Cumhuriyetçi Türk Partisi – Birleşik Güçler Lefkoşa Milletvekili Doğuş Derya, 15 Aralık’ta Kuzey Kıbrıs meclisinde yaptığı konuşma nedeniyle hem Kıbrıs’ta hem de Türkiye’de hedef gösterilmeye devam ediyor.
Rana Şenol/ Agos
Kuzey Kıbrıs meclisinin milliyetçilik ve militarizme karşı çıkan milletvekili Doğuş Derya, geçmişle hesaplaşmanın önemine dikkat çektiği son meclis konuşmasının ardından hem Kuzey Kıbrıs’ta hem de Türkiye’de yine hedef gösterildi. Son saldırıların ardından Rana Şenol’a konuşan Doğuş Derya, aldığı tehditleri ve gördüğü desteği, adada dillendirdikleri barış ve geçmişle yüzleşme çağrısı ile Federal Kıbrıs talebini anlattı.
Cumhuriyetçi Türk Partisi – Birleşik Güçler Lefkoşa Milletvekili Doğuş Derya, 15 Aralık’ta Kuzey Kıbrıs meclisinde yaptığı konuşma nedeniyle hem Kıbrıs’ta hem de Türkiye’de hedef gösterilmeye devam ediyor. Derya, 15 Aralık’ta yaptığı konuşmada, Kıbrıs sorununda kalıcı çözüm için geçmişle yüzleşmek gerektiğini vurgulamış, “sadece Türk tarafının değil, Rumların, Ermenilerin de kayıplar yaşadığını ve tecavüzlere maruz kaldığını” söylemiş, “Kendi hakikatlerimizi haykırırken bir başkasının da acı çektiğini, düşman edebiyatı içinde görmezden geldiklerimizin de insan olduğunu unutmamamız lazım” ifadelerini kullanmıştı. Bu tarihi konuşmanın ardından Türkiye’de Sözcü Gazetesi ve Kuzey Kıbrıs’ta milletvekili Zorlu Töre’nin hedef göstermeleri nedeniyle Derya’ya sosyal medya üzerinden tehditler yağdı. Bir yandan da, Güney Kıbrıs eski Cumhurbaşkanı Dimitris Hristofyas ve KKTC Başbakanı Özkan Yorgancıoğlu başta olmak üzere Kıbrıs’tan ve Türkiye’den pek çok kişi ve örgüt kendisine destek mesajı yolladı.
Agos’a konuşan Doğuş Derya, uğradığı saldırılarının hangi zihniyete dayandığını ve Kıbrıs sorununun barışçıl çözümü için neler gerektiğini anlattı.
Meclise girdiğiniz günden beri yaptığınız konuşmalarla en çok gündeme gelen vekilsiniz. Hatta KKTC Meclisi tarihinde bir ilke imza atarak milletvekillerinin okuması zorunlu tutulan resmi andı ataerkil bulduğunuzu söylediniz ve önce kendi yazdığın yemini ettiniz. Bugün size saldıranlarla o gün o yemine tepki gösterenler aynı kişiler mi? Onların temsil ettikleri zihniyet hakkında neler söylemek istersiniz?
Milliyetçilik, militarizm ve cinsiyetçilik kol kola giden, birbirinin içine geçmiş ideolojiler. 18. Yüzyıldan beri birbirlerinin yeniden üretiminde çok ciddi rol oynuyorlar. Yani milletin ve milliyetçiliğin tahayyül edilişinde o cinsiyetçi metaforları görüyorsunuz. Bu minvalde aslında bu milliyetçi militarist görüşün cinsiyetçi biçimde bana saldırması da tesadüf değil. İlk saldırı o yeminde oldu. Etmem gereken resmi yemin, sadece ataerkil değil, aynı zamanda militaristti. TMT (Türk Mukavemet Teşkilatı) yemininden yola çıkılarak yazılmış bir yemindi; dolayısıyla o dönemin milliyetçi elitlerinin taahhütlerini içeren - bu anlamda o dönem için kendilerince manalı olan bir şey olabilirdi ama- sessizleştirme ve dışlama üzerine yazılmış bir yemindi. Ben o yüzden kendi yeminimde ‘dili, dini, ırkı, doğum yeri, fiziksel durumu, cinsiyeti, cinsel yönelimi fark etmeksizin’ diyerek aslında o güne kadar sessizleştirilmiş veya görülmez kılınmış grupların sesini dile getirmeye çalışmıştım. O dönemde de bana “o*spu, manyak karı” falan gibi şekillerde saldırılmıştı. Bir sonraki saldırı 2014’ün Nisan ayında, sürekli milliyetçiliği kışkırtan, çatışmayı kışkırtan ülkücülere karşı çıkışımdan sonra olmuştu,. Yine aynı şekilde tecavüz ve ölüm tehditleri almıştım. Bunları alıp polise de götürdüm. O dönem bunları pek mesele etmedim; kamuoyuna çok fazla duyurmadan yaptım. Polis bunları ileriye götürmedi ve üstü kapatıldı. Bu, bu ülkedeki kurumların çok da otonom olmadığını, bağımsız olmadığını, demokratik bir şekilde işlemediğini görmeme neden oldu.
'Militarizm ve milliyetçilik kisvesi altında bir çıkar savaşı"
Bu son olayda, yeni bir Kıbrıs kurabilmenin en iyi yolunun geçmişle hesaplaşarak, ötekileştirmeye karşı olarak, bir başkasının da hakikatiyle ilişkiye geçerek ortak yurt duygusunu oluşturacak ortak deneyimler üzerinden mümkün olduğunu anlatmaya çalışırken yine aynı saldırılara maruz kaldım. Çünkü, Federal Kıbrıs fikri ve barış çağrısı, bazı çevrelerin milliyetçilik kisvesi altında bu ülkede ‘74’ten sonra kurulan ganimet düzenini üleşmelerine, bu hukuk dışı diyarda birtakım şeyleri istedikleri gibi manipüle edebilmelerine olanak vermeyecek olan, çıkarlarına dokunan bir çağrıdır. Bundan rahatsız olduklarını ve bundan dolayı agresifleştiklerini düşünüyorum. Cinsiyetçilik zaten dünyanın her yerinde var. Sadece cinsiyetçilikten ibaret değil bu durum; milliyetçilik ve militarizm kisvesi altında bir çıkar savaşı olduğunu düşünüyorum.
“Ömer Faruk Öz'ün yaptığı sadece bana değil, KKTC Meclis kürsüsüne ayıp”
Türk askerinden, TSK’dan ve Türk devletinden özür dilemenizi isteyen, bunu yapmazsanız yasal girişimler başlatacaklarını söyleyen AK Parti Malatya Milletvekili ve Türkiye-KKTC Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı Ömer Faruk Öz'e cavabınız nedir?
Herhalde bu tip bir açıklamayı yaparken benim hiçbir şekilde ne söylediğimi duymamış, okumamış ya da izleme zahmetinde bulunmamışlardır diye düşündüm. Çünkü benim ne söylediğimi dikkatlice dinleyen, tutanaklardan alınmış şekilde okuyan, okuma zahmeti gösteren veya onu izleyen birinin böyle bir açıklama yapmasının mümkün olmadığını düşünüyorum. Bu doğrultuda üç ihtimal var: Birincisi, izlememiştir. İkincisi, konuşmamı izlediği halde böyle bir açıklama yaptıysa, ne dediğimi anlamamıştır. Üçüncüsü, izleyip anlamıştır ama yine de beni hedef göstermek istemiştir, çünkü milliyetçi ezberi bozmamdan, militarist şiddetle yüzleşmenin ne kadar önemli olduğunu anlatmamdan, barış çağrısı yapmamdan rahatsız olmuş da olabilir. Barış ve demokrasi çağrısı yapan bir milletvekiline başka bir devletin milletvekilinin ‘özür dileyeceksin’ diye azarlayıcı, tehditkar, hatta neredeyse sömürgeci bir yaklaşımla çağrıda bulunduğu nerede görülmüş? Ben bunun ayıp olduğunu düşünüyorum. Sadece bana yapılan bir ayıp değil, benim nezdimde KKTC Meclis kürsüsüne yapılmış bir ayıp; çünkü ben orda, Meclis kürsüsünden bir çağrıda bulunuyorum kendi toplumuma. Buna bir başka devletin böyle müdahale etmesi; o kürsüye, -beni seçen veya seçmeyen- Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan insanlarına ve onuruna da aslında hakarettir. Bence sayın Öz’ün kendisinin özür dilemesi lazım.
Sözcü Gazetesi, Derya'nın son meclis konuşmasını bu başlıkla duyurdu.
“Sözcü’nün haberinden sonra ciddi tehditler aldım”
Sözcü gazetesinin sizin konuşmanızla ilgili yaptığı haberi görmüşsünüzdür herhalde. Söylediklerinizi cımbızlayıp çarpıtarak sizi yeniden hedef tahtasına koyan bu ve benzeri gazetelere neler demek istersiniz?
O haberin açık bir provokasyon olduğunu düşünüyorum. Sözcü gazetesi hem kullandığı görsel malzemeyle hem de attığı başlıkla çok ciddi bir saygısızlık yapmıştır. İnsanlar genelde çok kolay duygu seline kapılıp galyana geldikleri için bu haberden dolayı da ciddi tehditler aldığımı söylemem lazım. Çok çirkin e-mailler geldi o haberden sonra. Orda da yasal işlem yapabilir miyim diye İstanbul barosuna kayıtlı avukat arkadaşlarımla görüşüyorum. Çünkü bir insanı bu şekilde hedef göstermek doğru bir şey değildir; gazetecilik etiğiyle, ahlakıyla hiçbir şekilde bağdaşmaz.
Buradaki tehdit ve hakaretlerle ilgili de gidip şikayette bulundum; bu savcılığa intikal edecek ve davayı en kısa sürede açacağım. Hakaretler ve tehditler hala devam ediyor, bitmedi. Bir Gaziler derneği benimle ilgili suç duyurusunda bulunmuş ama bunu Türkiye’de mi yaptılar Kıbrıs’ta mı, henüz tam çözemedim, Vatan gazetesinde çıktı ama detayları yoktu. Zannederim 301’den -Türklüğe hakaretten- suç duyurusunda bulundular.
Yani dört koldan saldırıyorlar. Kendilerine göre yorumluyorlar konuşmamı.
“Saldırılar aklıma Sadık Cemil’i getiriyor”
Ama burada saldırıları yönlendiren milletvekili Zorlu Töre’dir. Bilinçli şekilde yalan söylediğini görüyorum. Her gün televizyon programlarına çıkıyor ve hakikaten orada söylemediğim şeyleri de söylemişim gibi gösteriyor. Ağzımdan hiç çıkmayan cümleleri de söylemişim gibi aktarıyor. Benim aklıma hep Sadık Cemil ismi geliyor son bir haftadır onun yüzünden. Sadık Cemil demokrasi şehitlerinden biridir. Hedef gösterildiği için öldürülmüştü. Zorlu Töre televizyon programlarına her çıkıp da hakkımda yalan yanlış konuştukça aklıma Sadık Cemil geliyor nedense. Çünkü böyle öldürülür bir insan.
Türkiye’den ve adanın her iki tarafından sizi destekleyenler, saldırıları kınayanlar oldu. Neler hissettiniz bu destek karşısında?
İnsanların, demokrasiye dair hassasiyetlerini ortaya koymalarını görmek çok manalıydı. Zaman zaman umudunu kaybedersin ya, ‘bir şeyler hiç değişmiyor’ diye düşündüğün olur. Sonra ansızın insanların orada, seninle olduğunu, hep birlikte olduğunuzu hissedersin. Yeminden sonra da benzer bir şey hissetmiştim. Güney’de de Türkiye’de de çok sağlıklı bir şekilde tartışılmıştı yemin. Bu geçmişle hesaplaşma çağrısı üzerine de Güney’den hemen, “Biz de bakmalıyız geçmişimize; aslında bizim de faşistlerimiz, şovenlerimiz Türklere çok acı çektirdiler” diye demeçler geldi. Türkiye’den çok güzel yazılar yazıldı; dayanışma beyan etti insanlar. Demek ki, -ben aslında bunu söylemeye çalışıyorum hep!- Kıbrıs’ta barış olması, hem Türk-Yunan dostluğuna hem de bölgedeki barışa aslında ciddi hizmet edebilecek bir şey. O yüzden, bu konuların konuşuluyor olmasıyla barış umutlarının yeşermesine bir vesile olduk diye düşünüyorum.
“Kıbrıs sorununu hep etnisite üzerinden konuştuk”
Ortak yurt duygusuna ve yüzleşmenin önemine sıklıkla vurgu yapıyorsunuz. Geçmişle yüzleşmek neden bu kadar önemli?
Resmi tarih, mağdurların tarihi değil. Bugün bize, geleceği kurarken “tarih” olarak verdikleri şey sessizleştirme, hesaplaşmama üzerine kurulmuş bir resmi tarih. O yüzden, geçmişle yüzleşme her şeyden önce, mağdurun sesinin ortaya çıkabilmesi ve rehabilite edilebilmesi için, acıların bir daha aynı şekilde yaşanmaması için önemli. Geçmişle yüzleşme çok da kolay değil; bunun için bir siyasi iradenin oluşmuş olması lazım. Adli yardım mekanizmalarının, onarım mekanizmalarının kurulmuş olması lazım. Bunu küçük küçük mırıldanmaya başlamak ama bunu uzun erimli bir proje olarak da görmek gerekiyor.
Bir diğer nokta da şu: Bugüne kadar hep etnik kimliklerimiz, dilsel, dinsel, ırksal farklılıklarımız üzerinden konuştuk biz Kıbrıs sorununu. Müzakere süreci de aslında hep “Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar” diye başlayan cümlelerle gitti; hep etnisite temelli bir müzakereydi. Oysa, ortak yurt duygusu bizi ayrıştıran şeyler kadar bizi birleştiren şeylere odaklanmayı da gerektiriyor. Yani ortak deneyim denilen şeyle; bugün Güney’de ailesinde kayıp bulunan insanlarla Kuzey’de ailesinde kayıp bulunan insanların tam da bu “kayıp” duygusunun ne demek olduğunu anlatması ve orada birleşerek yeni bir geleceği tahayyül etmesi mümkün. Ya da, bir Kıbrıslı Rum ya da Maronit işçiyle Kıbrıslı Türk veya Anadolu kökenli bir işçiyi birleştiren başka bir işçilik deneyimi vardır, sınıfsal bir başka deneyim vardır. Dilsel, dinsel farklılıklarımız olsa bile bizim, bu ülkede yaşayan bütün kadınlar olarak -yani Maronit, Ermeni, Kıbrıslı Türk ya da Kıbrıslı Rum, Anadolulu- kadınlık deneyimi vardır. Tam da buradan yola çıkarak, o ortak geleceği kurmak -ortak deneyim üzerinden ortak geleceği kurabilmek- için geçmişle hesaplaşmak gerekiyor.
“Hem Kıbrıslı Rum hem de Kıbrıslı Türk kadınlar tecavüze uğradı”
Resmi tarih her zaman yönetenlerin ve erki ellerinde bulunduranların yazdığı tarihtir. Bu tarihin içerisinde tabandan gelen insanların, acılar yaşamış insanların, azınlıkların, kadınların veya savaş mağdurlarının tarihi çok fazla yoktur. O yüzden resmi tarihi inşa edenler bir sürü şeyi sessizleştirerek inşa etmişlerdir. Başta bu tecavüz meselesi; hem Kıbrıslı Rum hem Kıbrıslı Türk kadınlar tecavüze uğradı. Bunda aslında kadınlıktan dolayı yaşanan ortak deneyimi görmek lazım. Dünyanın her yerinde kadın olduğu için veya militarist şiddetten dolayı insanlar tecavüze uğruyor. Yani savaşın çok acı yanlarından biridir bu. Buralarla iyileşmek için istişare etmek, buralara yeniden bakmak, geçmişle yüzleşmek çok önemli. Bunun bir barış politikasına tercüme edilebilmesi için savaş suçlarıyla, militarizmle, milliyetçiliğin yarattığı korkunç geçmişle yüzleşebilmek çok önemli.
“Geçmişle yüzleşme komisyonları kurulmalı”
Meclisteki konuşmanızla ilgili Rumlardan gelen tepkiler, özellikle Hristofiyas'ın söyledikleri; adanın her iki tarafında da yüzleşme anlamında bundan böyle daha hızlı ve daha fazla yol alınabileceği hissini verdi mi size?
Evet, ama bunun için hem siyasal irade hem kurumsal mekanizmalar olması lazım. Niyet olması lazım. Ayrıca, geçmişte yaşanan acılarla ilgili hem mağdurlar hem tanıklar konuşmaya başladığı zaman, onların güvenliğinin de sağlanması lazım. Yani bu isteğin yaratılması, bu atmosferin yaratılması, bu insanların buna cesaret etmesi gerek. Bugün hem mağdurlar hem tanıklar hem de hatta failler yaşıyorlar! Bu, zorlukları da beraberinde getiriyor; ama bu, niyet edilirse bazı şeylerin ortaya çıkmasını kolaylaştıran bir unsur olarak da işlev görebilir. Zorluğu nerede? Failler hala yaşadıkları için kimisi şu anda siyasetçi, kimisi bir yerlerde müdür. Mağdurlar ya da tanıklar da, konuştukları zaman başlarına ne geleceğini bilmedikleri için tam anlamıyla bir yüzleşme için belki daha erken ama bu ihtimal beni umutlandırıyor. Buna dair, en azından müzakere sürecinin yeniden başlayacağına çok inanıyorum ben. Şubat’ta Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra da ivme kazanacağını düşünüyorum. Nasıl enerji politikalarıyla ilgili bir masa kurulması konuşuluyorsa, bir masanın da bu geçmişle yüzleşme, tarihle hesaplaşma ve hakikat komisyonları oluşturulması için kurulması gerektiğini düşünüyorum. Zaten kayıplarla ilgili çok güzel çalışmalar devam ediyor (Sevgül Uludağ’ın ve Kayıp Şahıslar Komitesinin yaptığı çalışmalar). Bunların da müzakere sürecine entegre edileceği bir ortam oluşturulabilir. Bununla ilgili Nikos Anastasiadis ve seçilecek olan yeni Kıbrıslı Türk liderin özen göstermesi gerektiğini düşünüyorum. Bu konuda umutluyum.
“Artık Federal Kıbrıs talebi sadece Kuzey’den değil Güney’den de geliyor”
Yakın zaman önce kurulmuş olan Federal Kıbrıs İnisiyatifi'nde de aktifsiniz. Bu inisiyatif neler yapacak? Yüzleşme ile ilgili çalışmaları olacak mı?
Bu inisiyatif, Federal Kıbrıs düşüncesini, bu ortak yurt düşüncesini yeniden hatırlatmak ve federal Kıbrıs’ın sadece bir anlaşma imzalamakla değil, aslında bir federal kültür oluşturmakla mümkün olabileceğini söylemek isteyen bir inisiyatif olarak ortaya çıktı. İçinde akademisyen, entelektüel, sanatçı, bazı siyasiler ve genç öğrencilerin de olduğu heterojen bir grup ve aslında Güney’den ortaya konan bir talep sonucunda geliştirildi -ki bu çok önemli. Çünkü genelde Kıbrıslı Türkler federal çözüme yönelik eylemlere, toplantılara daha istekli katılır durumdayken, şimdi Güney’de de böyle bir talebin geliştiğini gördük. Bir yandan Federal Kıbrıs düşüncesini hatırlatan kampanyalar, çalışmalar, paneller yaparken, öteki taraftan da bir çeşit akademi gibi çalışacak Federal Kıbrıs İnisiyatifi. Kapısı Kıbrıs’ı yurt bilen, federal bir Kıbrıs’ın gelecekte iyi olacağına inanan herkese açık. Etnisite ötesi bir yerden kurgulanmış bir oluşum bu. Ve evet, yüzleşme ile ilgili çalışmalarımız mutlaka olacak.