Bu günlerde öylesine kasvetli bir kaos var ki; Bu toz – duman içinde gökyüzü görünmüyor, Her şey sis denizinde kaybolmuş… Bu nankör denizdeçığlık çığlığa sevişen martılar, Bir daha dönmemek üzere gittiler! İyisi mi… O sis denizinde, nazlı nazlı süzülen martılarla birlikte uçarak; Bu Pazar günü, bir günlüğüne, düşlerimde uzaklara, çok uzaklara gideceğim… Zaman tünelinde, hayallerimiz bizi nereye sürüklerse sürüklesin… Buz tutmuş bir nehir kenarında; Öyle bir ayaz ki; sıcaklık eksi otuz… Kış ağır, Kiev tepeden tırnağa donmuş! Lenin Parkında, Kayın ağaçlarının karla kaplı dalları altında, Onunla oturuyorum. Küçücük ellerini paltomun cebine sokmuş, üşüyor… Ben yarın trenle Odessa’ya gideceğim; bilmem, bir daha ne zaman… Dönersem eğer, bu kayın ağacının altında bulur muyum seni? Biliyorum; hayat çok nankör! Ve ben gittikten sonra, bir başkası tutacak sıcacık ellerini… Kirpiklerine siyah sürme çeker misin ben olmayınca? Ne kadar yalnız ve anlamsız duruyor şimdi, Saatlerce seni beklediğim yerdekikestane ağacı… Kuşkulu bakışlarla, kaç kez benden sigara istedi O sarhoş Kazak, Stalin’e sövüyordu, elinde votka şişesi! Ve sen, Otobüs durağından bana doğru koşarken, Nedense, benden fazla sevinirdi o sarhoş Kazak Belli ki, bir zamanlar o da çok beklemişti… Zaman ne çabuk geçti! Seni görmeyeli tam kırk yıl… Ne bir haber geldi, ne de bir mektup… Şimdi oturup, Geçmişe dair kötümser düşler kuracağım… Biliyor musun? Yaşlandıkça bakamıyorum engin denizlere ve gökyüzüne… Ve hiç nedeni yokken, ansızın, birden bire, Gözlerim yaşarır, ellerim titrer nedense! Şimdi; Ne kayın ağaçlarından bir orman, Ne gökyüzüne değen kestane ağaçları var olduğum yerde, Ne sen varsın, ne sevdan, Geride kalan, Bir paranoya, bir heyelan!