Her ölüm acıdır. Hele ki; yakınları için, tarifsiz acıdır. Gidenin, yaşayamadıkları için üzülürler. Bir daha göremeyecekleri için duyacakları özleme üzülürler. Daha fazla zaman ayırmadıkları için üzülürler. Ancak, gencecik birinin ölümü daha acıdır. Yakınlarının dayanılmaz acısı yanında, herkes için acıdır. Gençliğine üzüldüğümüz gibi, o ana-babanın yerine kendimizi koyar, bir o kadar daha hissederiz acıyı. Acının yanı sıra, genç ölümlere duyulan isyan vardır içimizde. Kabul edemeyiz, yakıştıramayız ölümü. Fakat ne yazık ki, defa defa aynı sebeplerden gençleri kaybetmemize rağmen, bu sebeplerin ortadan kalkması için de, ciddi bir çaba harcamayız. Trafiğe, binlerce can veririz ancak, sadece olay anında feryat edip, sonrasında aynı olayın tekrarına kadar susarız. Uyuşturucuya can veririz, ancak bu illetle savaşmaya niyet etmeyiz. “Trafik kurbanı oldu.” “Denizde boğuldu” “Uyuşturucu ya da sentetik ilaç kurbanı oldu” “Kansere yenik düştü” “İntihar etti” v.s v.s . diyerek, ölüme sebep arayıp, tüm sorumluluğu, gidene yükleriz ama gerçek nedenlerle yüzleşmeye cesaret edemeyiz. Sonrasında, bir genç daha aynı sebepten dolayı ellerimizden kayıp gider. Mesela son bir haftada 4 genç, uçup gitti. Arabasında ölü olarak bulunan gencin ölüm sebebinin, bonzai ve enerji içeceği olduğu söyleniyor. Sebep, yapılan otopsi sonucunda ortaya çıkacak ama acıyı azaltmayacak elbette. Biri polis, ikisi asker olan diğer üç gencin ölüm sebebi ise intihar. Hayatın baharında olan üç genç neden intihar etmek ister ki?? Her ne kadar ölüme kendi elleriyle gitseler de, bu ölümler, ne gençlerin kaderidir, ne de kendi seçimleri olarak görülebilir. Kolay mı öyle, candan vaz geçebilmek? Kolay mı, geride onca seveni ve sevileni bırakıp da gitmek? Belli ki; bu gençler, ciddi psikolojik sorunlar yaşıyorlardı da yaşamlarına son verebildiler. Anaların, babaların, davul zurna ile teslim ettikleri aslanlar gibi evlatlarının cansız bedenlerini, göz yaşları içinde teslim almaları “İntihar ettiler, yazık” diyerek geçiştirilecek kadar basit olmamalı. Hele ki; “kişisel sorunları vardı” gibi bir sığ mazeretin arkasına sığınılarak, tüm sorumluluk, giden gencin, artık hiç olmayacak olan omuzlarına yüklenemez. Bu hiç adil değil. Eğer ki, asker ocağı, baba ocağı ise, bir baba güvenliğinde ve sorumluluğunda olmalı. Bir babanın, evladı için duyduğu kaygı duyulmalı. Yine eğer ki, asker ocağı, anne kucağı sıcaklığındaysa, teslim edilen evlatların sorunlarına, bir annenin şefkati ile yaklaşılıp çözülmeli. Neden bir haftada aynı birime bağlı üç gencin intihar ettiği, ciddi bir şekilde araştırılmalı. Kaldı ki; bundan birkaç ay önce de, bir genç, askeri birliğinden firar ederken, Metehan’da , bir aracın çarpması sonucu can vermişti. Sorun neydi ve neden kaçıyordu? Bu kaçışın, ya da bu intiharların nedenleri, ister kişisel olsun, ister genel Araştırılmalı ve kamuoyu bu konuda bilgilendirilmeli. Gerekirse, askerlere, psikolojik destek verilmeli ve var olan sorunları çözülmeli. Nasıl ki, annelerin, evlatlarını askere göndermeleri bir “vatan borcu” ise; O evlatlara sahip çıkmak da, komutanların, anne ve babalara vefa ve şeref borcudur.