Bir müsibet bin nasihat...

Ediz TUNCEL

15 Temmuz KARA CUMA görünüşe göre Türkiye siyasetinde bir dönüm noktasına vesile oldu.

Bir müsibet bin nasihatten iyidir derler, bizim gibi kafasını duvara vurup da kırmadıkça duvarın sertliğini anlamayan toplumlar için kesinlikle doğru bir laf...

Zaten özdeyişler, atasözleri filan belirli tecrübelerin yansıma olarak ortaya çıkan söylemler.

Tarih tekerrürden ibarettir de diyebilirdik, 15 Temmuz darbesi için...

Evet, 15 Temmuz günü gerçekten de tarih bir kez daha Türkiye'de tekerrür etti.

Aslında, tüm olumsuzluklarına rağmen, belki de "iyi ki de etti" demeliyiz.

En azından eteklerdeki taşlar döküldü, ABD'nin 1950'li yıllardan beridir sürdürdüğü ve giderek şiddetlendirdiği Ortadoğu politikasının bir dönüm noktasını oluşturdu, 15 Temmuz...

ABD bu darbeden tam olarak beklediğini bulamadı, ama aslında bir taşla üç kuş yerine iki kuş vurmuş oldu...

Birincisi, Türk ordusunun şerefi, onuru bir kez daha beş paralık edildi, dünyanın gözü önünde aslında hiçbir şeyden haberi olmayan, terhisine birkaç gün kalan askerler kendilerini olayların ortasında buldu ve bazıları, sözüm ona "darbe karşıtı" çapulcular tarafından manyakça yöntemlerle katledildi, linç edildi, ve Türk ordusunun yüzde birini bile temsil etmeyen bir güruh yüzünden Türk ordusunun prestijinin katledilmesine zemin hazırlandı...

Sonra, yapılan yanlışlık bir nebze de olsa anlaşıldı ve ordunun içindeki darbe karşıtı ve darbeyi esas engelleyn tutum olmasaydı ve ordunun geneli darbecilerin aklına uysaydı, aslında sonucun tam bir katliama dönüşeceği, hem darbeye karşı gelen polisin, sivil halkın hem de siyasetçilerin çoğunun "devre dışı" bırakılacağı, yani katledileceği anlaşıldı...

İkincisi ise, aslında AKP'nin seçim tabanını oluşturan kitleye karşı, en azından bir kısmına karşı, AKP tarafından çok büyük boyutlu bir tasfiye hareketi başlatıldı.

Bu da, öfkeyle kalkan zararla oturur misali, seçim geldiğinde AKP ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın hanesine eksi olarak yansıyacak.

Bu darbe girişiminin arkasında duran esas güçler, aslında istediklerine ulaştılar, birilerini feda ettiler, birilerini ise fena halde silkelediler, kendi ayağına ister istemez kurşun sıkmasına zemin hazırladılar.

Acemiler mangasının darbe fiyaskosu sonrasında tepeden tırnağa ve aceleye getirilmiş bir temizlik operasyonu yerine, önce en tepede duran ve esas sorumlu olan elebaşları "tertiplenseydi" ve altta kalan uzantıları da "akıl yoluna" getirilerek, çağdaş devlet normlarında hizaya çekilerek, kazanılmaya çalışılsaydı, belki de çok daha hayırlı bir gidişat olacaktı.

Ahtapotun kafasını kestiğinizde kolları kontrolü kaybeder, gevşer ve öylece kalakalır...Kafa koparılmadığında, sadece kollar kesildiğinde, kesilen kolun yerine yeni kollar uzamaya başlar...

Örümceği yok etmez, sadece ağını ortadan kaldırırsanız, yeniden ağ örmesi kaçınılmazdır, aksi takdirde varlığını sürdüremez, illa ki ağını yeniden ve başka bir köşede, fırsat bulursa aynı yerde örecektir...

Yaşanan rezaletin bir başka boyutu da şudur: Türk ordusunun prestijini yerle bir eden, Ergenakon, Balyoz gibi rezilliklerden sonra siyasiler bir daha çıkıp da önce "bağırsaklarımızı temizliyoruz...", sonra da rezaletin boyutu anlaşılınca "yahu kusura bakmayın, biz de aldatıldık..." derse ve siyasi bir erdem göstergesi olarak istifa edip de yargı önünde beceriksizliklerinin, hatalarının hesabını  vermezse, mevcut iktidara  karşı halk tarafından topyekün bir isyan ortaya çıkması ve iktidarın bu kez halk eliyle alaşağı edilmesi de yaşananların doğası gereği beklenen bir sonuç olur ki, tarih örnekleriyle doludur...

Kısacası, bin yıldır her türlü dış şerre karşı ayakta kalabilmeyi başarmış Türkiye gibi bir devleti idare edenlerin böylesine korkunç boyuttaki olaylar karşısında bahane, hamaset üretme lüksü artık yoktur...

Zaten o lüksleri yoktu, ama o lüksü kendilerine hak bildikleri için bugün bir kez daha tarih tekerrür etti ve bir felaketin kıyısından dönüldü...

Ancak, bütün bunların ötesinde, darbenin başarısız olması bir yana, darbenin vesile olduğu sonuçlardan biri olarak siyasetçilerin tutumlarında da göze çarpan bir değişim de yaşanıyor.

Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım olmak üzere, herkes söylemlerinde daha temkinli, daha ölçülü davranıyor, bir taraftan FETÖ'cülerin tasfiyesi devam ettirilirken diğer taraftan FETÖ oluşumu dışında duranlara karşı da milli birlik çağrıları yapılıyor, ve bu yaklaşım da, öyle görünüyor ki, takkiyeden ve göz boyamadan uzak, tribünlere oynamaktan uzak,  samimi bir yaklaşım...

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Yıldırım'ın açıklamaları da son günlerde samimi itiraflarla dolu.

Buna, alınan acı bir dersten sonra bir nevi günah çıkarma da diyebiliriz.

Umalım ki Türkiye'de siyasiler arasındaki buzlar hep erimiş kalsın, kin, nefret, kavga, hamaset üslübu Türkiye siyasetinden artık uzak dursun...

En azından, bu yöntemlerin artık işe yaramadığı, siyasette kin, nefret ve hamaset üslübu devam ederken devletin içten fethedildiği anlaşıldı.

Net bir şekilde anlaşılan bir başka nokta da, dinin entrikalara ve ranta alet edildiği oldu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ilk kez de olsa, bu konuyu dile getirdi ve vurguladı.

Umalım ki, bundan sonra da gerçekten din kavramı asliyette sadece kulla Allah arasında olan bir olgu olarak kalır...

Ve gelelim dünyanın en önemli başkentlerinden biri olan Ankara'nın Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'in Fetullah'ın Cinleri meselesine yeniden...

Artık Melih Gökçek gibi çokbilmişlikte sınır tanımayan, örümcek kafalılara hitap etmekten hala medet uman, suçu Fetullah'ın cinlerine atan, abuk subuk söylemlerle hedef şaşırtan şahıslar, işin esasında ve özünde, Fetullah gibi bir şarlatandan daha tehlikelidirler, esasında toplumu zehirleyenlerin elebaşlarıdırlar ve artık köklerinden sökülüp atılmalıdırlar...

Bu arada, dört eski AKPli bakanı da "şüphe" üstüne FETÖ'cü ilan eden ve haklarında savcılığa suç duyurusunda bulunan "kelle avcısı" işgüzar avukat gibilerin de "tertiplenmesi" şarttır...

Madem "şüphe" denen soyut kavram insanlar hakkında suç duyurusunda bulunulması, itibar katliamı yapılması için yeterli bir sebeptir, aklına estiği gibi suç duyurusunda bulunan böyle tiplerin bir "megalomanyak ve paranoyak" olduğu şüphesiyle haklarına soruşturma başlatılması için savcılığa başvurulması halinde ne olacak!!!

AKP'nin büyük bir kısmının yakın zamanlara kadar Fetullah hayranı olduğu biliniyor, üstelik de Feto hakkındaki olumlu düşüncelerini saklamıyorlardı...

Elbette ki bu bir hatadır, aklı başında olan şahısları ilahlaştırmaz, peygamber, Allah yerine koymaz.

Ancak, bir çıkar çarkı çerçevesinde, kendilerine yer edinebilmek için, rant elde edebilmek için bunu yapmışlar ve günün sonunda da Fetullah'ın da aslında dünyayı çepeçevre saran bir ABD komplosunun, bir örümcek ağının bir parçası olduğunu "ister istemez" anlamışlar...

Bugünse, yaşanan musibetten sonra günah çıkarıyorlar.

Yarayı daha fazla deşmenin bir faydası olmaz.

Sadece, yara tedavi edilirken, kurunun yanında yaşın da yanmamasına dikkat edilmeli, AKP hükümeti insan haklarının, uluslararası hukuğun ve demokrasinin yara almadan bu badireyi atlatması için normalden çok daha fazla ve özel çaba sarfetmelidir.

Müsibet yaşandı, artık nasihata ihtiyaç olmamalı, fırsatlar değerlendirilmesi, gerçek liderlik ne demekmiş, hukuk devletinin yönetimi nasıl olurmuş dünyaya gösterilmeli...