“Tarih bir halkın güvenliğini,diğer bir halkın zararına olacak şekilde sağlayamayacağını kanıtlıyor.”
“Bir ülkenin güvenliği Barış’ı tesis edemez, Barış güvenliği tesis eder.”
Bu satırlar Michelle Cohan Corasatti’nin “Badem Ağacı” adlı kitabından alınmıştır.
Peki kimdir Michelle Chon Corasatti?
Kudüs İbrani Üniversitesi’nde Ortadoğu Çalışmaları alanında lisans, Harvard Üniversitesi’nde de aynı alanda yüksek lisans yapmıştır. Corasatti aynı zamanda uluslararası hukuk ve insan hakları avukatıdır.
Corasatti Yahudi kökenli bir Amerikan vatandaşıdır.
Hayatının yedi yılını da İsrail’de geçirdi.
Buradaki deneyimlerini yalın bir anlatımla kitabına aktardı.
“Badem Ağacı” adlı kitabı Corasatti’nin ilk kitabıdır.
İsrail ve Filistin çatışmasının yıllardır devam eden ve bölge coğrafyasına sürekli kaybettiren bir savaş olduğunu, İsrail ile Filistin arasında Barış’ın mümkün olduğunu, birlikte yaşamanın mümkün olduğunu, iş birliği yapmanın mümkün olduğunu güzel bir betimlemeyle okuyucusuna aktarıyor.
Ve hatta bu nokta da İbrani Üniversitesi’nde bulunduğu yıllarda tanıklık ettiği bir olay üzerinden de kitabını kurguluyor.
İbrani Üniversitesinde Yahudi kökenli İsrail’li akademisyenler ile Filistin kökenli İsrailli akademisyenlerin bilim üzerinde iş birliği yaptığını birlikte çalıştıklarını ve bu çalışmaların bugün özellikle Amerika’da birçok üniversitede kaynak olarak kullanıldığının altını çiziyor.
Fakat bu gerçekliğe rağmen İsrail ve Filistin çatışmasına sebep olan ve yıllardır üstesinden gelinemeyen karşılıklı önyargıların bu sorunun uzayıp gitmesinde en büyük rol oynadığını da belirtiyor kitabında Corasatti.
Ve Camp David’den bu yana, yani 18 Eylül 1978’de Mısır ile İsrail arasında imzalan Camp David Antlaşması, bir ölçüde Ortadoğu'da Baasçılık ve Arap milliyetçiliği gibi rejimler için de sonun başlangıcı anlamına geliyordu.
Kadro hareketi niteliğine sahip ve elitist karakterli bu hareketlerin bıraktığı bu ideolojik boşluğu, kitlesel bir nitelik kazanmayı başaran İslamcı akımlar dolduruyordu.
Ve bu akımların bugün gelinen noktada gerek bölgeye gerekse de dünya Barış’ına ne denli tehdit oluşturduğunu zaten görmekteyiz.
Gazze’deki insanlık ayıbının boyutları, orada abluka altında kısıtlı imkanlarla yaşamaya çalışan ve her türlü insan hakkının ihlal edildiği, yaşama şanslarının ellerinden alındığı Filistinli insanların içinde taşıdıkları ve nesiller boyu sürecek öfkenin dışa vurmuşluk halinin yansımaları bugün dünyanın her bir karesinde hissedilmektedir.
Kısacası Ortadoğu’da yaşananlar artık sadece Ortadoğulu insanları olumsuz etkileyen hadiseler olmaktan çıkmıştır.
Ortadoğu bugün kan gölüne çevrilmişse, Avrupa’da da Amerika’da da veyahut bir başka coğrafyada da huzur olmayacaktır.
Bunu zaten yaşanan örneklerle görüyoruz.
Malum ki Akdeniz’in Doğusunda bu küçücük adada da benzeri bir durum var.
Yarım asırdır devam eden bir siyasi sorun söz konusu.
Öyle bir sorun ki bu sorun adada yaşayan hiç bir canlıya bugüne kadar olumlu bir katkı sağlamamıştır.
Burada yaşayan halklar hep adanın kaybedeni olmuştur.
Karşılıklı yaşanan ve telafisi olmayan acılarla yüzleşmiştir.
Bugün ise bu sorunun giderilmesi noktasında büyük çabalar harcanıyor şu sıralar.
Karşılklı duyulan kaygılar var,endişeler var, tereddütler var.
En önemlisi karşılıklı güven kayıbı var.
Ama bütün bunları aşmak için de büyük bir istek var.
İnanç var, Barış’a dair umutlar var.
Bakalım sonucu hep birlikte göreceğiz.
Lakin demem o ki, dünyanın hiç bir yerinde hiç bir millette, hiç bir ulusa sürekli çatışma hali olumlu bir katkı sağlamamıştır bugüne kadar.
İnsanlığı öldürmüştür.
Acılar yaşatmıştır.
Kaybettirmiştir...