Garip bir başlık oldu, amma ve lakin, her muharebenin arkasında ekonomik bir hesap da olduğu için tarih boyunca muharebe ve muhasebe hesapları aslında hep beraber gitmiştir…Aşağıda göreceğiniz gibi…
Amerikan iç savaş sırasında Kuzeyliler ve Güneyliler arasında toplamı topu topu 17-18 gün süren on ayrı meydan savaşında ölenlerin sayısı 295 bin kişi…
Her bir savaşta can kayıpları 20 bin ile 50 bin arasında değişiyor…
En uzun süren savaş topu topu 3 gün bile sürmemiş, sabah başlayıp öbür günün akşamına bitmiş, can kaybı 50 bini geçmiş…
Yaklaşık beş yıl süren iç savaşta hayatını kaybeden sivil ve askerlerin haddi hesabı yok, o zamanki kayıtlara göre can kaybı sayısı 650 binleri bulmuş…
Bazı iddialara göre de bu rakam 850 bini geçmiş, o dönemde doğru dürüst kayıt tutulamadığı için gerçek can kaybı sayısı eksik kalmış.
Ekonomik kayıp o zamanın Amerikasında milyarlarca dolar, bugün bile kaybı tahammül edilemez rakamlar…
Neydi paylaşamadıkları?
Amerika’daki rant sistemiydi paylaşamadıkları, bir ucunda da sözde kölelik vardı…
Kuzey Güneyi yendi, kendi rant sistemini Güney’e kabul ettirdi, problem bitti.
Sonra sıra başka savaşlara geldi, yurt dışındaki rant savaşlarına…
Kuzey ve Güney tek devlet olarak bu savaşlara beraber girdiler, ortak çıkarları söz konusuydu.
Birinci Dünya Savaşı’nı geçtim, savaş ve savaşın sebep olduğu sorunlardan ölenlerin sayısı, hastalıklar da dahil olunca, yüz milyonu devirdi, o yüzden bu savaş süresince verilen canların hesabını sağlıklı bir şekilde tutmak mümkün değil, ABD’nin de bu savaşta ötekilere oranla fazla bir can kaybı yok.
Ama sonrasındakiler için var.
İkinci Dünya Savaşı’nda ise ABD ordusunun can kayıpları 4 yılda 418 bini bulmuş…
3 sene süren Kore savaşında 37 bin, yaklaşık 11 yıl süren Vietnam savaşında ise 58 bini biraz geçmiş.
Birinci Körfez Savaşı’nda ise topu topu 258 can kayıbı var.
Dünyanın orasında burasında, ama daha çok da Ortadoğu ve Afrika bölgelerinde patlak veren sonraki savaşların tümünde de Amerikan askerleri rol oynadı, can kaybı ise nerdeyse sıfıra yakın.
Amerika’yı kurarken birbirlerini paramparça etmekten çekinmeyen, sonraki yüz yılda dünya savaşlarında ve bölgesel savaşlarda yeni dünya kurulurken kuruluş sürecinde başrolü oynamak için evlatlarını harcamaktan çekinmeyen Amerikalıların son otuz yıldaki bölgesel savaşlarda can kayıplarının toplamı 5 bini ya bulur ya bulmaz.
Kısacası dövüle dövüle dövmeyi, birbirlerini öldüre öldüre öldürmeyi, birbirlerini sömüre sömüre sömürmeyi öğrendiler.
Bunları o kadar iyi öğrendiler ve uzmanlaştılar ki, başka coğrafyalardaki emperyalist çıkarları için kendileri öleceklerine milleti birbirine düşürüyorlar, birbirine kırdırıyorlar, bu kırımı güzel güzel kontrol ediyorlar, tavşana kaç tazıya tut politikası uyguluyorlar, bu arada kendi emperyalist çıkarlarını gözeten rant çarklarını tıkır tıkır döndürüyorlar, yarattıkları kaos, vahşet ve dehşet ortamında çaresiz kalan ve denize düşen yılana sarılır durumuna düşen halklara, hükümetlere canlarının istediği sistemi empoze ediyorlar, işlerine yarayacak sistemleri, çarkları kuruyorlar, sonra da kanla yoğurdukları coğrafyadan gelen ekonomik rantın tadını çıkarıyorlar…
Gelelim o emperyalist çarkların tıkır tıkır döndüğü coğrafyalardan birine, Türkiye’ye…
1071’den beridir aynı toprakları paylaşan, o topraklar için yüz yıl önce canını veren, kanını döken, çoğu savaş meydanlarında kucak kucağa yatan Türk ve Kürt evlatları, yüz yıl bile geçmeden birbirlerine girdiler, birbirlerinin kanını dökmeye başladılar…
Neydi paylaşamadıkları?
Bin yıldır paylaştıkları vatan toprağını bin yıl sonra neden paylaşamadılar!!!
Çünkü o topraklarda, özellikle de Türkiye’nin güneydoğu coğrafyasında ABD enerji şirketlerinin iştahını kabartan ve güneydoğudan Kuzey Irak’a kadar kesintisiz uzanan bir rant vardı, hala var…
Yüzlerce milyar varillik petrol eder trilyonlarca dolar!
Bu trilyon dolarlık kaynaklar için ABD, devletin gücünün değil ilkel aşiret yapısının, medeniyetin değil zır cehaletin, kalemin değil silahın gücünün, adaletin ve hukuğun değil ilkel törenin hüküm sürdüğü Kürt toplumu içinde belli dengeleri elinde tutanları bir güzel ayarttı, bunların kanlarına girdi, kendine piyonlar yarattı, emperyalist senaryolarına uygun olarak Türk ve Kürt vatandaşlar arasında yapay sebeplerle daha sonra boyutu değişecek olan kavgalar çıkarttı, bu süreçte psikolojik savaş yöntemleriyle bilinç altında Türkiye’nin doğusu ve batısı diye birbirinden duygusal açıdan kopmuş iki bölge oluşturuldu.
Kısacası tıpkı 150 yıl önce kendi iç savaşlarını başlatan şartların benzerlerini her türlü gelişmeye kapalı ve törelerle aşiret yapısına bağlı bir toplum olarak yaşayan Kürtlerin ileri gelenlerini kullanarak Türkiye’de de oluşturdular, fitili tutuşturulmuş ve kökeninde ekonomik rant yatan bu psikolojik savaşın meyvesi de kısa süre içinde etnik ve ölümcül bir nefretin oluşması oldu.
Bu nefretin kaçınılmaz sonucu olarak kan dökülmeye başlayınca en sonunda iki tarafı birbirine fena halde girdi, can kayıpları son 30 yılda 70 binleri aştı…
Bugün tarihinin en kritik seçimlerinden birine giren Türkiye’de miting meydanlarında şu kadar yüz, şu kadar bin şehidimiz var, şu kadar bin de terörist öldürüldü diye nutuklar atılıyor, ölen canların hesapları tutuluyor, ABD’nin emperyalist çıkarlarının kanla yoğrulmuş ekmeğine etnik nefret, vahşet ve ölümlerle yoğrulmuş yağ sürülüyor…
Adamlar kendilerine 150 yıl önce giren kazzığı bugün bize soktular, biz ise yediğimiz kazzığın maddi ve manevi boyutlarını ve bizimle nasıl oynadıklarını hala anlayamadık, bize sokulan kazzığı kendi kendimize biraz daha nasıl sokarız derdindeyiz…
16 yıl boyunca Türkiye’ye hükmeden AKP iktidarı elindeki mutlak gücü ve kozu bu konuda iyi kullanamadı, kullanamadığı gibi FETÖ gibi doğrudan ABD kumandalı bir örgütün kendi iliklerine kadar girmesine de izin verdi, seyirci kaldı, bu süreçte ise doğu ve batı arasında hatları ve sınırları belirlenmiş terör ve nefret sınırları ortadan kalktı, ortada sınır filan kalmadı, tüm Türkiye terörün ve nefretin değişken boyutlu kıskacına yakalandı.
Ekonomik aklın hiç olmadığı, din sömürüsü tavan yaparken cemaatlerin, aşiretlerin ve tarikatların gücüne güç katılan, bunların gücünün her köşeye yayıldığı, devlet, siyaset ve toplumun sosyal yapısının bu üçlünün gücüyle hem baskı altına alındığı hem de duruma göre esir alındığı bir sürece girildi.
Bir taraftan ABD kontrolündeki PKK Türkiye’yi içten silahla vururken diğer taraftan cemaatler, tarikatlar, aşiretler ise din sömürüsü ve törelerle bir toplum baskısı oluşturdular, sokağı, siyaseti ve devleti esir aldılar.
Kumpaslarla bir devletin en önemli savunma gücü olan ancak kendileri için de en büyük tehdidi oluşturan orduyu da mahvettiler, rezil rüsva ettiler, hatta o kadar ileri gittiler ki, eli kanlı terörist müsveddesi tanık, Genel Kurmay Başkanı da sanık sandalyesine oturtuldu.
Bu sürece doğrudan ABD menşeili olan ve adına Büyük Ortadoğu Projesi denen rezillikler projesi de eklenince ve Türkiye’nin her tarafı kan gölüne dönünce, üstüne üstlük AKP iktidarı önüne ardına bakmadan bu sürecin içine de eş başkan olacağım aklıyla balıklama dalınca, kafasını taşa vurdu, kendi eliyle kendi ayaklarına ve dolayısıyla da Türkiye’nin ayaklarına da kurşunu sıkmış oldu…
Bu arada, son zamanlarda duvara tosladığını ve yaptığı yanlışları kısmen de olsa farkeden AKP iktidarı son bir gayretle ve intikam amaçlı olarak ABD’nin Kürt milis güçlerini kullanarak Türkiye’nin güneyinde oluşturmaya çalıştığı koridoru kırmak için Afrin’e daldı ve ABD’ye bir tokat atmış oldu…
Karşılığı ise devasa bir ekonomik yumruk olarak geldi ve Türkiye’nin ekonomisi 9 şiddetinde depremle sarsılmaya başladı, Türkiye resmen ekonomik açıdan darmadağın oldu.
ABD’nin güdümündeki PKK saldırıları kesintisiz sürerken, ilginç bir durum da ortaya çıktı, PKK’nın siyasi ayağı sayılan HDP sanki da gidişatın farkına vardı, biraz kendisine çeki düzen vermeye aklını başına toplamaya başladı.
Ancak aklını başına toplasa da, silahın gücünü baskı ve rant amaçlı kullanmaya alışkın olan ve doğrudan ABD’nin güdümünde olan PKK’nın ileri gelenlerini nasıl kontrol edeceği, ya da kontrol edip edemeyeceği meçhul, dahası, piyon da olsa eline silahı alıp da baskı kurmaya alışmış, alışkanlığı da kudurganlığa döndürenleri lafla, akıl yoluyla durdurmak, aklın yoluna getirmek hiç de kolay değil…
Bu bakımdan, eğer önümüzdeki dönemde iktidar ortağı olarak hükümete girerse çok ciddi bir dönüşüm yaşamak zorunda olan HDP, bir taraftan İsa’ya yaranırken diğer taraftan Musa’yı kontrol altında tutmak için uğraşırken akılcı siyaset adına en zor sınavı verecek olan siyasi kurumdur.
Aksi takdirde, uzaktan güdümlü bir terör örgütünün siyasi uzantısı olarak hükümette yer alması, o hükümetin daha başından yıkılmaya mahkum olması demektir.
Bu da Türkiye’yi bir kaos ortamına sürükleyenlerin tam da istediği şeydir, gelinen noktadan sonra akıl koymayıp da buna fırsat verecek olanlar da bin yıllık Türkiye tarihine en büyük ihaneti yapacaklardır.
Şimdi tüm maddi ve manevi değerlerin yerle bir olduğu bir süreçte, bu kadar çok faktör ve aktör sahnede cirit oynatırken, Türkiye’nin yarısından biraz fazlası el birliğiyle bir araya gelip de Türkiye’nin kaderini değiştirebilecek mi, göreceğiz bakalım…
Hoş, Türkiye’yi ABD ve Avrupa emperyalizmine karşı ölümcül bir savaş vererek kuran Atatürk ve o savaşçı ve vatansever ruhlu insanlar bugün sağ olsalardı son yıllarda Türkiye’nin kaderine öyle ya da böyle hükmeden siyasileri Meclis’e ve Çankaya Köşkü’ne bahçıvan bile yapmazlardı…
Gidişat iyi değil, hem de hiç iyi değil, bu felaketi yaratılmasına sebep olanların da kendilerini yargılama, öz eleştirilerini yapma, en azından vicdan muhasebesi yapma, yaşananlardan ders çıkarma gibi bir dertleri de görünüşe göre hiç yok, ki en kötüsü de budur…