Eski Kurmay Albay ve Balyoz davası mağduru Nihat Altunbudak Oda TV'de olay yaratacak bir yazı kaleme aldı. "İdlib krizini Kıbrıs çözer mi?" isimli yazısında Kıbrıs ve Kıbrıs sorununa değinen Nihat Altunbulak, Kapalı Maraş'ın Suriyeli mültecilerine açılmasını önerdi.
Nihat Altunbulak'ın yazısında özellikle şu satırlar dikkat çekti:
"Her daim Türkiye’nin kol kanat gerdiği, Yavru Vatan Kıbrıs da bu ortamda taşın altına elini koyarak, Türkiye’ye sembolik de olsa imkânları ölçüsünde destek vermelidir. Bunun için de, halen atıl durumda olan MARAŞ Bölgesini yerleşime açarak zor şartlarda yaşayan Suriye’li sığınmacı kardeşlerimize yardım etmelidir. Bu insani davranışa AB ve BM’in ilgili organları da destek vermelidir. Aynı şekilde Suriyeliler ile aynı coğrafya ve benzer kültürleri paylaşan GKRY de, imkânları ölçüsünde benzer insani davranışları sergileyebilir."
Yazının tamamı ise şöyle:
"Kıbrıs’ın oluşumu ve jeolojik yapısı incelendiğinde 4. Jeolojik zamanın başında bugünkü Anadolu’nun güneyi ile Suriye’nin batısının bulunduğu bölgede oluşan yükselmelerle Kıbrıs, İskenderun Körfezi’ni de kaplayan bir yarımada şeklinde oluşmuştur. Ancak daha sonra kuzey yarımküredeki dağ buzulların erimesi ve ara bölgedeki bir kısım bölgelerin depremler ile çökmesi sonucu Kıbrıs bir ada olarak son şeklini almıştır.
Kıbrıs Adası’nın çevresindeki derinlikler incelendiğinde, 1000 metreye kadar olan derinlik konturunun, kuzeyde Anamur Burnu’ndan İskenderun Körfezine kadar,doğudan da Suriye’nin Lazkiye limanı ile bütünlük sergilediğini kolaylıkla görebiliriz.
Anadolu, Suriye, Kıbrıs aslında jeolojik bir bütünlük sergilemekle birlikte; bu oluşumun içerisinde yeraltı ve yer üstü zenginlikler, iklim ve bitki örtüsü, tarihsel gelişim, beşeri ve kültürel uyum da söz konusudur. Bu bölge aynı zamanda günümüzde çatışma ve uyuşmazlıkların da merkezi konumuna gelmiştir.
Çünkü burası tüm dünyanın çatışma ve güç mücadelesi alanına dönüşmüştür. Hidrokarbon zenginlikler açısından doğalgaz ve petrol şirketlerinin önemli bir kısmı bu bölgededir. Jeostratejik açıdan o kadar önemli ki, Dünyanın en gelişmiş, en süper, en modern ülkeleri; ABD, Fransa, İngiltere, Almanya, Rusya vb. hiç tereddüt etmeden, hiçbir acıma ve vicdan azabı görüntüsü sergilemeden; Suriye’de milyonlarca insanın ölümüne, milyonlarca insanın göç etmesine aldırış etmeden bu mücadelelerini devam ettiriyorlar. Bu bölgedeki diğer ülkeler, dini ve etnik yapılar da, yaşanmış ve yaşanmakta olan acılara rağmen bu suça ortak oluyorlar.
Benzer mücadele 1950 -1974 yılları arasında Kıbrıs’ta cereyan etmiştir. Binlerce masum Kıbrıs Türkü katledilmiş, yerlerinden edilmiştir. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’ndaTürkiye’nin kararlı müdahalesi ile bu zulüme son verilmiştir. Ancak Kıbrıs’ın stratejik önemi ve çevresindeki zengin hidrokarbon yatakları dolayısı ile emperyal güçler arasındaki bu mücadele son dönemde tekrar yoğunluk kazanmıştır.
· Kıbrıs ve çevresinde ABD, İngiliz, Fransız, İtalyan ve RUS enerji şirketlerinin hidrokarbon yatakların tespitine ilişkin sismik ve sondaj çalışmalarındaki artış,
· AB, Yunanistan ve dolayısı ile GKRY’nin, Türkiye’yi ve dolayısı ile KKTC’ni yok sayan uygulama ve açıklamaları ile Mısır ve İsrail yetkilileri tarafından yapılan tehdit içerikli açıklamalardaki artış,
· Kıbrıs çevresinde artan askeri hareketlilik bunun en belirgin emareleridir.
Bütün dünyada, özellikle Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlar’da mezhepçilik ve etnik milliyetçiliği körükleyerek mikro devletçikler oluşturma gayretinde olan emperyal dünya; her nedense 44 yıldır hiçbir çatışmanın ve acının yaşanmadığı Kıbrısda, KKTC ile GKRY’yi birleştirme çabalarının altında kesinlikle iyi bir niyet yoktur. BM ve AB şemsiyesi altında yürütülen bütün girişimler KKTC’yi dolayısı ile Türk nüfusunu GKRY’nin tahakkümü altına almak maksadıyla yapılmaktadır. Böylece Türkiye’nin KKTC ile olan bağları zayıflatılacak, Kıbrıs ile bağlantılı kara suları, kıta sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) alanlarında sözde bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti adı altındaki GKRY dolayısı ile emperyal dünya söz sahibi olacaktır. Bu durumun, Türkiye’nin savunmasına olan olumsuz yansımaları ise çok daha vahim sonuçlara ulaşabilecektir.
Bununla birlikte, başta GKRY olmak üzere, Mısır, İsrail ve Lübnan, Türkiye’nin ve KKTC’nin Doğu Akdeniz’deki haklarını yok sayıp, ikili anlaşmalarla MEB ilan ederek, doğalgaz arama ve çıkarma faaliyetlerine hız vermişlerdir. Yunanistan ise resmi olarak Doğu Akdeniz’de MEB ilan etmemişse de, AB tarafından yayınlanmakta olan haritalarda Meis gibi küçük bir adanın da MEB’si varmış gibi oldu bittilerle Türkiye’nin haklarını yok sayacak girişimlerine devam etmektedir. Ancak Akdeniz’in en büyük deniz kuvvetine sahip Türk Deniz Kuvvetleri tüm denizlerimizde olduğu gibi Doğu Akdeniz’de de hak ve menfaatlerimizi gözetecek ve koruyacak güce sahiptir. Bunu da milletine layık olduğu şekilde yapmaktadır.
Özetleyecek olursak, Doğu Akdeniz’de Türkiye ve KKTC’ye ait MEB içerisinde bizim tahminlerimizin çok daha üzerinde hidrokarbon yatakları mevcuttur ve emperyal dünya tıpkı Irak’da, Suriye’de olduğu gibi bir oldu bitti ile bu doğal zenginliklerimizin üzerine çökmek, el koymak için binbir türlü hileler ve oyunlar yapmaktadır.
Bize ait bu deniz sahalarının bütünlüğü içerisindeki Suriye topraklarında da her türlü oyunu meşru sayarak sergilemektedir. Yok DEAŞ ile mücadele, terörist gruplar ile mücadele, yok kimyasal silah kullanıldı yalanı ile her türlü müdahale ve bombalama yapılmaktadır. Bu keyfiyetin acısını ve ceremesini de evlerinden, yurtlarından göçe zorlanan, yaşamını kaybeden milyonlarca Suriyeli kardeşlerimiz yaşamaktadır. Bu haksızlık, bu zulüm bizim yanı başımızda yapılmaktadır. Bize çok yakındır. Tehdit bize her zamankinden daha yakındır. Bir sonraki çatışma alanının Türkiye, Türk halkı ve Türkiye’nin hak ve menfaatlerine doğrudan yönelik olmayacağı konusunda da hiçbir garanti yoktur. Bu gelişmeler ışığında bize bir şey olmaz rehaveti içerisinde uyuyanlar da gaflet ve delalet içerisindedirler.
BAŞKALARININ OYUNUNA GELMEYELİM, OYUNU BİZ KURGULAYALIM
BM şemsiyesi altında yapıldığı iddiasıyla, gerçekte ABD, AB ve İngiltere tarafından hazırlanan ve Kıbrıs Türkünün sonunu hazırlayacak olan Annan Planı 24 Nisan 2004'te yapılan referandumda Kıbrıslı Türklerin %64.91 ile evet, Rumların ise%75.83 ile hayır demesi sonucunda reddedilmiş, yürürlüğe girmemiştir. Rum tarafı Plan'ı onaylamış olsa idi, bugün Türk Silahlı Kuvvetleri Kıbrıs’ı terk etmiş, Kıbrıs Türkleri ise bu sözde federal yapı içerisindeki Rum devletinde azınlık olarak kalmış olacaktı.
Annan Planı’nda bulunan iki konuda özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum.
Konu-1 : İç kurucu devlet vatandaşlığı belirleme koşulları
Annan Planı'nın nihai şekline göre, bir Kıbrıs vatandaşı, Kuruluş Anlaşması yürürlüğe girdiğinde Kıbrıs Rum kurucu devleti veya Kıbrıs Türk kurucu devleti bölgesinde ikamet ediyor olmasına bağlı olarak, ya Kıbrıs Rum kurucu devleti ya da Kıbrıs Türk kurucu devleti iç kurucu devlet vatandaşlığı statüsünü kazanacak.Bu kapsamda birçok yerleşim yeri ile birlikte özellikle KARPAZ Burnu Bölgesindeki köylere Rum nüfusu yerleştirilecek ve bu bölge Rumlaştırılacaktı.
Yani bu bölge Rumlaştırıldığı takdirde; süreç içerisinde, bir şekilde hile ile Kurucu Kıbrıs Rum Devletine bağlanacaktı. Böylece Türkiye’nin ve KKTC’nin hakkı olan Anadolu- Suriye- Kıbrıs bütünlüğündeki deniz sahasından (Kara suyu, kıta sahanlığı ve MEB olarak) hak iddia etme fırsatları doğacaktı. Bu yüzden Özellikle KARPAZ Bölgesi dahil Kıbrıs Adası’nda hiçbir devlete veya yapıya verilecek bir karış toprağımız olmadığını kesinlikle aklımızdan çıkarmamamız gerektir. Böyle bir teklifi yapmak, teklife duyarsız ve kararsız kalmak veya bunu gizli planlar ile yapmaya çalışmak vatana, millete, geleceğimize ihanettir. Çünkü bu bölge Jeostratejik değeri, Türkiye’nin savunması ve zengin denizaltı hidrokarbon yatakları açısından çok, ama çok önemlidir.
Konu-2: Toprak ayarlamasına tabi bölgeler Rum kesimine BM gözetiminde altı aşamada devredilecek.Bu kapsamda birçok yerleşim yeri ile birlikte Gazimağusa güneyindeki MARAŞ bölgesi Rum kesimine teslim edilecekti.
KKTC’nin doğusunda, deniz sahilinin en güneyinde bulunan MARAŞ Bölgesi 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’nın sona ermesinden itibaren yerleşime kapalı tutulmaktadır. Kıbrıs Barış Harekatı öncesi Kıbrıs’ın en gözde tatil beldesi olan MARAŞ bugün bir harabe şehir görüntüsündedir.
MEB’lerin belirlenmesi, kara sınırlarının deniz üzerindeki uzantısı göz önüne alınarak yapıldığından; en güney noktada olması itibarı ile MARAŞ Bölgesinin KKTC’ne ait MEB’nin belirlenmesinde çok büyük deniz alanının KKTC’ye ait olmasını sağlamaktadır.
GKRY’nin haksız ve hukuksuz olarak, İsrail ve Ürdün ile yaptığı ikili anlaşmalara dayanarak ilan ettiği, sözde MEB içerisinde, çok zengin hidrokarbon yataklarının bulunduğu tespit edilmiş 2 ve 3 nolu parsellerin önemli bir kısmı MARAŞ Bölgesinin uzantısı olan deniz sahasının içerisinde bulunmaktadır. Bu nedenle MARAŞ Bölgesini, GKRY’ne teslim etmek gibi bir teklifi yapmak, teklife duyarsız ve kararsız kalmak veya bunu gizli planlar ile yapmaya çalışmak vatana, millete, geleceğimize ihanettir. Vatan toprağını teslim etmekle eşdeğerdir.
Diğer taraftan aynı coğrafyanın, benzer kültürün karşı kıyısında bulunan Suriye’de, tarifsiz acılar yaşanmaya devam ediyor. ABD özellikle Fırat’ın doğusundaki bölgede binlerce konteyner dolusu silah ve mühimmat ile yığınaklanmasına devam ediyor. Yine emperyal dünyanın desteklediği PKK, PYD/YPG ve DEAŞ gibi terör örgütleri acımasızca katliamlarına devam ediyor.Bu ortamda Türk Silahlı Kuvvetlerinin önemli bir kısmı, Suriye’nin El-Bab, Afrin ve İdlib Bölgelerinde bulunmakta ve hem Türkiye’ye yönelik terörist grupları etkisiz hale getirme, hem de muhtemel çatışmaları engelleme görevlerini büyük bir özveri ile yürütmektedir.
Suriye Devlet Başkanı Esad’a bağlı rejim güçlerinin, diğer bölgelerde kontrolü ele geçirdiği için, İDLİB Bölgesinde toplanan bütün terörist grupların etkisiz hale getirilmesi maksadıyla Rusya’nın desteğinde başlattığı harekât, bünyesinde başı-sonu belirsiz birçok süreç ve olaylar zincirini barındırıyor. Yaklaşık 3,5 milyon insanın bulunduğu İDLİB bölgesindeki bu harekât dolayısı ile Türkiye ciddi boyutta bir göç tehdidi ile karşı karşıyadır. Doğal olarak bu süreçten AB ülkelerinin de etkilenmesi söz konusudur.
Her ne kadar bütün bu sorunlar, emperyal dünyanın bitmez tükenmez kazanma, ele geçirme ve sömürme ihtirasından kaynaklanıyor olsa da; insani değerler açısından ve batılı ülkelerin kendi iç kamuoylarının tepkilerine duyarlılık göstermek adına, sınırlı sayılarda göçmen kabul etme durumu da söz konusudur.
Halen Türkiye’de yaklaşık 3,5 milyon Suriyeli sığınmacı bulunmaktadır. Astana süreci çerçevesinde Türkiye-Rusya-İran arasında yapılan Tahran görüşmeleri ve AB adına Almanya ve Fransa’nın da dahil olduğu uzlaşma ve barış ortamının sağlanması adına yapılan görüşmelerin olumlu sonuçlanması arzu edilen durumdur. Ancak her hâlükârda Türkiye’ye, İDLİB harekatı dolayısı ile önemli sayıda sığınmacı gelmesi muhtemeldir. Bu insanların bir kısmının bütün engellemelere ve zorluklara rağmen AB ülkelerine geçmesi de kuvvetle muhtemeldir. Ancak bu konuda AB’li dostlarımız hep kaçak güreşmekte verdiği güvence ve sözlerin büyük bir çoğunluğunu tutmamaktadır.
Her daim Türkiye’nin kol kanat gerdiği, Yavru Vatan Kıbrıs da bu ortamda taşın altına elini koyarak, Türkiye’ye sembolik de olsa imkânları ölçüsünde destek vermelidir. Bunun için de, halen atıl durumda olan MARAŞ Bölgesini yerleşime açarak zor şartlarda yaşayan Suriye’li sığınmacı kardeşlerimize yardım etmelidir. Bu insani davranışa AB ve BM’in ilgili organları da destek vermelidir. Aynı şekilde Suriyeliler ile aynı coğrafya ve benzer kültürleri paylaşan GKRY de, imkânları ölçüsünde benzer insani davranışları sergileyebilir.
İnsan yaşamı her türlü değerin üzerindedir.Medeniyetler değerlerinin üzerinde yaşarlar.
Özgürlük ve barışın özlem olmayacağı günlere kavuşmak adına."
Nihat Altunbulak