Kısacık bir Sonbahardan sonra kış ufukta göründü. Havalar iyice serinledi hatta soğudu, rüzgârın keskin soğuğu şimdi daha ürpertici. Kuşların sesi eskisi gibi coşkulu değil. Çoğu zaten gittiğinden, kalanlar da daha çok ağaç kuytularına ve saçak altlarına sığınmış gibi. Doğa sanki kabuğuna çekilmiş. Sessiz ve asude… Çocuk sesleri eskisi gibi etrafı çınlatmıyor. Bahçelerde şimdi kasımpatılardan ve soğanlarından yeni fırlamış ama henüz açmamış nergis ve tavşankulaklarından başka çiçek yok. Onlar da çiçeklerini vermek için yağmuru bekliyorlar. Güneşin parlak yüzü solmuş, eskisi gibi ısıtmıyor. Kısa bir süre önce sıcağından ve göz kamaştıran ışığından kaçıp gölgelere sığınırken şimdi onun sıcaklığını arıyoruz. Geçen gün küçük yeğenim “Güneş bize küstü de mi artık parlamıyor” diye sorduğunda ne cevap vereceğimi bilemedim. Ona anlatmaya kalksam anlayamazdı bu yüzden güneşin de tıpkı insanlar gibi yorulabileceğini ve şimdi dinlenme zamanı olduğunu söyledim. Biraz daha büyüsün o zaman anlatırım ona.
Doğa her zaman insandan ve onun yarattıklarından çok daha güçlü, çok daha önde. Her ne kadar da insan dünyadaki varlıkların en akıllısı, en yaratıcısı ve doğaya en çok egemen olabileni ise de çoğu zaman bu yeteneğini doğanın aleyhine kullanmaktan da çekinmemiştir. İnsan, akıl sahibi olmanın verdiği avantajla adeta kendini doğayla eşitlemiş ve bu avantajını kullanarak dünyadaki tüm varlıklara egemen olmuştur. Önceleri bu kullanma şekli sınırlı ve doğal yapıyı bozmayacak nitelikte iken sonradan tüm doğayı kendi çıkarı doğrultusunda kullanmaya başlamış ve kendi menfaatine hizmet eden bir yapıya dönüştürmüştür ki, bu da doğanın dengesini bozmuştur.
Mevsim değişiklikleri de bunun en basit kanıtıdır. Mevsimlerin de bir kanunu vardır ve kendimizi ona göre ayarlamak, onun hükmünde yaşamak zorundayız ama biz bazen bu kuralları çiğniyor, onun doğallığı hilafına davranıp dengesini bozuyoruz. Meselâ dağları deliyoruz, ormanları yok ediyoruz, havanın doğal kimyasını zehirlerle dolduruyoruz, atmosferin yapısını bozuyoruz, denizleri kanalizasyon atıkları ile kirletiyoruz, bitkileri hormonlarla büyütüyoruz ve kazançlarımızla, başarı saydıklarımızla da övünüyoruz. Dünyayı sadece kendimizin sanıyoruz oysa dünya yaratılan canlı, cansız her varlığın yaşama alanıdır. Bunu hep unutuyoruz. Bunun bedelini de er geç ödüyoruz çünkü doğa affetmez. Biz doğaya ne kadar zarar verirsek doğa da bizden intikamını fazlasıyla alır. Kendi doğal dengesini yeniden kurmak için arzu etmediğimiz olaylarla adeta bize ders vermeye çalışır. Küresel ısınma dediğimiz olay da yine insanın eseridir. Onu da zaman içinde oluşturan insandır. Sel baskınları, kuraklık, iklimlerin ve mevsimlerin değişmesi doğanın kendi düzenini yeniden kurma çabasından başka bir şey değildir aslında ama bunun bedelini hak ettiğimiz gibi ödeyen de biziz. Bu da doğanın bize verdiği cezadır.
Biz doğayı ne kadar tahrip edersek doğa da bizden mutlaka bunun karşılığını alır. Doğayı kendi çıkar amaçlarımız için kullanır, ona ne kadar müdahale edersek onun karşılığını eninde sonunda öderiz. Kuraklıkla, su baskınlarıyla, hava kirliliği ile ve daha nice olumsuzluklarla mutlaka öderiz. Onun bizden bir beklentisi yok. Tek isteği rahat bırakılmaktır çünkü o işini çok iyi biliyor.