Denktaşsız beş yıl

Mesut GÜNSEV

Kurucu Cumhurbaşkanımız Rauf Raif Denktaş’ı kaybedeli beş yıl oldu…Yıldönümünde çeşitli etkinlikler ve dualarla andık.. Onu kaybettiğimiz günlerde kaleme aldığım ve yayınladığım ADA TV de de izleyicilerle paylaştığım yazıyı o “KOCATÜRK”ü özlem ve rahmetle anarak tekrar sizlerle paylaşıyorum. İşte o benim için de anılarla örülü o yazı:

“Bazen öyle durumlar vardır ki, iki satır yazmak bile içinizden gelmez oluverir… Cuma akşamı saat 22.10’da KKTC temsilcisi olduğum dünyanın sayılı büyük ajanslarından İHA’ya o üzücü haberi geçmek için bilgisayarın başına oturduğumda, değişik duygular içindeydim. Aynı duyguları babamı kaybettiğimde de yaşamıştım. Aslında, son saatlerde gelişen durum ve hele Yılanadası‘ndan YDÜ Hastanesi’ne nakledilirken kızı Ender Vangöl’e söylediğini öğrendiğimiz, ama haberlerimize yansıtmadığımız “ben artık öleceğim” sözü kafamı kurcalayıp duruyordu. Mücadelenin ve zor günlerin adamı Baba Denktaş, “yaşama asılmayı bıraktı mı acaba?” diye korkmaya başladım.

Zira yaşadığım tecrübeler yüzünden, böyle düşünüldüğünde ‘son’un daha çabuk geleceğini biliyordum.

Ve… Acı son geldi; 88 yıldır halkı, davası, vatanı, inancı için çarpan yorgun kalbi duruverdi.

Fatiha okudum… Çok ilginçtir, “Baba mutlu öldü” diye de içimden geçirdim…Yıllar önce bir görüşmemizde bana, “Allah bana Türk askerinin bu adadan gittiği günü göstermesin” demişti.

Dünyada halk hareketiyle işe girişip devletini kuran ve kurduğu devletin bağımsızlığını ve güzel günlerini, görebilen nadir liderlerden olan Denktaş’ın vefat haberinin girişini “Dünyanın son halk liderlerinden, KKTC’nin Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ı kaybettik “ diye yazdım.

Sonra anılar denizindeki yolculuk başladı… Düşündüren, ders alınan, gülümseten, acı-tatlı anılar…

Anavatan Türkiye’de çok büyük bir hayran ve seven kitlesine sahip Denktaş’ı tabii ki tanıyordum ama kendilerini ilk görüşüm 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nın sıcak günlerine rastlar… Aslında ondan önce mücahit oğlu merhum Raif’i tanımıştım… İki harekât arasında yanında bir mücahit arkadaşı (Tozduman) ile çıkarma bölgesine gelen sakallı yakışıklı genç fazla mermi arıyordu. “Bizim kalibreler size uymaz ama Rumlardan ele geçirdiğimiz mermileri verelim” demiştim. Ön saflardaki arkadaşlarına mermi bulmaya gelmiş bu genç ve cesur mücahit, Denktaş beyin oğlu idi.

1986 yılında, Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürlüğü’ne atandığımda rütbem binbaşı olmuştu. Bugün yayınını halen başarıyla sürdüren ve KKTC‘nin en uzun ömürlü dergisi konumunda olan Güvenlik Kuvvetleri Dergisi’nin ikinci sayısı Temmuz ayına denk geliyordu. Biz de Kıbrıs Barış Harekâtı özel sayısı yapmaya karar vermiştik. Çok merak ettiğim ve o güne kadar ayrıntıları pek de bilinmeyen 19 Temmuzu 20 Temmuza bağlayan gecenin öyküsü için birinci ağızdan bir röportaj yapmak üzere Cumhurbaşkanı’ndan randevu aldım..Tarihi çok iyi hatırlıyorum; 13 Mayıs 1986 idi. Ben sordum, Denktaş anlattı, tam 45 dakika.. Bazı ayrıntılar ilk kez açıklanıyordu. Son derece heyecanlıydım. Röportaj bitti. Teybe uzandım. O an başımdan aşağı kaynar sular döküldü, aşırı heyecandan elim ayağıma dolaşmış, teybin kayıt düğmesine basmayı unutmuştum... Birçok çaylak gazeteci gibi not da tutmamıştım.- O günden beri tüm röportajlarımda hem ses kaydı alır, hem de not tutarım…- O büyük insan anlayışla gülümsedi. Tekrar konuşmaya başladık ve bir 45 dakika daha, söylediklerini tekrarlayarak röportajını tamamladı.

Yüzünde ne bir sıkıntı ifadesi vardı, ne de hareketlerinde beni tedirgin edecek bir davranış... Büyük liderin sabrına da hayran olmuştum. Söyleşi ses getiren bir yayın oldu. Bir çok başka yayında referans olarak kullanılan bu röportajla başlayan ilişkimiz, hastaneye yatışına kadar devam etti. Profesyonel gazeteciliğe başladığım1989 yılından sonra Denktaş’la yüzlerce röportaj yaptım. Verdiği demeçler ve katıldığı etkinliklerle ilgili yaptığım haberler binlerle ifade edilebilir…

Anılar denizinde kulaç atmaya başladık bir kere... Antalya da yaşadığımız gizli hastane macerası; hastane teftişinde, yabancı gazetecileri kabulünde anlattığı “cenaze evinin kapısı açık olur” hikayesi; sağdan soldan duyup, ona ve Klerides ile diğer Rum liderlere uyarladığım, daima engin bir hoşgörü ile karşıladığı fıkralar… Yılanadası’nda yaptığı ve bize yedirdiği ton balıklı spagetti, karpuz suyunda biftek muhabbeti; “Atatürk ve Din” kitabının macerası… Güvenlik Kuvvetleri’ne alınan ilk sahil güvenlik botuna bahriye geleneğine uyarak annemin gönderdiği Kuran-ı Kerim’i bağışladığımda yazdığı teşekkür yazısı; Gazimağusa’ya gelen muhribi ziyaretinde bahriye geleneklerine göre selamlama ve lumbarağzından gemiye giriş için sarayda yaptığımız prova; sarayın emniyet zaafiyeti nedeniyle yazdığım ikaz mahiyetindeki yazıya karşı gönderdiği mektup; temsilcisi olduğum Nokta dergisinin kapağında yayınlanan resim ve spotlar ile ilgili bana attığı büyük fırça; zaman ,zaman tesadüfen Selimiye Camii’nde buluştuğumuzda onun iskemle üzerinde yan yana kıldığımız Cuma namazları; çocuklarıma yaptığı espriler; çektiği ve muhakkak sahiplerine ulaştırmamı tembihlediği fotoğraflar, imzalı kitap ve resimleri... Kısa mektupları ve şimdi aklıma gelemeyen onlarca anı…

İşte o anılardan biri:

Sevgili Cumhurbaşkanımızın sağlığına pek dikkat ettiği söylenemezdi… Gizli şekeri tespit edildiğinde, müşterek doktorumuz, Türkiye’nin bu alanda en önde gelen ismi Prof. Dr. Temel Yılmaz şekerini kontrol altına almaya çalışıyordu. İstediği tahliller, periyodik olarak kendisine fakslanıyordu. Benim de kontrol için İstanbul’da olduğum bir gün Temel Hoca ile hastanedeki odasında konuşurken bir faks geldi Cumhurbaşkanından. Tahlil sonuçlarının altına kendi el yazısıyla bir not düşmüştü Denktaş; “Doktor, köyden çok güzel bir bal geldi, yemeyeyim mi?

Onu yarın toprağa vereceğiz… Ama Denktaş Efsanesi hep yaşayacak, her zaman hatırlanacak. Türklük Dünyası büyük bir liderini kaybetti. Ama ben galiba babamı ikinci kez kaybettim.

Güle güle büyük mücahit...

Seni çok özleyeceğiz…