Her türlü entrikanın döndüğü, binbir milletin kapak attığı, kazık attığı, bir ucundan girip öteki ucundan çıktığı Kıbrıs tarihinin en kritik dönemeçlerinden birindeyiz.
Bu kritik dönemeçte Kıbrıslılar olarak Kıbrıs Türklerinin ve Rumların geleceği belirlenecek.
Sözüm ona, tarafların temsilcileri masada oturuyorlar, sorunu çözmeye çalışıyorlar.
Kıbrıs Türk tarafı adına Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu konuşuyor, Kıbrıslı Türklerin temsilcisi olan ve esas konuşması gereken Akıncı ise nerdeyse ortalıkta yok, nerdeyse tamamen kayıp...
Bu süreçte açık ve net ortaya çıktı ki Kıbrıslı Türklerin Cumhurbaşkanı olan Sn. Akıncı’nın esamesi bile okunmuyor, sadece “ekibiyle” birlikte figüran olarak sahnede yerlerini alıyorlar...
Çavuşoğlu tek başına, sudan çıkmış balık misali, ter ter tepiniyor, daha kendi doğmadan ortaya çıkmış bu rezillikler meselesinde kendi çapında birşeyler yapmaya çalışıyor.
Karşı taraf ise tam bir güç ve gövde gösterisi yapıyor, süreci tamamen kontrolüne almış görüntüsü veriyor.
Türkiye’nin öncelikli derdi, kendi çıkarlarını kotarmak...
Akıncı’nın ise öyle bir derdi yok, aslında hiçbir derdi de yok, çünkü neyin ne olacağı konusunda kendisine soran da yok...
Masadaki esas aktörler Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti adına Kıbrıs Rum kesimi...
Hani şu Türkiye’nin 4 Mart 1964, 186 sayılı BM kararıyla Kıbrıs’ın tek temsilcisi olarak tanıdığı ve Türkiye kendi eliyle kendi başına ördüğü çoraplarla uğraşırken atı alıp Üsküdarı geçen, AB’ye üye olan, Rusya ve ABD ile ilişkilerinin tarihteki en iyi noktaya taşıyan, İsrail ve Rusya ile askeri anlaşmalar ve işbirliği yapan, arkasını da kapı gibi AB’ye dayayan, sermaye açısından da şu anda hiçbir derdi olmayan, siyasi anlamda da dünya devlerini arkasından koşturtmasını bilen, Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafı ile de kedi-fare oyunu oynayan Rum Kesimi...
Öyle görünüyor ki, günün sonunda en azından bir çerçeve anlaşmasına varılacak.
Gel gelelim, iş bu kadar basit değil.
Bu süreç, en sonunda bizi sandığa götürecek ve bu anlaşmaya evet ya da hayır diyeceğiz.
Açıkcası, “barış görüşmeleri” adı altında sürdürülen bu maskaralığı gördükten sonra bir anlaşmaya onay vermek için sandığa gidecek Kıbrıslı Türklerin büyük bir çoğunluğunun “hayır” deme olasılığı yüksektir.
Bu süreç sonunda önüne konan anlaşmaya Kıbrıs Türkü “hayır” derse, bu hayırın esas sorumlusu, bir zamanların en önemli ve büyük partilerinden biri olan TKP’nin başında olan ve bir türlü başarı sağlayamayıp, partinin milletvekili sayısını 1’e kadar indiren, sonunda da kala kala en sona kendi kalan, siyaset hayatındaki bu müthiş başarısızlıktan sonra ortadan kaybolan, yıllar sonra ise güzel bir reklam kampanyasıyla aniden ortaya çıkan ve rakiplerinin tüm beceriksizliklerine rağmen siyasette yakalayamadığı başarıyı bu kez Cumhurbaşkanlığı seçiminde “rakiplerinin beceriksizliği sayesinde” yakalayan, ancak kendisinden beklenen performansın yüzde onunu bile gösteremeyen, ki bu da çok doğaldı, Rum tarafının ayak oyunlarıyla ordan oraya savrulan, hem ağlar hem gider imajını her fırsatta ortaya koyan, gelinen noktada ise artık kendini tamamen akıntıya bırakan Akıncı olacaktır...
Bir anlaşma ve şu lanet olası Kıbrıs sorununun çözümünü istiyor muyuz? Evet, kesinlikle istiyoruz...
Ancak söz hakkımızın olmadığı, ya da olur gibi olup da olmadığı bir süreçte, önümüze konacak ve bizim tercihimize göre değil de başkalarının tercihine göre pişirilen pilavı yiyecek kadar enayi miyiz, orasını sandık gösterecek...