Bir yıl daha geride kaldı. Ancak 2015 yılını düşünürken bir çok yıldızın kaydığını gözlemledik. 2015 yılının analizini yaparken aramızdan ayrılanlar arasında Yaşar Kemal, Kayahan, Zeki Alasya, Levent Kırca gibi isimlerin olduğunu görüyoruz. Ölümün soğukluğunu kaybettiklerimizin ardından daha sert şekilde yaşıyoruz. Uzun zaman önce internette tanınmış sanatçı Hümeyra’ nın seslendirdiği ve teması ile “ölüm”ü anlattığı ifade edilen ünlü şair Yahya Kemal Beyatlı’ nın “Sessiz Gemi “adlı şiiri ve şiirin hikayesi yeniden aklıma geldi. Yaklaşık 3 yıl önce ADA TV de her ay araştırmacı –yazar dostum Metin Silman’la birlikte Pazar akşamları saat 18:00 de yayınlanan özel söyleşilerimizde bu konuyu irdelemiştik.İşte bu haftanın öyküsünü,kırık bir aşk ve sessiz gemi şiiri oluşturdu… “Sessiz Gemi”nin öyküsü “Celile Hikmet resimleri ile olduğu kadar güzelliği ile de tüm İstanbul'un diline destan bir kadındı... İstanbul sosyetesinin en çok konuşulan kadınları arasındaydı... 1900 yılında bu dillere destan güzellik, Osmanlı'nın meşhur valilerinden Nazım Paşa'nın oğlu Hikmet Bey ile evlendi... Türk şiirinin dünya çapındaki en önemli ismi olan Nazım Hikmet (Ran)de bu beraberlikten doğacaktı... 1916'ya gelindiğinde Celile Hanım'la eşi Hikmet Bey arasında şiddetli bir geçimsizlik başladı... O günlerde Yahya Kemal, Bahriye'de okuyan genç Nazım Hikmet'in şiir hocası olarak eve gelip gitmeye başlamıştı... Nazım Hikmet'in annesi Celile Hanım'la, Yahya Kemal arasında filizlenen aşk kısa bir süre sonra Celile Hanım'ın anlaşamadığı eşinden boşanmasıyla sonuçlandı... Tutkuyla, ateşle, kıskançlıklarla dolu tarihin sayfalarının arasına gizlenen aşk başlıyordu... O aşkın aktörleri sadece Celile Hanım ve ünlü şair Yahya Kemal değildi... Nazım Hikmet, Necip Fazıl hatta Celile'nin yeğeni Oktay Rıfat'ın, yani Türk şiir dünyasının bütün ustalarının bir tarafından dahil oldukları bir aşktı o... Heybeliada'da okuyan genç Bahriyeli Nazım, hafta sonları okuldan çıkar annesinin yanına gelirdi... Yahya Kemal o günlerde genç birer Bahriyeli olan Nazım Hikmet ve Necip Fazıl'ın bulunduğu öğrenci grubuna şiir dersleri verirdi... Yahya Kemal hafta sonları "Genç Nazım Hikmet'e Türkçe ile şiir dersleri" verirken, İstanbul'un en güzel kadınlarından olan, ressam Celile Hanım'la yakınlaştı... Nazım'a verdiği derslerden arta kalan zamanlarda Celile Hanım ile Yahya Kemal sanat ve edebiyatla başlayan uzun sohbetlere başlamışlardı... Bir süre sonra bu ilişkinin kokusu Nazım'ın ve Necip Fazıl'ın öğrencisi olduğu Bahriye mektebinde duyuldu... Dedikoduların ayyuka çıkması üzerine Yahya Kemal bir süre okula gelmedi... Geldiğinde karşısına öğrencisi Necip Fazıl (Kısakürek)çıkacaktı... Hocası olan Yahya Kemal'e şöyle dedi: "Hocam, kibrit suyu içerek intihara kalkıştığınızı duyduk... Sınıfın bu durumdan duyduğu derin üzüntüyü size söylemek isterim..." Hocasına yönelik bu alaycı, ironik, dalga geçen tutum bir Deniz Harp Okulu öğrencisi Bahriyeli için kabul edilmez bir davranıştı... Necip Fazıl "Bu aşk ilişkisini alaycı bir şekilde ima eden" sözleri nedeniyle "Kodes" adı verilen tahta dolabın içinde cezaya gönderildi okulda... Ne ki bu Fransızcayı ana dili gibi konuşan, piyano çalan, natürmort resimler yapan dünyalar güzeli, sanatçı genç kadın Celile ile Yahya Kemal'in aşkı alevinden bir şey kaybetmiyordu... "HOCAM OLARAK GİRDİĞİNİZ BU EVE BABAM OLARAK..." Olayı genç Nazım Hikmet de fark etmişti... Necip Fazıl'dan sonra bir gün Yahya Kemal'in siyah pardösüsünün cebine bir not bıraktı... Kâğıtta Yahya Kemal'e hitaben şöyle yazıyordu: "Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremezsiniz..." Bu not üzerine ünlü şair, tedirgin oldu... Bir süre Celile Hanım'ın evine gelmedi... Genç Nazım'la karşılaşmaktan çekindi... Celile Hanım ise Yahya Kemal yüzünden kocasından boşanmış, bütün İstanbul'un kulaktan kulağa dedikodusunu yaptığı bir aşka "evet" demişti... Artık evlenmek istiyordu... Yahya Kemal bir taraftan kadını deliler gibi kıskanıyor, diğer yandan bu eviliğe yanaşmıyordu... Aşkını dile getirdiği olay inanılmazdı: "1916 yılından 1919 yılına kadar bir kadına deli gibi aşık oldum... Bu kadın yazın adada otururdu... Ben de orada idim... Deli divane olmuştum... Sonbahar'da Nişantaşı'ndaki evini düzenlemek için İstanbul'a inerdi... 1916 Sonbaharı'nda yine İstanbul'a iniyordu... Ben müthiş muzdariptim... Artık vapur giderken iskeleden mendil sallamalar, ağlamalar... O gidinceye kadar Ada dopdolu idi... Gider gitmez benim için boşalıverirdi... Tam o günlerde Berlin Büyükelçisi Hakkı Paşa İstanbul'a dönecek lafı çıktı... Hakkı Paşa, benimkinin uzaktan akrabası oluyordu ve İstanbul'a geldiğinde geceler düzenler, İstanbul'un bütün güzel kadınlarını çağırırdı... Benimki de oralara gidecek diye içim burkuluyordu... Hatta kendisine bu endişemi söylemiştim... Gitmeyeceğine yemin etmişti... Bir gece Ada Oteli'nde otururken, yandaki iki kişinin 'Berlin Büyükelçisi bu gece davet veriyor... İstanbul'daki bütün güzel kadınlar davetli' lafını ettiklerini duydum... Müthiş bir acıyla yerimden kalktım... İskeleye doğru gittim... Son vapur çoktan kalkmıştı... Sert bir lodos esiyordu... Deniz karmakarışıktı, ancak ne olursa olsun, sandalla Maltepe'ye geçmeye karar verdim... Sandalcılara gittim, yanaşmıyorlardı... Çok para verince biri ikna oldu... Açıldık, bir süre sonra lodos büsbütün arttı... Denizde çalkalanıp duruyorduk... Sandalcı bana küfretmeye başlamıştı... Ölmek üzereydik, ama ben sadece sevgilimin katıldığı geceyi düşünerek müthiş bir kıskançlık duyuyor ve bir an önce orada olmak istiyordum... Sırılsıklam Maltepe'ye gelebildik... Hemen bir kahvehaneye gidip, araba bulmaya çalıştım... Yoktu... Bunun üzerine Maltepe'den Bostancı'ya yürümeye karar verdim... Tren yoluna çıkarak koşmaya başladım...