Hepimizin malumudur 1986 yılından başlamak üzere hep Türkiye tarafından uygulattırılan ve yönetilen ‘’Ekonomik ve sosyal’’ kalkınma paketleri ile ekonomimiz şekillendirilmektedir.
1986 yılına kadar Kıbrıs’ın böylesice paketler ile yönetilmesini sağlamak için elimizde ne var ne yoksa alınmış. Başarılı olmayan ve olması mümkün olmayan ekonomi, tarım ve sanayi modelleri ile yönetilmemizi sağlayacak siyasi bir parti ile amaçlarına ulaşmışlardır.
Sonuç olarak Kıbrıslının elinde av tutacak bütün aksamlar alınarak onlara hazır yenecek balıkları borç olarak vermeye başlamışlardır.
1986 yılına gelindiğinde bütün bu çöküşü sonlandıracağı söylenen ‘’Ekonomik ve sosyal kalkınma’’paketleri uygulanmaya başlanmıştır. Artık bu tarihden sonra bu paketi hangi hükümet ve partiler uygulayacaksa onlar hükümete getirilmiştir.
Birçok başka ülke bu tip ekonomik ve sosyal paketler ile ekonomilerine yön vermektedirler. Bu programlara da uydukları sürece kalkınabilmektedirler.
Avrupa birliği genişleme sürecine dâhil olan ülkeler AB uyum yasalarını hazırlamak ve uygulamaya koymak için AB’den mali katkı almaktadırlar. Nihai olarak giriş sürecinde beklenen AB’nin ekonomik değer göstergesi olan ‘’Maastricht kriterleri’’ne uymalarıdır. Tüm bunlar birliğe girmek için sosyal ve ekonomik kriterlerdir.
IMF ise ekonomik olarak çöküntüye uğrayan ülkelerin yeniden ekonomik göstergelerini yukarıya çıkarmak için kredi veren bir kuruluştur. Ülkeler projeleri onlara müracaat etmekte veya onların kendilerine verecekleri projeleri uygulama noktasında ülkelere kredi vermektedirler. Yani verdiğiniz sözleri tutmadığınız takdirde dilimler halinde verilen bu kredilerden almaya devam etmeniz mümkün değildir.
AB tarafından müktesebata uyum için verilen mali kaynaklar ile siz ekonomik kriterleri da sağladığınız takdirde AB üyesi olabiliyorsunuz.
IMF tarafından onların size verdikleri acı reçeteleri uyguladığınız takdirde kredi almaya devam edebiliyorsunuz.
Türkiye her iki deneyimi yaşayan bir ülkedir. Yıllarca IMF cenderesinde yaşamış, popülist politikalar ile ekonomik olarak kayalara vurmuş Süleyman Demirel döneminde bir sente muhtaç ülke haline gelmiştir. Türkiye 2000’li yılların başında itibaren da AB sürecine dahil olmuştur.
Bu gün KKTC da bir sente muhtaç bir ülke durumundadır. 1986’dan itibaren bize TC tarafından gönderilen ‘’Ekonomik ve Sosyal kalkınma’’ paketleri da acı reçeteler içeren paketlerdir. O kadar ki hükümetler gerekli maddi katkıyı almak için her ay TC Yardım heyetine taahhütname vermek zorundadırlar.
Geçmişlerinde bu tip uygulamaya maruz kalan TC acaba acısını KKTC’den mi alıyor diye kuşkularım var.
Sözde denetimli olarak uyguladıkları bu ’Ekonomik ve sosyal kalkınma’’paketleri KKTC ekonomisini büyütüp sosyal refahı sağlayacağına göç yasaları ile Kıbrıs Türk’ünün göçüne sebep olmuşlardır.
Bunun ilk ışıklarını bize Rauf Raif Denktaş vermişti ‘’giden Türk gelen Türk’’.Sonuç olarak yaşanan bu.
Yukarıdaki nedenlerle Türkiye'nin bizlere uyguladıkları başkalarının benzetmesi gibi ne IMF uygulamalarına ne de AB uygulamalarına benzemez. Tam tersi uygulamaları büyütmeye yönelik değil küçültmeye yöneliktir.
Sorulacak soru KKTC kimindir? Sorusudur
Bizimse biz mi yönetiyoruz, yoksa yönetilen miyiz?