Memleketin iç karartan, moral bozan trajik hallerinden bir nebze olsun uzaklaşmak ve soluklanmak için yeniden şiirlere, şarkılara sığındım bu son günlerde. Sabahın erken saatinde dışarıda yağan yağmurun kâh hızlanan kâh sakinleşen sesinde ‘Vivaldi’nin dört mevsimini’ dinler gibiyim. İnsanoğlunun yarattığı müziğe; hatta bütün sanat eserlerine ilham olan doğa ne kadar eşsiz, ne kadar gizemli!.. Müzik insanı günlük sorunlarından uzaklaştıran sakinleştirici ilaç gibidir. Duygu, düşünce ve izlenimleri belirli bir güzellik anlayışına göre birleştirip biçimlendiren ve anlatan estetik bir bütündür müzik. Hangi türünü seviyorsak dinleyelim. Bedenimiz olmasa bile ruhumuz beslensin hiç olmazsa. Hep derler ya; müzik ruhun gıdasıdır diye!. Ruhumuzu bol bol gıdalandıralım ki, bedenimizin geçireceği zafiyeti takviye etsin. Nasılsa yakında ilaç almak lüksümüz de kalmayacağına göre müziğin ilaç etkisine sığınmayı denemekte yarar vardır sanıyorum!. Şarkı, şiir desem de istemeden yine genel sorunlarımıza kayıyor düşüncem de, tuşlara dokunan parmaklarım da. Hayatın ardı arkası kesilmeyen trajedileri o kadar olmadık zamanlarda ve hoş olmayan biçimlerde meydana geliyorlar ki, tutarsızlıkları ve anlamsızlıklarıyla insanı derinden yaralıyorlar ve istemdışı da olsa düşüncemizin baş köşesine kuruluyorlar. Aslında bunun suçlusu da büyük ölçüde biziz. Hep ayni şeyleri yaşama alışkanlığımızı bir türlü terk edemiyoruz. Düşüncelerimizi özgürce dile getirmiyoruz, sorunların üzerine cesaretle gitmiyoruz. Oturduğumuz yerde tevekkülle bekliyoruz. Memleket sorunlarını şimdilik bir yana bırakıp biraz da başka şeylerden bahsetmek ihtiyacı duyuyorum; çünkü umutlanmak istiyorum. Umutlanacak şeyler arıyorum ve güzel sanatlar diyorum. Bugün, tüm olumsuzluklara rağmen umutlarımızı ayakta tutacak, hiç de küçümsenmeyecek çoklukta olan değerlerimizden, sanattan ve tabiri caiz ise kendi yağında kavrulan sanatçılarımızdan bahsetmek istiyorum. Küçük adamız gerçekten de sanatçıları ile gurur duyulacak bir yer. Edebiyat, şiir, müzik, resim, fotoğraf, tiyatro vb. dallarda adada ve yurt dışında yaşayan çok başarılı sanatçılarımız vardır. Bunların hepsinden bahsetmek sayfalar alır. Bu yüzden bugün sadece bir tanesinden; müzikten ve özellikle de “Türk Müziği”nden söz etmek istiyorum. Ulusal kültürümüze olduğu kadar evrensel kültüre de katkısı olan; çağlar öncesinden miras edindiğimiz Türk müziğinin bin seneyi aşkın bir mazisi vardır. Doğuşu İslamiyet öncesine ve Orta Asya’ya dayanan bu müzik türü çok özel bir mevkie sahiptir. Osmanlı döneminde ve özellikle de saraylarda çok itibar görmüştür. Bu sebepledir ki ona, “Saray Müziği” de denir. İnsanoğlu duyguları ile var olan bir varlık. Bu duygularını bazen yazı, bazen resim bazen de müzikle su yüzüne çıkarma ihtiyacındadır. Müzik, duygu ve düşünceleri aktaran bir aracı olmaktan öte bir özelliğe de sahiptir. Öyle melodiler, öyle şarkılar vardır ki, üst seviyede bir ruhu temsil ederler. Müzik bir boş zaman uğraşı olmaktan öte insan ve onun yaşam biçimiyle yakından ilgilidir. Bir bakıma doğanın kültüre dönüşmüş halidir. Pek çoğumuz doğadaki tüm sesleri, renkleri, hareketleri ayni şekilde algıladığımızı sanırız. Dalgaların kıyıya vururken çıkardığı sesi, yaprakları savuran rüzgârın sesini, bir kuşun kanat çırpışındaki sesi hatta yere düşen bir taşın sesini duyarız duymasına ama farklı algılayışlarla duyarız. Sesler, görüntüler içimizde birtakım duygular uyandırır da o duyguları dışa vurmayı beceremeyiz çoğu zaman. Bizim duyamadıklarımızı duyan, göremediklerimizi gören ve algılayanlar o duygulara nağmelerle can katıp şarkılarla bize getirirler. Duygularımıza ulaşan kapıyı aralarlar. Dışa vuramadığımız duygularımıza adeta tercüman olurlar. Bir sanat eseri yaratabilme yetenek kadar cesaret de ister. Cesaret; bütün değerlerin temelinde yatan ve onlara gerçeklik kazandıran olgudur. Bir eser yaratmak bir bakıma ölümsüzlüğe özlemdir çünkü insan ölümünden sonra yarattığı eserlerde yaşar. Yüreğimizi titreten bir şarkıyı dinlerken onu yaratana minnet duyarız. Başarı ve cesaretleriyle adamız sanatçılarını kutlamamız gerekir. Ancak acı bir gerçektir ki bu sanatçılar kendi maddi, manevi olanaklarını ortaya koyup ürettikleri halde, teşvik amaçlı dahi devletten hiçbir destek görmüyorlar.( her konuda olduğu gibi birkaç torpilli hariç)Oysa bir ülke en başta sanatı ve sanatçısı ile tanınır ve var olur. Soruyorum!.. Yerli sanatçılara gelmiş geçmiş siyasiler ne kadar değer verdi, onlar için neler yaptı?.. Sözüm ona KKTC nin tanınmasını istiyorlar. Bir toplumun en başta dil, din, ırk ayırımı olmayan sanatıyla, sanatçısıyla tanınacağını bilmiyorlar mı acaba?..