Bize susmayı biz öğrettik.

Ayşegül Garabli

Lefkoşa'daki üreticilerin eyleminden dolayı bazı kişiler Hükümeti polisiye önlem alıp yolları açmaya çağırıyor.

Mağdur oluyorlarmış!

İyi de bu insanlar niye sokakta?

Mağdur oldukları için değil mi?

Üreticiyi mağdur eden kim?

Hükümet.

Peki halkı mağdur eden kim?

Yine hükümet.

Neden mi?

Çünkü mağdur ettiği üreticilerin mağduriyetlerini gidermeyerek, eylemin devam etmesine sebep olan yine hükümet.

Öyleyse bu eylemcilere katılıp hükümeti sorunlarını çözmeye çalışmak yerine polisiye tedbirler almaya çağırmak eylem kırmak değil midir?

Yarın da siz yolu kapatsanız, bugünkü eylemciler de hükümeti polisiye tedbirler alıp yolu açmaya mı çağırmalı?

Canı yanan ağlıyor diye rahatsız olanlar, ağlayanı susturunca sorun çözülecek mi?

Yoksa doğrusu, ağlayanın sesine ses katıp, mağduriyetin gerçek sorumlusu olan hükümeti, sorunu çözmeye zorlamak mı?

Eylem yapmanın, grev yapmanın amacı bu değil midir?

Halkın gözü önünde, “ben haksızlığa uğradım, hakkım gasp edildi” diyerek haksızlık edeni  sorunu çözmeye zorlamak değil midir?

Bir yerde halktan yardım istemek değil midir?

Tabi ki mağduriyetler yaşanacak.

Mağduriyetler yaşanacak ki, mağdur olanlar, hükümet ya da mağduriyete sebep olan her kimse, sorunu çözmesi için baskı yapsın.

Ama ne yazık ki, toplum olarak bizi yönetenlerin oyununa geliyoruz.

Sanki sorunu çözmesi gereken onlar değilmiş gibi, halkı mağduriyetleriyle baş başa bırakıp, kesimleri bir birlerine düşürüyorlar.

Halk hakkını arayandan hesap sormaya kalkıyor.

“Yaptığın eylemi sessiz sedasız kimseyi mağdur etmeden yap” diyor.

Eylemciler yolları mı kapatıyor, halk eylemciye dönüp, “yolları aç biz mağdur oluyoruz” diyor.

Grev mi yapılıyor, halk “ bizim işimiz aksıyor grevi kes” diyor.

Ama hiç kimse dönüp de, eylemin neden yapıldığını düşünmüyor.

Tek derdi, o an kendi işinin yolunda gitmesi.

Bu gün üreticiler yolu kapattı diye şikayet edip, eylemcileri suçlayan memurlar, yarın eylem yapıp yolları kapattığında, yanlarında kendilerine destek verecek birilerini arıyorlar.

Öğretmenler hakları gasp edilince grev yaptığında, işçisi, üreticisi, memuru, öğretmenlere kızarak, öğretmenlerden “çocuklarının eğitim hakkının” hesabını soruyorlar.

Sonrasında memurlar eylem yaptığında bu sefer memurların dışında kalanlar aksayan işlerinin hesabını, memurlara sormaya kalkıyorlar.

Belediye işçileri alamadıkları maaşlar için eylem yapmaya kalkıyor, halk toplanmayan çöplerin hesabını belediye çalışanlarından soruyor.

Oysa eylemlere, grevlere sebep olanlar değil midir aynı zamanda toplumun bütününü mağdur edenler?

Hükümet, şayet bu ülkedeki halkın sorunlarını çözüp, halkın sorunsuz yaşamasını sağlamak için göreve gelmişse, öğretmenlerin sorununu çözerse, çocuklar mağdur olur mu?

İşçinin, memurun, üreticilerin sorunlarını  çözerse, işler aksayıp halk mağdur olur mu?

Olmaz elbet.

Ancak öyle bir toplum haline getirildik ki, kendimiz dışında kimsenin mağduriyetiyle ilgilenmiyoruz.

Sessiz kalarak halkın mağduriyetini körükleyen hükümetin, eylem kırıcılığına alet oluyoruz.

Yetmiyor, bir birimizin hakkını sorgulayıp, bir birimize düşüyoruz.

Doktorun maaşını, öğretmenin tatilini, işçinin göreve gelmeyişini, üreticinin hayvan sayısını ya da teşvik primini konu edip, eylemi de eylemciyi de itibarsız hale getiriyoruz.

Oysa ki, hepimizi farklı zamanlarda mağdur eden ve eylem yapıp, halka mağduriyet yaşatmak zorunda bırakan tek merci aynı zamanda sorunları çözmekle sorumlu merci.

Hükümet.

Ancak, öyle bir  hale getirildik ki, asıl sorumlu olan hükümet hariç, herkesten hesap sorar olduk.

“Biz” olduğumuzda sorunlarımızın çözülebileceğini unutup, “ben” olarak tek tek yenilmeye mahkum olduk.

Bencilleştik ve bencilliğimizle hak arama yollarımızı, kendi ellerimizle etkisiz hale getirdik.

Parça parça kendi bencilliğimizde boğulduk ama hala daha kendi kendimize zarar verdiğimizi fark edemedik.

Birimizin kazancı, hepimizin kazancıydı ama bunu bile göremeyip, bencilliğimizle bir birimizi ötekileştirdik.

Sustuk.

Daha doğrusu susturulduk.

Oynanan oyuna gelerek, bir birimizi susturduk.

Birbirimizin sorununu hissedemeyip, canı yananın sesinden rahatsız olup, susturmaya , yaptığı eylemi sonlandırmaya alet edilerek, “bize” susmayı, “biz” öğrettik aslında.

Sustuk, sıra bize geldi ama bu sefer de sustuklarımız sustu ve bizi susmaya çağırdı.

Oysa sorun hep aynıydı, insanca yaşama isteği.

Sorunu yaratan, aynı zamanda sorunu çözmekle sorumlu olandı.

Sorun çözmek için iktidara gelen hükümetti.

Ama sorunu olup bağıranı  susturma derdine düşerek kaybeden hep “biz” olduk.

Sözün özü; sorun yaratanları aklayan da, bize susmayı öğreten de biz olduk hep.