Kısaca BOP denen Büyük Ortadoğu Projesi temelleri ta 1950’lerde atılan Yeşil Kuşak projesinin uzantısı olarak emperyalizmin Doğu Akdeniz coğrafyasında yeni evrilmelere sokuluyor.
BOP denen rezillikler süreci daha başlamadan önce, Kenyalı babadan dogma Barrack Hüseyin Obama’nın Amerikan kendi başkanını (Kennedy) bile öldürten derin devletinin teamüllerine aykırı olarak başkanlığa aday gösterildiği anda Afrika’nın ve Ortadoğu’nun yeni felaketlere gebe olduğunu ve Obama’nın boşuna aday gösterilmediğini defalarca yazmıştım.
Keşke yanılsaydım, tahminlerimden de öteye büyük felaketler yaşandı ve Hüseyin efendinin dönemi Amerikan emperyalizminin çıkarları doğrultusunda Kuzey Afrika’nın ve Ortadoğu’nun tam bir ateş çemberine sokulduğu, fanatik İslamcıların tarihte görülmedik şekilde hortlatıldığı ve yine Amerikan derin devleti tarafından radikal ve fanatik İslamcı sapıkların terör örgütlerinin birbiri arkasına yaratıldığı dönem oldu…
Tunus, Libya, Mısır, Suriye, ki bunlar bir dönem Rusya’nın en önemli silah pazarları arasındaydı, bir bir radikal İslamcı terörist veya fanatik örgütler kullanılarak rejim değişikliklerine uğratıldı, fanatik İslamcıların kollarına düşürüldü.
Büyük enerji kaynaklarına sahip Libya ve Mısır’da istedikleri ortamları yarattılar.
Geriye bir tek Suriye kalmıştı, Rusya’nın Ortadoğu’daki son kalesi ve yine Rusya’nın Doğu ve Orta Akdeniz’i, Ortadoğu’yu, Balkanlar’ı takip altında tuttuğu en önemli askeri ve istihbarat üssü…
Amerika Türkiye’nin güneyinde, Suriye’nin ise kuzeyinde olacak şekilde, Kuzey Irak’tan İskenderun körfezine kadar uzanacak bir bölgede bir uydu Kürt devletçiği kurmak için sıvamıştı, bunun için PKK ve PYD’yi kullandı ve ağına düşürdüğü Kürtlerden tamamen kendi güdümünde bir ordu yarattı.
İkinci hedefi, muhtemelen, Kuzey Irak ile İskenderun körfezi arasında bir bölgeyi tamamen Kürtlerin kontrolüne soktuktan sonra Türkiye’nin de içini bir güzel karıştırmak ve Türkiye’nin güneydoğusunu Türkiye’den kopartarak, uydu Kürt devletçiğini büyütmek olacaktı.
Diğer taraftan, Türkiye’nin dört bir tarafını dolduran cemaatlar ve tarikatların da yardımıyla, Türkiye’de zaten kör topal giden laik düzeni alaşağı ederek, ülkenin başına, geçmişte hafızalarda kalan Demirel, Ecevit, Özal, Evren, Çiller, Yılmaz gibi tüm liderler tarafından kusursuzca korunan kukla imam müsveddesini getirmek ve iki kukla devletçik birden yaratarak Ortadoğu bölgesindeki nihai hedefine ulaşmak da herhalde BOP denen rezillikler sürecinin son ve final perdesi olacaktı.
Ancak Türkiye’deki darbe ile “bodoslama” rejim değişikliği planı tutmadı, aksadı, ama tam olarak devre dışı da kalmadı.
Türkiye Suriye’nin kuzeyinde uydu bir Kürt devletçiği kurdurtmamak için harekete geçti ve birkaç yerden Kuzey Suriye’ye girdi.
Suriye rejimi de Rusya’nın yardımıyla Amerikan beslemesi fanatik İslamcı çapulcuların oluşturduğu, başta IŞİD olmak üzere, çapulcu sürülerini giderek geriletmeye ve ülkenin kuzeyine doğru sürmeye başladı.
Günün sonunda, çok geçmeden, Amerikan beslemesi çapulcu sürüleri Türkiye ve Rusya destekli Suriye güçlerinin iki ateşi arasında sıkışmaya başladılar.
PKK/PYD sürüsü Türkiye tarafından ezilmeye başlayınca, Amerika’nın da yeterli desteğini göremeyince, son kullanım tarihlerinin geldiğini anladılar ve anında saf değiştirerek Suriye ordusuna katıldılar, dolayısıyla Rusya’nın koruması altına girdiler, Rusya tek kurşun atmadan bu çapulcu tayfasını hizaya sokuverdi.
Diğer taraftan, radikal İslamcı fanatik sürüsü de giderek ülkenin kuzeyine sürüldü ve Türkiye sınırlarına dayandı, bu çapulcuların bazıları ya ÖSO denen ne idüğü belirsizler saflarına katıldı, ya da Türkiye içine sızdı.
Günün sonunda artık Amerika’nın Suriye’nin kuzeyinde, Türkiye’nin de güneyinde bir uydu Kürt devletçiği kurma planı suya düşmüş durumda.
Rusya’nın zaten bölgede uydu bir Kürt devletinin kurulmasına ihtiyacı yok, Suriye olduğu gibi emrine amade, hatta artık Suriye filan değil, doğrudan doğruya bir Rus eyaleti durumunda.
Rusya, Türkiye ile de iyi ilişkiler geliştirmeye başlamış ve Türkiye’yi de bir Rus silah pazarı haline getirmek için adım atmış durumda, Türkiye’ye kendi hava savunma sistemlerini soktu bile, ki bu uzun vadede Rus silah sanayisi için yeni bir pazar açıldı demektir.
Bu durumda, Rusya’nın tek ihtiyacı olan şey Suriye ve Türkiye’de istikrarlı, kendisiyle iyi geçinen ve kapılarını Rus pazarlarına açan iktidarların olmasıdır, mantık bunu söyler.
Günün sonunda hem Rusya hem de Amerika dünyanın en güçlü iki süper ve emperyalist gücü ve emellerine ulaşmak için farklı yöntemler deniyorlar.
Rusya, Afganistan ve Suriye örneklerinde olduğu gibi, kendi askeri gücüyle emperyalist çıkarlarını korumak için olayın içine doğrudan ve bodoslama olarak dalıyor.
Amerika ise yarattığı El Kaide, Taliban, El Nusra, IŞİD gibi terör örgütlerini kullanıyor, son kullanım tarihleri gelince de bunların artıklarını temizlemek için kendi askeri gücünü hedefine aldığı bölgeye sürüyor, kurtarıcı rolüyle girdiği yerden de bir daha çıkmıyor.
Türkiye ise, özellikle Amerika’nın yaptığı tezgahlarla nasıl bir batağa saplandığını görünüşe göre halen anlayamadı.
Türkiye’nin içine doluşmuş 5 milyona yakın Suriyelinin Türkiye’nin ekonomik yönden kanını emdiği bir tarafa, Amerikan emperyalizminin Kürtleri kullanarak hedeflerini gerçekleştirilmesinin artık son derece zor olduğu bir dönemde İdlib’deki Suriyelilerin Esad’a ve dolayısıyla da Rusya’ya karşı haklarını korumak için Rusya destekli Suriye ordusu ile savaşa tutuşmak, sonucu Türkiye’ye hiçbir fayda getirmeyecek, aksine hem maddi hem de manevi anlamda zararlarına zarar katacak bir süreçtir.
Nitekim, hemen hergün şehit haberlerinin geldiği Suriye’den bir anda Rusya destekli Suriye ordusu tarafından 33 askerimizin şehit edildiği haberi gelince, beynimizden vurulmuşa döndük, tarifsiz bir acıya kapıldık, morallerimiz yerle bir oldu.
Kısacası, Türkiye ve Türk millet için bir tek Suriyeli’nin bile canını kesinlikle vermeyeceği bir durumda, bizim çocuklarımız Suriyelilerin canını ve malını korumak için onların yerine vahşice katlediliyor.
Rusya, birkaç yıl önce hem uçağını düşüren, hem de elçisini koruyamayan ve öldürülmesine seyirci kalan, ancak gelişen süreçte Amerikan emperyalizmine direnmeye başlayan ve fırsattan istifade yeni yeni ağına düşürmeye başladığı Türkiye’nin askerlerine karşı böyle bir saldırıyı kasten yapar mı?
Kendisi yapmayabilir, ama hassas dengeleri gözetmek adına yapılmasına da göz yumabilir.
Peki uydulardan milimi milimine takip edilen bir bölgede nasıl olur da Rusya destekli Suriye güçleri nokta atışıyla bizim askerleri vurur.
Rusya’nın bizim askerlerin bulunmaları gereken noktadan daha farklı bir noktada oldukları için Suriye ordusu tarafından vurulduğu açıklamasına bakarsak, muhtemelen bizim askerler ÖSOculardan sanıldı ve uyarılmadan kafalarına bomba yağdırıldı.
Diğer taraftan, Türkiye Ruslara Türk askerinin operasyon bölgesi kordinatlarını verdiği iddialarına da Ruslardan tatmin edici bir yanıt gelmedi, ki bu da bu operasyonun Rusya’nın bilgisi dahilinde yapıldığı izlenimini uyandırıyor.
Dahası, her ne kadar “artık sizin Suriye topraklarında işiniz kalmadı, sizin için de tehditler ortadan kalktı, artık pılınızı pırtınızı bir an önce toplayın ve kendi sınırınıza dönün” dedikten kısa süre sonra böylesi felaketle sonuçlanan bir saldırı yapmış olsalar ve bu saldırı buram buram kasıt koksa da, Türk ordusuyla doğrudan çatışmak ne Rusya’nın ne de Suriye’nin işine gelmeyeceğinden, Türkiye’nin topyekün bir saldırıya geçme ihtimali doğurabileceğinden, böyle bir sonucu gerçekte arzu etmiş olmayabilirler, ancak bu felaket sonuca üzüldükleri de pek söylenemez, hatta nerdeyse tavırları böyle bir dersi hakettiniz demeye bile varıyor.
Suriye, yukarda belirttiğimiz gibi, artık bağımsız bir devlet filan değil, Suriye artık bir Rus toprağı, Rusya’nın arka bahçesi, Rusya oradan asla çıkmayacak ve Amerika’nın tüm uzantıları oradan çıkana kadar da uğraşacak, bunu da artık kabullenmek ve ona göre davranmak lazım.
Daha düne kadar evire çevire Türkiye’ye kazık atan Amerika ise fırsatı kaçırmayarak ve bölgedeki entrikalarının kaç onbin Türk askerinin canına mal olduğunu, ülkenin ekonomisine kaç trilyon dolara mal olduğunu unutarak ve bizim de unuttuğumuzu sanarak, yüzsüzlükle “bakın işte, Rusya’nın ne kadar kötü olduğunu gördünüz, sizin esas dostunuz biziz, kucağımızı size açıyoruz” deyiverdi...
Esas niyetleri, fırsattan istifade, bölgedeki dengeleri kontrol edebilecekleri bir duruma gelene kadar Türkiye ile Rusya’yı sürekli sürtüşür, didişir halde bırakmak, böylece hem Rusya’nın başını ağrıtmak, hem de darbe ile alaşağı edemedikleri Erdoğan hükümetini yıpratabildikleri kadar yıpratmak, kendiliğinden devrilmesine olanak sağlamak.
Diğer taraftan, Türkiye’nin Suriye’de, özellikle İdlib’de bulunmasının hiçbir emperyalist hedefi veya toprak kazanma hedefi gibi bir hedefi yok, olamaz da, birkaç kilometre karelik toprağın Türkiye gibi devasa bir ülke için hiçbir anlamı ve önemi yoktur.
Türkiye savaş istiyor desen, mevcut şartlarda bunun da imkan ve ihtimali yok, savaşın hiç kimseye zerre zırnık bir faydası yok, tam aksine maddi ve manevi yönden korkunç ve telafi edilmesi mümkün olmayan zararları var.
Bu bağlamda, Suriyelilerin kendi rejimleriyle olan sorunlarına verilecek tek cevap ise şudur; sizin dertleriniz bizi zerre kadar ilgilendirmez, ne haliniz varsa kendi kendinize görün, adam olun, devletinize sahip çıkın, bize bulaşmayın, sizin için bizim tek bir askerimizin değil canını, tırnağını bile harcayacak lüksümüz ve tahammülümüz yoktur…
Eğer Suriye’de bir insanlık dramı yaşanıyorsa, bunun birinci sebebi Suriyelilerin kendisidir, birincil sorun kendilerindeyse, çözümü kendileri de bulacaklar.
Yok eğer bulamazlarsa, gitsinler Birleşmiş Milletler’den Barış Gücü istesinler, BM ne halt etmeye orada var?
Kıbrıs’ta, Balkanlar’da görev yaptıkları gibi gitsinler orada da görev yapsınlar, unutulmasın ki NATO BM kararları doğrultusunda işi çığırından çıkaran ve arkasına Rus güçlerini de almış olan Sırpları darmadağın etmişti.
Türkiye’nin bu aşamada BM’nin üstlenmesi gereken rolü İdlib’de üstlenmesinin hiçbir mantığı ve gereği yoktur, dahası, tarih boyunca bize zarardan başka hiçbir faydası dokunmayan Suriye ve Suriyeliler için değil bir tek askerimizi, tırnağını bile feda edecek lüksümüz de yoktur.
NATO’dan fayda beklemeye gelince, Türkiye NATO’nun bir üyesi olsa da, bu aşamada NATO’dan fayda beklemek, ölü gözünden yaş beklemekten farksızdır, Türkiye’ye yardım edecek olsalardı olayların bu hale gelmesini beklemeden ederlerdi, Türkiye onlar için sadece AB’yi koruyan bir tampondur.
Türkiye gelinen noktada şunu idrak etmelidir; emperyalizm rantlarının en vahşi şekilde döndürüldüğü bölgemizde kimse kimsenin dostu değildir, Türkiye’nin de kendinden başka dostu yoktur, Türkiye’nın içine doluşan Suriyeliler de Türkiye onlara kapılarını ve kucağını açtığı için Türkiye’nin dostu filan değildir, ekonomik, sosyal ve kültürel yönden kanını emen, sırtında kambur olan bir güruhtur ve emperyalistlerin yeri geldiğinde Türkiye içinde kullanabileceği tehlikeli bir potansiyeldir de...
Bir taraftan bölgedeki enerji savaşlarının bir parçası olmak ve sürekli diken üstünde oturmak, diğer taraftan beş milyona yakın Suriyelinin ekonomik, sosyal ve kültürel kamburunu sırtında taşımak, sürekli askeri operasyonlarla uğraşmak, Türkiye’yi hem ekonomik hem siyasi, hem de manevi yönden sürekli olarak yıpratmaktadır.
Bu durum da çok net şekilde dışardan takip edilmekte, Türkiye’nin birden fazla cephede sürekli mücadele içinde olmasının Türkiye’yi sürekli maddi ve manevi yönden yıprattığı görülmekte, yıprana yıprana istenen “boyun eğme” noktasına doğru çekildiği de izlenmektedir.
Kısacası, Türkiye kendisine zorla biçilmek istenen role, düşmesi istenen duruma doğru ekonomik ve politik yönden sürekli yıprandığı için adım adım evriliyor.
Aslında çözüm basit; Türkiye Suriyelilerin haklarını filan korumayı bir tarafa bırakacak, sırtına yük olan Suriyelileri Suriye’ye geri gönderecek, Suriye’nin iç işlerindeki sorunları BM’ye bırakacak, bozulan ekonomik dengelerini bir an önce toparlamaya bakacak, TSK’nın özellikle hava savunma gücünü ne yapıp edip artıracak ve sınırlarını olabilecek en sert önlemlerle koruyacak, emperyalistlere uşaklık edenlere de gerektiğinde hiç acımadan vuracak…
BOP denen felaketler sürecinden ancak akılcı bir siyasetle kurtulabiliriz.
Ha, bir de, ortalıkta kan gövdeyi götürürken aklı fikri zırt futbol takımıyla pırt futbol takımının mahalle maçına takılan, televizyon önünde bör bör bönürerek, arabalarının kornasına manyakça basarak egosunu tatmin etmekten öteye hiçbir gaylesi olmayan insansı mahlukatları, çarıklı sapıklarla dolu cemaatleri ve tarikatları, kısacası bizim “yerli ve milli güruhu” nasıl adam edeceğiz, nasıl gözünü açacağız, nasıl aklını başına toplayacağız, onu düşünelim…