Türkiye yağmurdan kaçayım derken doluya tutulacak…
Velhasıl kelam, Doğu Akdeniz coğrafyasında çok hassas dengeler söz konusu ve bu dengelerin kontrolünde aktör olabilmek için güçlü bir ekonomi, güçlü bir ordu ve güçlü bir siyaset anlayışı gerekiyor…
Türkiye yakın zamana kadar aktörlüğe soyunduysa da, son 60 yıllık süreçte, hatta NATO’ya girdiği günden beri, piyon olmaktan öteye gidemedi, hep kendisine biçilen kılıfa girmeye çalıştı, ancak son aylarda yaptığı girişimlerle acemice de olsa, aktör rolüne girmeye ve bu role ısınmaya başladı.
Türkiye’nin önündeki en büyük iki engelden biri Kıbrıs sorunudur ki bu sorun da vakt-i zamanında 1964’de 186 sayılı BM kararına imza atarak ve bir şekilde Rumları Kıbrıs Cumhuriyeti’nin resmi temsilcisi olarak tanıyarak, Gümrük Birliği’ne girebilmek için Rumların tek taraflı olarak AB’ye girmelerine de zemin hazırlayarak ve onay da vererek, Denktaş’ın sırf koltukta kalabilmek adına geliştirdiği abuk subuklukta sınır tanımayan argümanlarına alet olarak, Denktaş’ın aklıyla Kıbrıs meselesini iç politikada ikide bir ileri ve geri viteslere takarak ve tribün malzemesi yaparak ve dahası, da bu kokuşmuş malzemenin kendi eline yüzüne bulaşmasına vesile olarak, yine Denktaş’ın koltukta kalmasını sağlamak ve Kıbrıs meselesini iç tribünlerde siyaset malzemesi olarak kullanmak için dünyanın tanıdığı Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin lağvedilip yerine kimsenin tanımadığı ve tanımayacağı KKTC’nin kurulmasına fırsat vererek, NATO’dan çıkmış olan Yunanistan’ın da şartsız şurtsuz NATO’ya geri dönüşüne onay vererek, Rumların ve Yunanistan’ın eline en büyük kozları veren, kendi ayağına sayısız kez kurşun sıkan taraftır da, aynı zamanda…
Geçmişte, günü kurtarma adına da olsa, Türkiye’nin gelen giden iktidarları tarafından yapılan felaket boyutundaki hatalar zinciri, kendi ayaklarına sıkılan kurşunlar, bugün Türkiye’nin boynuna asılmış boyundoruklardır ve geçmişin günahlarını hem biz hem de Türkiye giderek artan bir borç ve faizleriyle ödüyoruz.
Değişim ve dönüşüm başladı, ancak bu değişim ve dönüşüm zaman içinde siyasi, ekonomik ve askeri boyutlarda sakatlanmış bir Türkiye ile hiç de kolay olmayacak, fazlasıyla sancılı bir süreç olacak ve ne yazık ki, bedeller ödenecek, bedelleri ödeyenler de, ne yazık ki, yine olan bitenin pek de farkında olmayan masumlar olacak…
Hastalığın ileri bir safhaya ulaştığı sırada tedavi için bulunan ilacın ne kadar etkili olacağını, hastayı ayağa mı kaldıracağını, yoksa ölümüne engel olup da sadece yaşatacağını, kronikleşmiş sorunlara yan tesirleriyle birlikte bağımlılık yaratan bir kortizon tedavisi mi sağlayacağını hep beraber göreceğiz.
Ha, bu arada, biz ne mi yapıyoruz?
Sn. Akıncı’nın nazlana niyazlana Anastasiadis ile yiyeceği piyazlı pilavının, tahtaya yazacağı bir fiyaskonun daha derdine düşüyoruz, aklımız bu işlere çok fazla bastığından 43 senede kurulan 40. fantazi hükümetinin ardından 41. entrika hükümetini kurmanın ince hesaplarını, alaverasını dalaverasını yapıyoruz, bir avuçluk memleketi yönetme konusunda mahalleliyi yöneten bakkal çırağının yöneticilik kabiliyetinden bir adım daha ileri nasıl gidileceğinin hesaplarıyla uğraşıyoruz…
Bu arada, naz, niyaz, piyaz, üstüne de “tahtaya bir fiyasko daha yaz…”…Fena kafiye olmadı ha, ne dersiniz!