Türkiye bugün Anayasa’da değişiklik için sandık başına gidiyor.
Evet de çıksa, hayır da çıksa, bu noktadan sonra sonuç hiç önemli değil, Türkiye çoktan kaybetmiştir.
15 seneyi aşkın bir süredir Türkiye’de iktidar koltuklları AKP’nin elinde bulunmasına rağmen AKP kendisine düşen en önemli görevi, yani toplumsal bütünlüğü ve barışı gerçekleştireyi, tüm vatandaşlarını bir bayrak altında toplamayı, vatandaşın devlete olan inancını pekiştirmeyi başaramamıştır.
Başaramadığı bir tarafa, bu başarısızlığın sonucu olarak da Türkiye karpuz gibi ikiye, hatta üçe bölünmüş (AKP taraftarları, muhalefet taraftarları ve ayrılıkçık Kürt kesimi), toplumsal parçaları oluşturan gruplar arasındaki nefret, kin, düşmanlık hat safhaya ulaşmış, geldiğimiz günde kimsenin kimseye güveni kalmamıştır.
En kötüsü de, halkta devlete karşı olan güven ve devletin varlığına verilen önem tamamen kaybolmuş, devletin gücü ve bekası değil, kişilerin gücü ve bu gücün devamının gerekliliği-gereksizliği kavgası ortaya çıkmıştır.
En kötü anayasa bile akılcı yönetimle en iyi anayasaya dönüştürülebilir.
En iyi anayasa da, akılsız yönetimle en kötü anayasaya dönüştürülebilir.
Anayasaların içeriğinin faydası veya zararı, o içeriğin nasıl kullanılacağı ile doğrudan ilgilidir.
Bu bakımdan Türkiye’deki anayasa polemiği tam anlamıyla gereksizdi ve faydadan ziyade, fazlasıyla zarar doğurmuştur.
Kendi içinde tam bir kaosa sürüklenen ve ekonomiden, tarımdan, eğitimden, akılcı siyasetten artık nerdeyse tamamen kopmuş olan, ve keza, bir zamanların Ortadoğu’da güç dengesi olan ve korkulan ordusu da kokuşmuş, köhnemiş siyasi zihniyet yüzünden darmadağın edilen Türkiye’nin tüm komşularıyla olan ilişkileri de tam bir kaos içindedir ve Türkiye tam anlamıyla dört köşeden köşeye sıkışmış durumdadır.
Türkiye’yi bu hale değiştirilmek istenen mevcut anayasası getirmediği gibi, gidişatın bu şekilde devam etmesi halinde anayasanın değişmesi de bir fayda sağlamayacaktır.
Bu yazı yayınlandığında sonuç evet veya hayır şeklinde çıkmış olacaktır ve her halükarda hem Türkiye hem de biz geleceğimizi karartacak fırtınalardan başka birşey barındırmayan yeni ufuklara doğru yelken açmış olacağız.
Dediğim gibi, Türkiye’nin geldiği bu kaos ortamında anayasa referandumunda artık evet veya hayır çıkmasının bir önemi yoktur, Türkiye çoktan kaybetmiştir…
……………………
Türkiye vizyonsuz siyasetin yarattığı kaoslarla uğraşa dursun, bizde de durum pek parlak değil, hatta hiç parlak değil.
Şu lanet olası Kıbrıs sorununu bitirmek için Akıncı döneminde görüşme masasında 20 aydan daha uzun bir süre geçmiş olmasına rağmen, tarafların tek becerebildiği şey lafgüzarlıkla zamana oynamaktır.
Manzara açık ve nettir: Rum tarafı şimdiki pozisyonuyla zaten tüm gücü ve kozları elinde tutmaktadır ve Türk tarafı akılcı siyaset üretip de Rum tarafını köşeye sıkıştırmadıkça, pekala da bir elli sene daha ayak sürüyebilir.
Ne diyor Rum hükümeti sözcüsü Nikos Hristodulis; Çözüm için takvimlerden söz edilmesi yanlış, hatta anlamsızdır!
Bu lafın bizim tarafımızdan anlaşılması gereken mesajı açıktır: Sittin sene çözüm beklemeyin, biz böyle rahatız, memnunuz, ayak sürüye sürüye gideriz, çözüm ister gibi yapar, yan gelir yatırız, sizse kendi pisliğinizde boğulmaya devam edersiniz, nasılsa o çok güvendiğiniz anavatanınızın da kendine hayırı yok, böyle gide gide en sonunda ayağımıza kapanırsınız, ama bugün, ama yarın, ama sittin sene sonra, hiç farketmez, biz bekleriz!!!
Hristodulis bir de diyor ki; Tutturdunuz Türkiye vatandaşları için Kıbrıs’da dört özgürlük, bu olmaz!
Bunun da Türkçesi şudur: Türk vatandaşlarına Kıbrıs’da nah dört özgürlük filan, Kıbrıslı Türklere bile vermediğimiz, ya da sözde verdiğimiz özgürlükleri ne diye Türk vatandaşlarına verelim! İstenen dört özgürlüğü Türkiye kendi vatandaşına bile doğru dürüst vermiyorken biz Türkiye’nin vatandaşlarına neden dört özgürlük hakkı verelim ki! Bizi ahmak, kendinizi de alemin akıllısı mı sanıyorsunuz!
Olay bu kadar açık ve netken, bizim, özellikle de Kıbrıslı Türklerin, hükümetiyle, muhalefetiyle, Cumhurbaşkanı ile yapması gereken şudur:
- Derhal hükümet, muhalefet ve Cumhurbaşkanı bir araya gelecek, elli senedir süren bu rezilliğin bitmesi için ortaya üç aylık bir takvim konulacak ve bu takvim hem Rum tarafına, hem de Birleşmiş Milletlere verilecek, üç ay içinde bu sorunun bitirilmesi istenecek.
- Rum tarafı üç ay içinde bütünlüklü bir çözüme yanaşmazsa, Kıbrıs Türkü’nün kendi kaderini belirleme hakkının kullanımı karara bağlanacak ve bu karar da hem Rum tarafına hem de BM’ye bildirilecek.
- Üç ay içinde bu lanet olası sorun kökten bitirilmezse, Rum tarafına “madem tuzunuz kuru, artık cehenneme kadar yolunuz var” denecek, Kıbrıs Türk Devleti’nin olası bir anlaşmada öngörülen federal devlet yapısı şartlarında oluşturulması için düğmeye basılacak ve üç ay sonunda çözüme ulaşılmadıysa, KKTC denen ve bugüne kadar sürüne sürüne gelen, Kıbrıs Türk halkını değil de şahısların keyfini ve rantını tatmin etmek için kurulan/kurdurulan uyduruk devletin adı Kıbrıs Türk Devleti olarak değiştirilecek ve devlet yapısı da hızlı bir şekilde federal devlet yapısına uyarlanacak, ki bu da çok fazla bir uğraş gerektirmez.
- Masaya ancak Rumlar bir takvimi kabul ettiği, takvim sonunda da anlaşma sağlanamazsa, herkesin mevcut şartlarda kendi yoluna gitmesini kabul ettiği zaman dönülecek, ki, kendini akıllı zannedip de Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan da olmanın ne demek olduğunu Rumlar da anlasın…Nasıl ki, 74 sonrasında Rum ganimetine konduğumuzda ve kırk yıl sonra da deniz bittiğinde, olanın aslında kendi pisliğimizde boğulmak olduğunu farkettik, KKTC’nin ise aslında bir kokuşmuşluk ve yozlaşmışlık düzenini temsil ettiği gerçeğiyle yüzleştik, Rumların da özellikle son 15 yıldır yaptıkları şımarıklıklarla yüzleşme ve sürüdükleri ayaklarına da bir çeki düzen verme zamanı geldi artık…
Rumlar son 15 yıldır bir taraftan KKTC kimliğini tanıyorlar ve o kimlikle ve KKTC’nin verdiği resmi evraklarla gerek muhaceret, gerekse diğer resmi işlemleri yapıyorlar, diğer taraftan da KKTC’yi tanımam diyorlar…
E, yani kim kimi kandırıyor?
Anladık, Kıbrıslı Türkler olarak dört bir yanımızdan sıkıştırılmış vaziyetteyiz, ancak bu çıkmazdan çıkabilmek için de her türlü imkan ve kozumuz var.
Yeter ki o imkanları ve kozları kullanacak irade ve niyet olsun.