Yaşantı ve iç deneyim arasında sıkışmış hayaller Erotizm; ölüm ve şiddetin ifşası Geri dönüşü olmayan bir “şimdi” Kendi boşluğumda yuvarlanıyorum. Sığınılan düş gücü sadece teselli Boyutlarını kestiremediğim travma ürkütücü. Şarkılar hüzünden ve çiğdem çiçeğindendir Ve aşklar bittiğinde bestelenirler Renkler ruh halinin bariz göstergesidirler. Bugün alabildiğine kırmızıyım Bir resimde duramayacak kadar coşkulu Çerçeveden çıktım usulca Hoyratça daldım şehrin kalabalık sokaklarına Çıkmaz sokaklarda kayıp hayallerimi aradım Oysa tünellerden geçip derinlere varmalıydım Şehrin altındaki tarihi bilmeden Şimdilerdekini anlamak zor Cevapsız arayışlarım yine fiyasko. Uzaktan gelen köpek havlamalarıyla sabahın alacakaranlığına uyanmak içimdeki sisi biraz daha yoğunlaştırmaya yetti bu sabah. Hava güzel bugün ama ben parçalı bulutludan da öte sisliyim. Sebebini bildiğim, benimle ilgili olmayan bir sıkıntı var içimde dünden kalma. Belki o kadar da önemli değil ama ben önemsiyorum. Benimle ilgili olmasa da önemsiyorum işte. Bu toplum, bu memleket ne zaman bu hale geldi diye önemsiyorum, hayıflanıyorum ve üzülüyorum. Dün akşam bir yakınımı telefonla aradım. Sohbet etmek için. Sesi çok kötü geliyordu. Kötü giden bir şeyler olduğunu anladım ve sordum. Ağlamaklı oldu. İçinde bin iki yüz lira ile kimlik kartı olan cüzdanı kaybolmuş. Daha doğrusu çalınmış. Parayı o gün bankadan almış, ertesi gün de faturalarını o parayla ödeyecekmiş. Ama cüzdan ve içindekiler yürümüş, başkasını cebine girmiş. Nasıl olduğunu sordum. Akşamüstü bir arkadaşının evinden dönerken park yerindeki arabasını açmak için cüzdanını arabanın damına koymuş ve içeri almayı unutmuş. Yolda bunu fark edip geri dönmüş, aramış ama bulamamış. Birileri ondan önce davranıp cüzdanı götürmüş. Ulan hırsız, ulan namussuz!.. O cüzdanın içinde kadının kimlik ve sağlık kartları da vardı. Kimlik kartında emekli olduğu ve adresi de yazıyordu. Götürüp verebilirdin cüzdanını veya polise teslim edebilirdin. İkisini de yapmadın. Vicdanın hiç mi sızlamadı başkasına ait parayı sahiplenirken!… Boğazından geçti mi o parayla alıp yediğin lokmalar? Gece yatağında rahat uyuyabildin mi? Uyumuşundur!.. Rahatsızlık duyacak olsaydın zaten sahibine götürürdün. Hadi çalışıp kazanmadığın haram parayı aldın, bari kimliğin bulunduğu cüzdanı götürüp adresine bıraksaydın veya atsaydın onun evine yakın bir yere. Bir tanıyan bulunur verirdi belki. Emekli bir insanın parasını çaldığın yetmedi bir de onu kimlik çıkarma zahmetine mecbur ettin. Gün geçmiyor ki bu ve buna benzer olaylar duymayalım, yaşamayalım bu memlekette. Eskiden evlerimizin kapısını kilitlemiyorduk bile. Yaz akşamları açık havada uyumaktan çekinmiyorduk. Biz ne zamandan beri bu hallere geldik ve günden güne de beter oluyoruz. Anlattığım olay diğerlerinin yanında hafif bile kalıyor. Kundaklamalar, tecavüzler, ev soymalar hatta cinayetler ülkesi olmuşken bunun lafı mı olur?.. Bunların sonu yok. Ne olacak halimiz diye kaygılanmamak elde değil. Bu yüzden kış güneşinin parlak ışınlarıyla doğduğu günlere bile artık ruhumuzun sisiyle uyanıyoruz. ***** Hepimiz elimizde olmayan, kendimizden veya başkalarından kaynaklanan ve ruhumuzda derin yaralar açan olaylar yaşıyoruz hayat serüvenimizde. Olumsuzluklardan kaynaklanan bu sıkıntılar zamanla bilinçaltımızda birikirler ve bizi hastalık derecelerine bile taşırlar. Geçenlerde Freud’un bir kitabında okumuştum. Yazar, içimizde biriktirdiğimiz sıkıntıların, sorunların zamanla ruhumuzda tortular ve hatta katmanlar oluşturduğundan söz ediyordu. (Bilindiği gibi bunlar tabii ki mecaz anlamda oluşan tortu ve katmanlardır.) O kitapta kendimden çok şey buldum. Yıllar önce ben de buna benzer saptamalarda bulunmuş; henüz “katman” sözcüğünü herhangi yerde okumadan ve kimseden duymadan önce kendi içimdeki katmanları keşfetmiş ve onları altüst etmiştim. Onlar daha çok yaşadığımız savaşlardan ve sevdiklerimi zamansız kaybetmekten oluşan tortulardı. Tortular, katmanlar hep doğada olmuyor ki! Doğadakiler görünenler. Bir buz dağının görünen yüzleri!..Onlarla baş etmek içimizdekilerle baş etmekten çok daha kolay. Hani bir söz vardır. “En zor savaş insanın kendi kendiyle olanıdır” diye. Sıkıntı yaratan sorunlarla, olaylarla zamanında yüzleşip onları yüreğimizden atmazsak, zamanla birikerek ruhumuzda taşınması zor bir huzursuzluk ve ağırlık yaratırlar. Yıllar geçtikçe daha da yoğunlaşır yürekteki tortular. Ağır gelir onları taşımak. Onlardan kurtulmak ister insan. Çünkü “Öz” sadeliğini ve saflığını arar. Bu saflık ve sadelikse çocuklukta kalmıştır artık. Bu yüzden de o yıllarını özler. Belleğimizden hiç silinmeyen anılarımız çocukluk yıllarımıza aittirler. Tertemiz ve saftırlar. Dünyayı, hayatı ve insanları tanıdıkça bu saflığı korumak zorlaşır. İstesek de istemesek de onların kirinden bize de bir şeyler bulaşır. Artık özümüze rakip olan egomuz gelişmiştir çünkü. Bırakırız kendimizi hayatın akışına, her gün biraz daha masumiyetimizi yitirerek. Özümüz, yani ruhumuzsa buna isyan eder. Kurtulmak ister onların ağırlığından. Arınmak ve yeniden saflığına, sadeliğine kavuşmak ister. Zihin ve ego insana ait kavramlardır. Ruh ise asli benliğimizdir. Zihin ve egonun amacı hayatı devam ettirmek, başarılı olmak, belki hata yapmak ama bu hatalardan ders almak suretiyle ruhun gelişimine katkı sağlamaktır. Egomuzu yok edemeyiz. O hep vardır. Olmalı da!. Önemli olan egonun kölesi olup onun götürdüğü her yere gitmemektir. Çünkü o bizi sonradan pişman olacağımız veya tehlikeye gireceğimiz yollara da sürükleyebilir bazen. Ancak egomuza yenilmediğimiz, kölesi değil efendisi olmayı başardığımız zaman onu kontrol edebilir ve doğruyu bulabiliriz. Peki de ruhumuzu kirleten, sıkıntı veren tortulardan, katmanlardan nasıl kurtulacağız? Bunu başarmanın ilk şartı önce kirliliği fark etmektir. Fark etmek için de kendi duygu ve düşüncelerimize duyarlı olmamız ve ruhumuzda oluşan kaygı, korku, keder, kıskançlık, öfke, utanma, suçluluk gibi olumsuz duygularımızı ayırt edip onları tanımlayabilmemiz gerekir. Ancak o takdirde ruhumuzdaki kirlenmeyi görmemiz mümkün olur. Olumsuz duygularımızı saptadıktan sonra tarafsızca ve dürüstçe analiz edip onlarla yüzleşmek gerekir. Bunu yapmak ruhumuzun kirlenmesini büyük ölçüde ortadan kaldırır. Esasen kendini günahıyla, sevabıyla her zaman sorgulayan; olumsuz duygularını, yanlışlarını, hatalarını telafi eden insanın ruhunun kirlenmesi diye bir mevhum da söz konusu olmaz. Ben bu konudaki çalışmaları tıpkı bir arkeologunkine benzetiyorum. Eski uygarlıklar ve yaşantılar nasıl katman katman tabakalar kazılıp ortaya çıkarılıyorsa insan da kendi ruhunda oluşan katmanların altındaki gerçekleri yüzeye çıkarıp onların ağırlığından kurtulabilir. Bu da ancak erdemli kişilerin yapacağı iştir. Çünkü onlar ruh huzursuzluklarının farkındadırlar. Farkında oldukları için de tortuların, katmanların oluşmasına izin vermezler. Farkında olmak bir meziyettir. Farkında olunan hatayı, yanlışı görmek ve onunla yüzleşip düzeltmek ise bir erdemdir. Bazı insanlar da vardır ki hayatları yalan, riya, haksızlık, çıkar, nankörlük ve iftira üzerine kurulmuştur. Onlar merhamet duygusu nedir bilmezler. Ruhun kirlenmesi kavramı onlar için bir anlam ifade etmez. Onlar ruhlarını bencil duygularla karartmışlardır. Hele onlar arasında bir toplumun sorumluluğunu almış, onun geleceğine, refahına, huzuruna söz vermiş ve sözünü tutmamış yöneticiler de varsa durum o toplum ve hatta insanlık adına çok daha vahimdir. Bu konuda son olarak diyorum ki; Sevgi, vefa, empati, sadakat, sözünde durma gibi güzel duygular, bu tür insanların bedenlerinin en karanlık yerine sıkıştırılmış, üzeri kalın bir ziftle örtülmüş ve asla farkında olamayacakları duygulardır ancak.