KKTC’yi anlatırken “Bir devlet kurduk ama bu devleti devlet yapamadık” özeleştirisinde bulunan İsmail Bozkurt, KTFD ile de tanınma istenebileceğine inandığı halde “evet” dediği KKTC’nin bu aşamadan sonra tanınmasının çok kolay olmayacağı inancında.
Kıbrıs Türkü’nün 1974’ten hemen sonra Türkiye ile bütünleşmek istediğini ve bu yönde bir de kararı olduğuna dikkat çeken Bozkurt, Türkiye’nin olaya sıcak bakmaması ya da uluslararası ortamın buna uygun olmaması nedeniyle Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin ilan edildiğini belirtti.
Çözüm konusunda oldukça umutsuz olan ve federasyon ihtimalinin kalktığını düşünen Bozkurt, çözümsüzlüğe rağmen yapılabilecekler olduğu görüşünde.
Bozkurt “Yani çevre sorunları, devletin çalışmaması, üçlü kararname çözümsüzlükten mi kaynaklanıyor? Bunlardan kaynaklanan şeyler de var inkar etmiyorum ancak suistimal da var, beceriksizlik de var... Var oğlu var” diye konuştu.
KKTC’nin ilan edildiği dönemde, genel başkanlığa birkaç gün önce seçilmiş TKP Milletvekili olarak KTFD Meclisi’nde yer alan, eski politikacılardan, araştırmacı-yazar 78 yaşındaki İsmail Bozkurt, TAK muhabirlerinin sorularını yanıtladı.
“KIBRIS TÜRKÜ’NÜN İLK KEZ BÜTÜNLEŞMİŞ COĞRAFYASI OLDU”
Soru: 15 Kasım 1983’e nasıl gelindi? Siz bu sürecin nasıl parçası oldunuz?
20 Temmuz 1974’le birlikte Kıbrıs Türkü bütünleşmiş bir coğrafyaya sahip oldu. Bu doğal olarak bazı ihtiyaçları da beraberinde getirdi. En önemlisi bir devlet ihtiyacı gelişti. Bağımsız bir devlet mi olsun, federasyon mu olsun tartışmaları yapıldı. Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi Yasama Meclisi’nde 4 Ocak 1975’te yeni anayasal düzenin nasıl olacağını görüştük. O toplantıda oy birliğiyle “Kıbrıs Türkü, Türkiye’yle birleşme istiyor ancak bu mümkün olmazsa, coğrafi bir federasyona gidilebilir” yönünde karar aldık ancak kısa bir süre sonra federe devleti ilan ettik.
Soru: Neden Türkiye ile neden birleşme kararı hayata geçirilemedi?
Belli ki Türkiye o dönemki değerlendirmesinde Kıbrıs Türklerinin Türkiye’ye katılmasına pek sıcak bakmadı, ya da uluslararası ortam buna uygun değildi. Belli ki o zaman federasyon tercih edildi.
“BAĞIMSIZ BİR DEVLET KURMA ARGÜMANI HER ZAMAN VAR OLDU”
Soru: Bağımsız devlet tartışmaları ne zaman başladı?
Türkiye’yle birleşme seçeneği ortadan kalktıktan sonra bağımsız bir devlet kurma argümanı her zaman var oldu. Birileri sürekli gündeme getirdi. Meclis’in gizli oturumlarında da dile getirildi. Yani birçok kimsenin gönlünde bu yatıyordu. Devam eden federasyona dayalı çözüm amaçlı görüşmelerde ilerleme sağlanamadığı zaman bağımsız devlet daha fazla dillendirildi. Organize bir şey değildi ama hep vardı. 15 Kasım’a varan süreç, son dönemece Mayıs 1983’te BM Güvenlik Konseyi’nin Türkiye’nin adadaki varlığını işgal olarak niteleyen ve derhal çekilmesini öngören kararıyla girer. Rauf Denktaş “Artık bağımsız devletimizi kurma zamanımız geldi” demeye başladı ve bu yöndeki söylemlerini her ortamda tekrarladı.
“İLAN HABERİNİ GETİREN KOTAK’A İLK SORUM, ‘TÜRKİYE’YLE GÖRÜŞÜLDÜ MÜ?’”
Soru: Bağımsızlığın 15 Kasım’da ilan edileceğini nasıl duydunuz?
6 Kasım’da kurultayımızı yapıp, başkan seçilmemden bir hafta sonra, İsmet Kotak, Ahmet Atamsoy’la birlikte bana geldi ve “Denktaş adına geldim. Karar verildi bağımsızlık ilan edilecek... Hep beraber evet demek istiyoruz” dedi. İlk sorum “Türkiye’yle görüşüldü mü?” oldu. “Evet” yanıtı alınca da “Gerekli tedbirler alındı mı? Tanınma konusunda dış temaslar kuruldu mu?” diye sordum. O da, tanıyacak ülke olarak, aralarında Bangladeş, Pakistan ve Ürdün’ün olduğu 5-6 isim saydı bana...
“ELÇİYLE KAHVE İÇTİM... GECE DE SARAYA YEMEĞE GİTTİK”
13-14 Kasım’da, gerek Mağusa’da, gerekse Lefkoşa’da arkadaşlarla değerlendirme toplantıları yaptık. Arkadaşlara son gelişmeleri aktardım. Öğleden sonra da partide toplanırız diye konuştuk. Bu süre içinde İsmet Kotak yine beni aradı. Bizim daha toplanmadığımızı öğrenince, “TC Elçisiyle görüş, bir kahvesini iç” dedi. Tabi sabah Denktaş’ın akşam yemeği davetini de almıştık zaten. Elçiye gidip konuyu açtım ve “Türkiye bunun neresinde” diye sordum.
Büyükelçi “Türkiye Cumhuriyeti sizin bağımsız devletinizi ilk ve derhal tanıyan ilk devlet olacak” dedi. “Türkiye ile birlikte mi yapılıyor bu iş” diye sordum. Hiçbir yanıt vermedi. Bir de “Bu akşam yemeğiniz var. Belli ki bunu konuşacaksınız. Yemekten sonra istediğiniz vakit bana gelebilirsiniz” dedi. Partide son bir değerlendirme yapıp, son gelişmeleri aktardım.
Gece yemeğe gittik. İlerleyen saatlere kadar bir şey konuşulmadı. Gece yarısından sonra Denktaş kalktı ve “şu andan itibaren KTFD’nin dış dünyayla bütün teması kesilmiştir. Ve yarın hep beraber KKTC’yi ilan edeceğiz. Sabahleyin Bağımsızlık Bildirgesi hazır olacaktır” dedi.
“DENKTAŞ’IN SÖZLERİNİ TEHDİT OLARAK ALMADIK”
Soru: O konuşma sırasında üslubu sert miydi? Yemeğe katılanların tepkisi ne oldu?
Uzun uzun konuştu. O konuşma sırasında, daha sonra herkes tarafından farklı yorumlanacak ‘Böyle bir karara katılmayacak olanların bu devlette yeri olmaması gerekir’ gibi bir cümle söyledi. Olmayacak demedi, olmaması gerekir dedi. Ne ben, ne de partideki arkadaşların hiçbiri bunu tehdit olarak algılamadık. Bizim esas korkumuz, Anayasa’nın değişmesiydi. Bunu da Anayasa değişecek, fırsat bu fırsat partiler de kapanacak şeklinde algıladık. Yemekte herhangi bir gerginlik olmadı. Bir tek Naci Talat’ın “Türkiye’nin tutumu nedir?” sorusuna yanıtında sesini yükselterek cevap veren Denktaş, “İsteyen gidip sorsun” dedi. Tabi Naci’nin bu sorusundan, CTP’yi, TKP gibi önceden haberdar etmediklerini anladık. Sonradan da bunu arkadaşlar da doğruladı.
Denktaş konuşmasından sonra yanıma geldi ve “İsmail, yarın 15 Kasım. Köyün Geçitkale-Boğaziçi çatışmalarının yıl dönümü. Böylesi bir kararın 15 Kasım’da alınması köylülerini de sevindirecek” diyerek duygusal bir paylaşımda bulundu. Ben yine “Değerlendireceğiz. Tek başıma karar veremem” dedim.
Yemekten sonra yine elçiye gittik ve endişelerimizi yineledik. Ondan Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasa’nın da garantörü olacağı güvencesini aldım. Toplantıdan çıkışta CTP ile temasa geçtik ve onların onay vereceğini öğrendik.
“TANINMA MEVCUT ANAYASA’YLA İSTENEBİLİRDİ”
Soru: TKP’nin yaklaşımı nasıldı?
Bizim görüşümüz, federe devlet olarak mevcut Anayasa’yla tanınma isteyebileceğimiz yönündeydi. Federe devletin tanınması için harekete geçilmesi gerektiğini her zaman savunduk. Denktaş ile yaptığımız görüşmelerde de bunu vurguladık. O, doğrudan doğruya Anayasa’yı değiştirip, yeni bir devlette ısrarcıydı. Bu ısrarı bizde çok ciddi kuşku yaratmıştı. Endişemizden dolayı, temel politikamızı, Anayasa’yı değiştirtmemek üzerine oturttuk. Yani biz tanınma istenecekse, devletin adını ve Anayasa’yı değiştirmeden tanınma istenmesinde ısrarlıydık. İlan tarihi belli olduktan sonra partideki tartışmalarda da çeşitli fikirler atıldı ortaya ama ana düşünce Anayasa’mızı kurtarmaktı.
Soru: Denktaş’ın başkanlık süresi dolduğu ve yeniden seçilemeyeceği için yeni bir devlete gidildiği eleştirileri var. Bu konuda ne söyleyebilirsiniz?
KKTC’nin ilan nedenleri arasında bu da vardı ama tek neden bu değildi.
“BİLDİRGEYİ GÖRDÜKTEN SONRA EVET DEDİK... KURUCU MECLİS LAFINI DUYUNCA ŞOK OLDUK”
Soru: Evet kararı nasıl çıktı?
14 Kasım gecesinin sonunda, ertesi gün gidip bağımsızlık bildirgesini de görüp, ona göre karar verelim dedik. Herhangi bir karar almadan bitirdik o gece toplantımızı. Yani oylama yapmadık ama bağımsızlık bildirgesi federasyona kapalı değil ve Anayasa’ya dokunmuyorsa, onay vermede uzlaştık. Yani TKP’nin tavrı, bağımsızlık bildirgesini görelim, ona göre karar veririz şeklindeydi.
Nitekim ertesi gün Meclis Başkanı’nın odasında okuduğumuz bildirgede bize göre sıkıntı yaratacak bir şey görmedik ve bastık imzayı. Ve genel kurulda ayağa kalkarak oy birliğiyle KKTC’yi ilan ettikten sonra Denktaş çıkıp da, “Sizi yeni Kurucu Meclis’in üyeleri olarak selamlıyorum” dediği anda şok oldum.. Elçi Anayasamızın garantisi olacağı sözünü tutmamıştı. Aldatılmıştık!
“BU RESMEN BİR DARBEYDİ”
Soru: Anayasa’yla ilgili kaygınızın nedeni neydi?
Denktaş sürekli Anayasa’yı eleştirip, fazla hak ve özgürlük verildiğini savunuyordu. Başkanlık sistemine geçmekten söz ediyordu. En önemlisi, 1981 seçimlerinden sonra, Denktaş’ın çok önemli bir beyanatı vardı: Sol güçlendi, tedbir almamız lazım. Yani bize yönelik tedbir almasını bekliyorduk. Ne alabilirdi? Partilere kısıtlama getirebilirdi. Türkiye’deki 80 darbesinin de etkisi vardı tabi ki. Nitekim 15 Kasım’dan hemen sonra bir heyet Türkiye’ye gittik. Sırasıyla Başbakan, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı ve Kenan Evren ile görüştük. Evren’e gittiğimizde ben söz alıp, kaygılarımızı dile getirince “Bilirim bilirim ben sizi! Askeri çekeyim oradan da görürsünüz” yanıtını aldık. Ne demek istediğini ve konuyla ne alakası olduğunu anlayamadık... Oraya gidene kadar bir umudum vardı ancak bu görüşmeden sonra o da bitmişti… Seçilmiş bir meclis vardı ve Kıbrıs Türk halkının seçilmiş temsilcileri devlet ilanı kararı aldıktan sonra siz onları bir kenara bırakıp, kurucu meclis oluşturuyorsunuz. Bunun mantığı yoktu. Bu resmen darbeydi.
“ESAS KAVGA KURUCU MECLİS’TE VERİLDİ”
Soru: Siz de yer almadınız mı Kurucu Meclis’te? İtirazınız azınlığa düşmüş olmanıza mıydı?
Biz de yer aldık Kurucu Meclis’te ama azınlığa düşmüştük. Partide de çok tartıştık Kurucu Meclis’te yer alıp almamayı. Benim ağırlıklı görüşüm katılmamak yönündeydi. Fakat genel tavır katılmaktan yanaydı. Katılmazsak teslim olacaktık. Katılalım mücadele edelim dedik... Bende hâlâ bir burukluk var bu konuda. O kadar karşı çıktım ama gittim içinde yer aldım. Mücadelemize Kurucu Meclis’te devam ettik. Biz TKP olarak Anayasa Mahkemesi'ne de gittik. Anayasa Mahkemesi “anayasaya uygundur” dedi. Ona çok şiddetli tepki gösterdik, "Yargı yoktur memlekette" diye... Dokunulmazlığımın kaldırılmasını gündeme getirdiler, tabi kaldırmadılar.
“‘AMAN GÖREV SÜRESİNİ KISITLAMAYALIM, YİNE DARBE YAPAR’ DEDİM”
Anayasa yapılırken komitede, cumhurbaşkanlığı iki dönemle sınırlansın diye öneri gelince, "Aman sınırlamayalım çünkü sınırlarsak bir darbe daha yapar, bir kurucu meclis daha oluşturulur" diye espri yaptım.
Neticede Anayasa’da korktuğumuz kadar değişiklik olmadı yani 1960 Anayasası’ndan çok fazla geriye giden bir şey ortaya çıkmadı ama çok uzayan geçiş dönemi demokrasi açısından çok sakıncalıydı. Anayasa yapıldıktan sonra hemen seçime gidilmesi gerekirdi ama seçim birkaç kez ertelendi. Kurucu Meclis’e karşı çıktık. Anayasa’nın değişmesine karşı çıktık. Kurucu Meclis oluşunca Anayasa’nın en iyi şekilde olmasına çalıştık. Anayasa çıkınca da bir an önce normale geçmesini istedik. Normale geçmesinden sonra bir an önce seçime gidilmesini istedik. Böyle kademe kademe verdiğimiz bir mücadele var.
“BİR DEVLET KURDUK AMA MAALESEF BU DEVLETİ DEVLET YAPAMADIK”
Soru: Siz fikir olarak ayrı devleti benimsediniz ama sonrasında yaşadıklarınız sizi çok üzdü. 15 Kasım’dan sonra, 35 senede yola çıkarken ortaya konulan hedefler gerçekleştirilebildi mi?
Yapamadık... Bir devlet kurduk ama maalesef bu devleti devlet yapmadık. Aktif politikayı 28 yıl önce bıraktım ben ama o gün ne konuşuluyorsa bugün de aynı şeyler, aynı sorunlar konuşuluyor… Siyasetin en basit tanımı sorun çözme sanatıdır. Demek ki siyaset bizde sorun çözmüyor. Bir bütün olarak iktidar da, muhalefet de. Temel sıkıntımızın bu olduğunu düşünüyorum.
“SORUN İÇİMİZDE”
Bir dönem her şey çözümsüzlüğe bağlandı. Ben ona inanmam. Tek başına değil. Elbette bir faktördür Türkiye ile ilişkiler, elbette Anayasa bakımından sıkıntılar olabilir ama temel sorunun bizim kendi içimizde olduğunu düşünüyorum, bunca deneyimimden sonra...
Çözümsüzlüğe rağmen yapılabilecekler olduğunu düşünüyorum ben. Yani çevre sorunları, devletin çalışmaması, üçlü kararname çözümsüzlükten mi kaynaklanıyor? Bunlardan kaynaklanan şeyler de var inkar etmiyorum. Suiistimal da var, beceriksizlik de var... Var oğlu var.
“BU AŞAMADAN SONRA TANINMA KOLAY OLMAYACAK… FEDERASYON İHTİMALİ KALKTI GİBİ”
Soru: Uluslararası hukuk ve dünyanın bakışıyla da bir irdeleme yapar mısınız? KKTC'nin ilanının hemen ertesinde BM GK tanınamayacağına dair karar aldı. Bu ne getirdi götürdü? Türkiye’nin ve bizim ne yapmamız lazımdı, ne yanlış yapıldı?
Ben bu aşamadan sonra tanınmanın çok da kolay olacağını düşünmüyorum. Ben şu andan itibaren görüşmelerin de bir sonuca ulaşacağını sanmıyorum. Ben yıllarca federasyonu savundum ama artık öyle bir ihtimal kalktı gibi geliyor bana.
Rum tarafı açısından federasyonun ortadan kalktığına inanıyorum. 20 Temmuz 74'ten sonra iki otonom yönetim var diye Cenevre'de anlaşma imzalandı, Yunanistan da imzaladı. Yani kabul edildi ki artık Kıbrıs Cumhuriyeti neredeyse ortadan kalktı ama giderek adım adım Kıbrıs Cumhuriyeti’ne her yönüyle sahip çıktılar. BM'ye de, AB'ye de girdiler. İnanıyorum ki bu doğal gazı da kendi istedikleri şekilde değerlendirmeyi becerebilirlerse bizi artık hiç kaale almayacaklar. Kıbrıs Cumhuriyeti olarak gereken her şeyi kazandı. Seni niçin alsın?
Dolayısıyla bizim yapmamız gereken kendi iç düzenlememizi yapıp, iyi çalışan, halkını mutlu eden bir devlet mekanizması kurmak. Türkiye ile ilişkileri dengeleyerek çünkü ilişkileri koparamazsın, koparmak mümkün değil ama ben istenirse dengeli bir ilişki kurulabileceğine inanıyorum.
“YAPILABİLECEK TEK ŞEY DAHA İYİ YÖNETİM”
Yapılabilecek tek şey bana göre daha iyi bir yönetim. Sibel Siber hükümeti döneminde benim bir görüşüm vardı. “Tamamı kadınlardan oluşan bir hükümet kurulsun” dedim. O müthiş bir ses verecekti dünyaya... İyi bir yönetimle, demokrasi tam anlamıyla işletilerek, insan hakları, cinsiyet eşitliği, mültecilerle ilgili sorunlarda iyi ve ses veren yönetim sergileyerek görülmeyi sağlamak lazım.
Demokrasiye, sonuna kadar insan haklarına, sanata, kültüre, çevreye çok değer vermeliyiz. Yapacak başka bir şeyimiz yok.
Eğer bunu yapmazsak, Türkiye'ye olan bağımlılık giderek daha da artacak ve belki de bir gün resmen katılmasak bile Türkiye’nin fiili bir parçası olacağız.