Dostluğu ile onur duyduğum Araştırmacı –Yazar Necati Güngör zaman, zaman bloğunda uzun zamandır üzerinde çalıştığı ve hepimizin günışığına çıkmasını heyecanla beklediğimiz, genelde Türk sanat ve edebiyatının unutulmaz isimlerine ait -çoğunu da kendi yaşadığı anıları anekdotları yayınlıyor…Geçenlerde yayınladığı bir anı da dünyaca ünlü usta fotoğraf sanatçısı,kendisi bunu kabul etmez “ben foto muhabiriyim “ der. Ara Güler ‘e ait.. Bu haftaki Aşık Veysel Öyküsü ile de bağlantılı.. Onu da paylaşmak istedim.. Bu arada Ara Güler'e bugünlerde üçüncü kez doktor unvanı verildi. Seksen altı yaşındaki ustayı yürekten kutluyorum. Usta 1992 yılında bir hafta kadar Kıbrıs’ ta bir fotoğraf çalışması yapmıştı…Bu süreçte o çalışırken ,fotoğraf çantasını taşıma” onuruna” da sahip olmuştum ustanın… Ayrılırken bir kopya fotoğrafını imzalamasını rica ettim… ”Ya annadın mı? ilk defa kopya fotoğraf imzalıyorum” demişti. ”Usta nerde sergiden senin fotoğrafını alacak para demiştim şaka yollu”. Bir hafta sonra kargodan unutulmaz bir siyah –beyaz İstanbul fotoğrafı çıktı. İthaflı, imzalı. Büromun duvarında her İstanbul’u özlediğimde ona bakıyorum.. Ustayı anıyorum… Şimdi söz sevgili Necati Güngör ‘de: “Milliyet Yayınları'nda yayımlayacağımız bir kitap kapağı için Âşık Veysel'in fotoğrafı gerekiyordu. Tabii bu konuda ilk akla gelen Ara Güler'di. Ustayı telefonla aradım, isteğimizi ilettim. İlk sözü: "E, bilorsun, en güzel Veysel fotografilerini ben çekmişimdir." "Biliyorum Ara ağabey, bilmez olur muyum? Onun için sizi arıyorum. Ne kadar ödememiz gerekiyor?" "E, bilorsun, LİFE on bin dolar ödüyor bir fotografi için!" "Şimdi biz ne kadar ödeyeceğiz?" "E, on bin lira al gel, hadi." Yönetmenimiz Yalvaç Ural'a söyledim istenen parayı. "Muhasebeden çek, götür..." dedi. Çekip götürdüm, Tosbağa Sokak'taki evine. Para zarfını peşin peşin koydum masasına. Keyfi yerindeydi ustanın. Âşık Veysel fotoğraflarını destesiyle getirip önüme serdi. İstediğimi seçebilirdim. Gözden geçirdim. Siyah beyaz fotoğrafın çok güzel örnekleri vardı ama, en güzelleri daha önce kullanılmıştı bir yerlerde. Hiç rastlamadığım bir fotoğraf seçtim. "Bu olsun," dedim. Ara Güler beğenmedi seçtiğimi: "Enayi bir fotografi seçtin!" dedi. "Bana kalsa şunu seç..." Kendi seçtiğimi bırakıp onun dediğini aldım. Gitmek için kalktım. "E, kullandıktan sonra getir bana geri." dedi. "Getirmem!" dedim. Şaşırdı: "E, nasıl yani?" "Sizin bende hiç hatıranız yok! Hatıra olarak alıkoyacağım..." Hoşuna gitmişti gerekçem. "E, istiyorsun madem, peki..." Kapıya yöneldim gitmek için. Bonkör Ara Güler, bir şey ikram etmediğini anımsadı sanırım. "E şimdi sen, bir kadeh bir şey içmeden gideceksin?" İçmedim ama, içmiş kadar oldum!” BİR ADAMIN HİKAYESİ ! ! Bugün” Pazartesi Öyküleri”nde bir de Anadolu'nun bir köyünde 1920' ler de gerçekte yaşanmış bir hikayeyi sizlerle paylaşmak istedim. Aslında öyküyü gündeme getiren doyulmaz anlatımı ile sevgili araştırmacı -yazar,şair Sunay Akın’ dı. Ama benim de aralarında bulunmaktan her zaman onur duyduğum 1969 Harbokullular sitesinden arkadaşım E .P.Yb. Temel Atay öyküyü Kuleli Askeri Lisesinde okurken Aşık Veysel in okulu ziyaretinde da anlattığını belirtmiş ve bana yollamıştı bir süre önce… İşte o güzel,anlamlı öykü… “Bir kadın ve erkek, Esma ile Veysel'in hikayesi.. Veysel büyümüş köyünde sevilen bir delikanlı olmuştu. Babası Veysel 'in evlenme çağının geldiğini düşünüyor, bu düşüncesini de kısa bir süre sonra hayata geçirmiş ve akrabalarından Esma'yı Veysel’le evlendirmişti. Sekiz yıllık evlilik yaşamları vardı, bu sürede Esma Veysel'e iki evlat vermişti. Veysel karısını çok seviyormuş, fakat bu sevgi ıslah olmayan bir kıskançlığı da beraberin de getirmişti. Ancak bu kıskançlık Esma'yı da usandırmıştı. Veysel, eşini kaybedeceği düşüncesini kafasından atamıyor, atamadığı gibi de kaybedeceği düşüncesi onun ilişkisinde devamlı hata yapmasına neden oluyormuş. Esma, artık bu duruma dayanamayacağını anlayınca, köyünden Hüseyin isimli bir delikanlı ile anlaşıp kaçmaya karar vermişler ve zaman, zaman buluşup kaçmaları için uygun ortamı bekliyorlarmış. Veysel bu durumu anlamış ama Esma'yı çok sevdiğinden ona hiç bir şey hissettirmemiş, fakat olanları da gizliden gizliye takip ediyormuş. Esma ile Hüseyin bir gün yine gizlice buluşmuşlar, o günün gecesinde kaçmaya karar vermişler. Ve o gece herkesin uykuda olduğu bir saatte Esma yatağından gizlice kalkıp, önceden hazırladığı bohçasını da alıp, dışarıda bekleyen Hüseyin'le kaçmışlar. Esma koşarken ayakkabısının içinde bir şeyin olduğunu hissetmiş ama durup bakacak vakitleri olmadığından o an bakamamışlar. Köyden uzaklaşıp bir yerde soluklanırken ayağını rahatsız eden nesneden kurtulmak için ayakkabısını çıkardığında birde bakmış ki kendilerine en az bir ay yetecek kadar para varmış ayakkabısının içinde. Veysel Esma'nın evlilikleri boyunca ona baktığı, yemeğini, temizliğini, evliliklerine verdiği emeği karşılığında kaçtığında mağdur olmasın, zor durumda kalmasın diye ayakkabısına para koymuş. Evet dostlar bu hikaye Sivas'ın Şarkışla ilçesinin Sivrialan köyünde yaşanmıştır.. Ve yıllar,yıllar sonra Esma ile yapılan röportajlarda açığa çıkan bir olaydır. Olayın kahramanı da aşık Veysel Şatıroğlu'dur. Hadi bu büyük ozanı en sevilen şiirlerinden biriyle yeniden analım ve Hümeyra’1969 da bir 45 liğe okuduğu o güzelim sesini da anımsayarak okuyalım… GÜZELLİĞİN Güzelliğin on para etmez Bu bendeki aşk olmasa Eğlenecek yer bulaman Gönlümdeki köşk olmasa. Kim okurdu kim yazardı Bu düğümü kim çözerdi Koyun kurt ile gezerdi Fikir başka başk'olmasa. Güzel yüzün görülmezdi Bu aşk bende dirilmezdi Güle kıymet verilmezdi Aşık ve maşuk olmasa. Senden aldım bu feryadı Bu imiş dünyanın tadı Anılmazdı Veysel adı O sana aşık olmasa.”