Bir özür yazısı

Oshan SABIRLI

Bir özür yazısı İlk kez bir köşe yazısını yazarken böyle heyecanlanıyorum. Aslında söyleyecek, anlatacak o kadar çok şey var ki bu gün için. Kelimelerin yetmediği durumlar, sevgi sözcüklerini söylemeye çalıştığımız zamanlar için en zor zamanlar şeklinde karşımıza çıkıyor. İnsan büyüyünce, zaman içerisinde ne kadar az şeyi bildiğini fark ediyor. Hani çocukluk veya erken gençlik çağlarımızda her şeyi bildiğimizi, dünyanın en zeki insanı olduğumuzu düşündüğümüz anla var ya, saçlarımıza aklar düşmeye başlayınca değişimi hissediyoruz. Duygusallık, yaşın ilerleyişi ile daha yakından alakalı. Aşkın gerçeğini, günlük sevdaların aşk olmadığını büyüyünce daha sağlıklı olarak görebiliyoruz. Hele kendi evimize yerleşince ve aile kavramının önemini fark ettiğimizde, bazı şeylerin gerçekte çok daha zor olduğunu anladığımızda, yaptığımız haksızlıkları çok daha kolay görebiliyoruz. Yaptığımız hatalar, kırdığımız kalpler için şansımız varsa yani, geç kalmamışsak özürden korkmamalı insan. Hani kanımızın kaynadığı, enerjimizi doruk yaptığı, uykuya hayıflandığımız anlar vardı ya, işte o anlarda kendimizi ne kadar yıprattığımızı da fark ediyoruz. İstediğimiz her şeyin, anında olması gerektiğini düşündüğümüzde, birilerinin kalbini mengeneye koyup ezdiğimizi hiç fark etmemişizdir aslında. İlk kez evden ayrıldığım zamanlarda, annemin, odamı sık sık ziyaret ettiğini, yatağımı, yastığımı kokladığını bana anlatmasını şimdi düşününce daha da duygulanıyorum. “Aman oğlumun başına bir bela gelmesin, hastalanmasın” diye yorumları kulaklarımda çınlıyor. Çok şanslıyım. Sağlıklıyım ve bir birey olarak hayat yolunu kendi adımlarımla ilerliyorum. Gün anneler günü. Şanslıyım, çünkü vakit henüz geç değil. Şanslıyım çünkü konuşabiliyor, anlatabiliyorum. Şanslıyım çünkü annem hayatta ve yaptığım tüm hatalar, yanlışlar ve kırgınlıklar için özür dileme fırsatım var. Canım annem, iyi ki varsın. Canım annem iyi ki beni sen yetiştirdin. Anneler günün kutlu olsun.     **** Diğer anneme Şans herkese gülmez.  İnsan eşini kendisi seçebilir ama ailesini seçme şansına sahip değildir. Ben, bu seçim yapma şansımın olmadığı dünyada, en doğru insanı ve onun ailesini de kazandım. 2. Annem sevgili Fügen Deveci, sanırım hem eşimin annesi olman, hem de Defne gibi bir kız çocuğu yetiştirmen nedeni ile seninde hakkını ödeyemem. Bir insan sonradan tanıdığı bir aileyi en çok ne kadar sevebilirse, senide o kadar çok seviyorum. Anneler günün kutlu olsun.       Anneler Gününün Başlangıç Hikayesi, Anneler gününün nereden geldiğini anlatanlar farklı kaynaklarda hep annesini kaybetmiş olan küçük bir kız çocuğundan bahsederler. Gerçek bu ise Anneler Günü fikrini hayata geçiren Anna Jarvis annesini 1905'de kaybettiğinde tam 41 yaşındaydı.   Asıl mesleği öğretmenlik olan 1864 doğumlu Anna Jarvis, 1902 yılında babası ölünce annesi ile beraber Amerika'da Philadelphia'da yaşayıp çalışmaya başladı. 3 yıl sonra 9 Mayıs 1905 yılında annesini kaybetti. Sürekli annesi ile beraber yaşamasına rağmen öldükten sonra, Ona hayattayken gerekli ilgiyi gösteremediğine inanıyor ve bunun ezikliğini duyuyordu.   İki yıl sonra Mayıs'ın ikinci pazarında, annesinin ölüm yıldönümünde arkadaşlarını evine çağırdı ve bu günün anneler günü olarak ülke çapında kutlanması fikrini ilk onlara açtı. Fikir kabul gördü, anneler memnun kaldı, babalar itiraz etmedi, Amerika'nın önde gelen bir giysi tüccarı da finansal desteği sağladı.   İlk anneler günü Jarvis'in annesinin 20 yıl süresince haftalık dini dersler verdiği Grafton'daki bir kilisede, 10 Mayıs 1908'de, 407 çocuk ve annesinin katılımı ile kutlandı. Jarvin her bir anneye ve çocuğa kendi annesinin en çok sevdiği çiçek olan karanfillerden birer tane verdi. O günden sonra, temizliği, asaleti, şefkati ve sabrı ifade eden beyaz karanfil Amerika'da anneler gününün sembolü olarak kabul edildi.   Sıra anneler gününü "milli bir gün" olarak kabul ettirmeye gelmişti. Jarvis, tarihte tek bir kişi tarafından gerçekleştirilen en başarılı mektup yazma kampanyası ile gazete patronlarından işadamlarına, devlet adamlarından din adamlarına kadar ulaşabildiği herkese bu fikrini iletti. Fikir o kadar çok ve çabuk kabul gördü ki, Senato onaylamadan çok önce, birçok eyalet ve şehirde anneler günü kutlamaları gayrı resmi olarak başlatılmıştı bile.   Sonunda 8 Mayıs 1914'de Senato'nun onayı, Başkan Wilson'ın da imzası ile Mayıs'ın ikinci pazarı 'Anneler Günü' olarak resmen ilan edildi. Çok kısa sürede diğer ülkelere de yayılan bu gün çiçek ve tebrik kartı satışlarının tavana vurduğu bir gün oldu.     Anna Jarvis sonunda muradına ermiş, kampanyasını başarı ile sonuçlandırmıştı ama kendi hayatı pek mutlu sonla bitmedi. Yoğun çalışmadan evlenmeye ve çocuk sahibi olmaya fırsat bulamadı. Her anneler günü onun için bu yönden acı oldu.   Daha ziyade dini ağırlıklı bir kutlama olarak düşündüğü bu günden ticari çıkar sağlamaya çalışanlara karşı hukuki savaş açtı. Davaların hepsini kaybetti. Dünyadan elini eteğini çekti. Bütün gelirlerini hatta ailesinden kalan evini bile kaybetti.   Kalan hayatını adadığı, gözleri görmeyen kız kardeşi Elsinore'da 1944'de ölünce sağlığı da tehlikeye girdi. Dostları ona destek vererek son yılını sanatoryumda geçirmesini sağladılar. Bütün dünya annelerinin en azından senede bir gün mutlu olmalarını sağlayan Anna Jarvin, mutsuz, yarı görmez ve yalnız bir şekilde 1948'de 84 yaşında öldü.       FIKRA Belediye başkan adayları ve Çukur Karadeniz’de bir beldede gerçekleşecek seçim öncesinde belediye başkan adayları vatandaşlara seçim propagandaları ile sesleniyormuş. Vatandaşlar ise beldenin en büyük sorunu olan bir çukur ile ilgili başkan adaylarına icraatlarını sormuş. Beldede bulunan bu çukura zaman zaman belde sakinleri düşüyormuş. Ölenler de oluyormuş bu çukurda. Bu duruma çare bulmak için adaylar çözüm yollarını üretmiş. Herkes konu ile ilgili görüşlerini söylemiş. Belediye başkan adaylarından biri de bizim Temel imiş. Başkan adaylarından biri fikrini açıklamış: -Çukurun yanında sürekli bir ambulans bekletelim, kuyuya düşen olursa hemen müdahale etsin. İkincisi başkan adayı görüşü açıklamış: -Böyle olmaz, çukurun yanına bir hastane açalım, kuyuya düşeni hemen hastaneye götürürüz. Bu sözleri dikkatle dinleyen Temel hemen söze karışır: -Ula uşağım, sizde hiç akıl yok. Böyle şey olur mu? En iyisi bu çukuru kapatalım, hastanenin yanında bir çukur açalım.