Ben bu adaya hayranım.
Ancak hayranlığım doğal güzelliğin çok ötesinde.
Elbette ki doğal güzellik olarak dünyanın en güzel ülkesi, adeta bir cennet.
Ancak benim hayranlığım Kıbrıs halkının naifliği ve hoş görüsüne bir de artık eskilerde kalan kültürüne.
Evet eskilerde kalan dedim çünkü gerçekten o güzel kültür yavaş yavaş erozyona uğradı, yozlaştı ve yavaş terk edildi.
Gerek yaşam şartlarından gerekse nüfus yapısından dolayı eski kültür kalmadı.
Kültür de insanlarla birlikte asimle oldu.
Paneri, hasır sandalyeye hediyelik eşya oldu.
Bidda badadez, macun ise festival olan panayırlarda ,lahmacunun, çiğ köftenin ve tantunin yanında öksüz kaldı.
Numunelik kalmış birkaç ev dışında artık komşular bir birinin bahçesinde toplanıp molohiya ayıklamıyor, imece usulü hellim yapılmıyor.
Hatta folklorun yerini de Latin dansları aldı.
Kendi sanatçılarımıza sahip çıkmayıp, yurt dışından sanatçı getirmeyi marifet saydığımız için de, Kıbrıs’a has müzik de, sanat da unutulmaya yüz tuttu.
Çocuklar “Kıbrıs bir adamıdır, cennetten parça mıdır ?” demeden büyüdü. Düğünlerde gelinler Dillirga yerine, Ankara’nın bağları ile eğlendi mesela.
Bunlar değişip bir, bir yok olurken fark etmedik.
Hatta değişiklik ve yenilik hoşumuza bile gitti.
Ancak konu sadece kültürün kaybedilmesiyle kalmadı.
Onunla birlikte Kıbrıslının kimliği de egemenliği de yok olup gitti.
Ya da tam tersi oldu, kimlik ve egemenlik gidince kültür de yok oldu.
O yüzden de yıllardır kültürel erozyon, yozlaşma ve kimlik konularında verilen her mücadeleyi çok önemsedim.
Dolayısıyla Milli Eğitim Bakanlığının “Şeftali kebabı “konusunda duyarlılık gösterip, Türkiye’ye mektup yazarak, şeftali kebabının doğru tarifini yapması Kıbrıs Kültürünü sahiplenme konusunda değerli.
Ancak deveden vaz geçip kuyruğunu tutmak gibi bir şey ve samimi değil.
Hani Kıbrıs Kültürünün sahibinin yok sayılıp, "KKTC bizim için Antalya gibi Bursa gibi illerimizden biridir" ya da" KKTC bizim için 83. vilayettir" açıklamaları yapıldığında da tepki koyup mektup yazsalardı anlamlı olurdu.
Ya da Şeftali Kebabının tarifle birlikte KKTC'nin açılımının "Kuzey Kıbrıs TÜRKİYE Cumhuriyeti" olmadığını , başkentinin de "Lefkoşe" değil "Lefkoşa" olduğunu yazsalardı belki daha yararlı olurdu.
Kendi ülke koşullarımıza göre hazırlanan bir eğitim sistemimiz yokken, Türkiye'den kopya ettiğimiz bir eğitim sisteminde çocuk yetiştirmeye çalışılırken, tek yanlış bulduğumuz şey şeftali kebabı mı?
“Belemeler” denmesini hazmettik de şeftali kebabının yanlış tarifi mi ağırımıza gitti?
Panayırlar ,festival oldu.
Biddanın yerini lahmacun aldı.
Macun, marmelat oldu
İlahiyat okulları açıldı
Merkez bankasına el kondu,
"haspa çıkarın" diye mektup yazmadık da, şeftali kebabının tarifiyle mi kurtaracağız memleketi?
Misal UBP, kendi Başkanı ve ülkenin Başbakanı, TVlerde "maaşın kaç?" diye aşağılanırken ağırına gidip mektup yazsaydı, bir ülkenin Başbakanına nasıl davranılması gerektiğinin tarifini yapsaydı bu gün şeftali kebabı elden gidiyor diye ağlamazdık.
Şeftali kebabı onurundan daha mı kıymetli?
Devenin bütününü verdik de kuyruğu mu önemli?
Daha bugün yani mektubun üstünden 2 gün geçmeden deveyi bütünüyle nasıl teslim ettiğimizi kanıtladık.
KKTC Konsoloslukları aracılığı ile duyuru yapıp Türkiye’de kalan vatandaşlarını adaya getiriyor.
Gelenlerin bir kısmını karantinaya alıyor.
Ancak sonradan ortaya çıkıyor ki aynı gemide sayısını bilmediğimiz kadar asker ve asker yakını da geliyor.
Sağlık Bakanının müsteşarına olay sorulduğunda da tam sayıyı bilmediklerini ve
“Gelen asker ve aileleri ile ilgili bize bilgi verilmedi. Onlara müdahale edemedik” yanıtını verebiliyor.
Bu cevap her şeyi açıklıyor aslında.
Daha ülkesine sahip çıkamayan bir hükümet şeftali kebabını kurtarmaya çalışıyor.
İşte bu yüzden diyorum.
Deveyi verdik, kuyruğunu kurtarmaya çalışıyoruz diye…