Geçtiğimiz hafta telefonuma sürekli DD Platformu adı altında yönlendirilmiş bir mesaj geldi durdu.
Mesaj, 15 Temmuzlara hayır Demokrasiye evet mitingi için Lefkoşa’da organize edilecek etkinliği haber veriyordu.
Hatta haberden de öte orada buluşuyoruz gibi bir de ifade kullanılıyordu.
Günde nerede ise 2 kez telefonuma iradem dışında gelen bu mesajdan çok da hoşnut olduğumu söyleyemeyeceğim.
Zira bu bana göre verilen bir rahatsızlıktı.
En azından ben rahatsız oluyordum.
Zira bu çağrıyı samimiyetsiz buluyordum.
Gelelim Lefkoşa’da yapılan mitinge.
Burada tek bir maksat yoktu.
Yani konu sadece Türkiye’de 15 Temmuz darbe girişimini protesto etmek ve demokrasiye destek vermek değildi.
Bunlar zaten yapılmıştı.
Hoş Türkiye’de de günlerdir yapılıyor.
Kuzey Kıbrıs’tan da çeşitli kesimlerce yayınlanan mesajlarda da böylesi bir kalkışmanın yaşanmasına dair tepkiler açıkça ortaya konmuştu.
Hadise kınandı, demokrasilerin vazgeçilemez olduğu vurgulandı.
Çoğulcu demokrasinin önemine vurgu yapıldı.
Şimdi hal böyle iken böylesi bir etkinliğe gerek var mıydı?
Tartışılır.
Ve/ fakat insanlar özgür.
Dileyen gider, dilemeyen gitmez.
Hani derler ya demokrasi var.
İşte tam da öyle..
Lakin bu etkinliğe katılanların büyük bir kısmının derdi meydanlarda demokrasiyi savunmak olmadığını biliyorum.
OHAL rejimi bir demokrasi yöntemi değildi mesela, hukukun rafa kaldırılması, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin askıya alınması ile demokrasi kavramının aynı yerde hayat bulması mümkün müydü?
Değildi.
Peki o zaman esas amaç neydi?
Yaşadığı topraklarda demokratik değerlerden bir haber olan o değerleri koruyamayan, saygı duymayan yüzlerce insanın meydanlara çıkıp demokrasi koruyuculuğuna soyunmasının nedeni ne olabilirdi?
En hafif tabiri ile Türkiye’deki otoriteye yalakalık yapmaktı,yaranabilmekti maksat.
Nitekim brçok insan bu amaç için yırtıldı durdu meydanda.
Ben de buradayım, biz de buradayız şirketim de burada, çalışanlarım da yanımda görüntüsü verecekler diye helak oldular.
Nitekim Türkiye’de de 15 Temmuz sonrası meydanlarda halk tarafından başlatılan demokrasi nöbeti de kısa bir süre sonra bu amaca yönelmişti.
Ve mevzu AKP iktidarına ve Sayın Erdoğan’a yaranabilme çabalarına dönüşmüştü.
Dolayısı ile burada da yapılmak istenen şudur; Kıbrıs’ın Kuzey’inde günlerdir telefonlara gelen mesajlar, kamu görevlilerine yapılan telkinler, üniversiteler, ve birçok kurum kuruluşun meydanlara gelmesini baskı oluşturarak sağlamaya çalışan UBP-DP hükümeti de bu amaca yönelmiştir.
Oysa her 2 partinin de özellikle çoğulcu demokrasi adına bu topluma verebileceği emsaller yok denecek kadar azdır bu coğrafyada.
Yoksa demokrasi haykırışı falan hikaye.
Hoş bu mitinge destek verip katılan onlarca tabella örgütüne baktığım zaman da bunu açıkça görebiliyorum.
Meydandan yükselen “idam isterik” talebi de konunun demokrasiye sahip çıkmakla alakalı olmadığını gösterdi.
Kaldı ki 15 Temmuz akşamı Türkiye’de yaşanan bu alçak darbe girişimi eğer başarıya ulaşsaydı, bugün demokrasi mitingi adı altında o meydana toplanan birçok birey, kurum ve kuruluş darbecilerin yanında yerlerini almak için yarışacaklardı.
Bunu adım gibi biliyorum.
Ve/ fakat burada beni en çok şaşırtan Kudret Özersay başkanlığında kurulan Halkın Partisi’nin tutumu olmuştur.
Ki bu anlamda her ne kadar da kabul etmeseler de ciddi bir taktiksel hata yaptıklarını düşünüyorum.
Halkın Partisi bu mitinge destek vermesini çoğulcu demokrasiye sahip çıkılması olarak açıklıyor özet olarak.
Ve/fakat aynı meydanda demokratik bir çok değerin farkında bile olmayan kesimlerle omuz omuza olmayı içine sindirebiliyor.
İdam idam sesleri arasında çoğulcu demokrasi savunuculuğu yapılabileceği yanılgısına düşülüyor.
Birçok tabella örgütü ile aynı ortamda bulunmaktan rahatsızlık duyulmuyor.
Böylesi bir ortama destek vermekten rahatsızlık duymayan Halkın Partisi çok açık ki burada belli bir seçmen kitlesini potansiyel olarak görmüştür.
Ve bu potansiyeli de bu şekilde canlı tutabilmek adına meydanlara çıkmayı uygun bulmuştur.
Buna hedef kitlesi de diyebiliriz.
Kısacası bana göre bu noktada ciddi bir hata yaptılar.
Nitekim söz konusu etkinlikten de anlaşılacağı gibi, burada hasıl olan amacın dışına çıkılacağı çok önceden belliydi ve çıkıldı da.
Amaç saptırıldı ve miting UBP ve DP etkinliği yanı sıra AKP ve Erdoğan’a yaranma mecrasına dönüştürüldü.
Halkın Partisi de isteyerek veyahut istemeyerek buna ortak oldu.
Sağ yelpazenin içinde yer aldı.
Böylelikle siyaset yapacağı rotayı da belirlemiş oldu.
Şimdi artık bundan sonrası için daha samimi şekilde siyasette durduğu noktayı yalpalamadan netleştirmesi gerekecek.
Ne sağım, ne solum duruşu ise tedavülden kaldırılacak.
Ya da kaldırılmalı..