Dün Sendikal Platform’un çağrısı ile gerçekleşen Genel Grev ve Başbakanlık önündeki eylemlilik ülkemizdeki hükümet, muhalefet, gençlik, polis, sendikalar ve seçim partileri konusunda birçok tartışmaya neden oldu. Yedi gündür tüm eylemlere katılmış birisi olarak, dünkü eylemin ilk bakışta bana düşündürdükleri ve üzerinde çok daha derin çözümlemeler yapılması şart olan başlıklar şöyle:
* Sendikaların grev ve yürüyüşlerine katılım son yılların en yüksek düzeyindeydi. Çok uzun zamandır bu oranda bir grev disiplini göstermemiş olan sendika üyelerinin bu yüksek katılımı, hükümetin ciddi bir meşruluk yitimi yaşadığının göstergesi olarak yorumlanmalı.
* Lise öğrencileri dün yine alanın önemli bir kesimini oluşturdular ve dinamizmleri ile eylemin ruhunu veren unsur oldular. Hükümet, muhalefet ve medyadan sürekli olarak her hareketlerine ilişkin farklı yorumlar sunulmasına rağmen; gençler tüm süreçte en net, en samimi ve hareketleri yorum gerektirmeyen bir açıklığa sahip unsur oldular.
* Sendikal Platform’un kitleyi Başbakanlık önüne çağırırken amacının ne olduğu anlaşılamadı. Önceden saat 12:00’da eylemi sonlandırmak kararı alan Sendikal Platform, eylem günü alana belli bir talep veya somut bir hedef ile girmedi.
* Konuşma dinlemekten sıkılan gençlerin “konuşmaya değil eyleme geldik” sloganlarından sonra Platform neredeyse devre dışı kaldı ve ardından da önceki karara uygun olarak eylemin sonlandırıldığı açıklandı.
* Alana girildikten sonra eylemin ruhunu yönlendiremeyen Platform, konuşmaların sloganlarla kesilmesinden çok önce, kitle üzerindeki etkisini yitirdi. Bir eylemin ruhunu yönlendirmek; meşru ve kitlenin istekli bir şekilde takip edeceği dinamik liderlik, herkesi etrafında birleştirecek açık bir talep, kitle içinde kontrolü sağlayacak kadrolar, sürecin her anını kitle ile paylaşacak ve insanların bilgilenmesini sağlayacak bir iletişim ağı ve kritik noktalarda doğru yönelendirme sağlayacak şeffaf bir karar mekanizması gerektirir. Bunların hiçbiri dünkü eylemde yoktu.
* Bir eylem çağrısını yapanlar, eylem alanına gelen herkesin güvenliğini de bir sorumluluk olarak üstlenmelidir. Güvenlik sadece kitle dışındaki unsurların (polis, sivil faşistler) değil, kitle içindeki eylemin hedefine uygun olmayan yönlendirmeler yapan unsurların da katılımcı bireylerin tehlikeli bir duruma düşmesini önlemek için gereklidir. Dünkü eylemde, ne içeriye ne de dışarıya yönelik herhangi bir tedbir gözlemlendi.
* Sendikal Platform’un önceden aldığı 12:00’da alanı terk etme kararı yanlıştı. Böylesi eylemler herhangi bir resepsiyon gibi önceden kararlaştırılarak belli bir saatte bitirilemez. Kitle hareketliliği, başla deyince başlayıp bitir deyince bitirecek derecede basit bir unsur değildir.
* Eylemi 12:00’da bitirme kararı alınırken onay veren Platform bileşenlerinin, kendilerinin de ortak oldukları kararı kitleye duyuran sendikanın temsilcisine tepki göstermeleri, yuhalamaları, “korkak sendika istemiyoruz” sloganlarına öncülük etmeleri ise daha da yanlış bir davranıştı. Açıktır ki yanlış kararda ortak olanların böylesi davranışları onların yanlış karardaki payını azaltmaz. Ve kararın ilanından daha vahim olan, bu kararın alınmış olduğu gerçeğidir.
* Alanda ne amaçla bulunduğu ve o an ne yapmakta olduğu konusunda hiçbir yönlendirme yapılmayan kitle, belli bir saatten sonra çeşitli provokatif unsurların manipülasyonlarına maruz kaldı. Polis barikatına taş, şişe vb. materyaller fırlatılması veya anlaşılır hiçbir amacı olmayan barikata yüklenme tavrı bu tür olaylardı.
* Eylem alanında uygulanan gruplar arası dayanışma, her koşulda eylem çağrıcılarının hukuğuna derin bir saygıyı da beraberinde taşımalıdır. Bir eylemin çağrıcılarının onayı olmadan, eylemi başka bir boyuta taşıyacak, üstelik taşıyanlar dahil hiçkimsenin hazırlıklı olmadığı bir boyuta taşıyacak, proaktif davranışlar manipülasyon kategorisine girer.
* Polis barikatlarına yüklenmek meşru bir kitle tepkisidir. Ancak bu tür eylem metodlarının her zaman açık ve yalın bir hedefi vardır. Dün bu hedefin ne olduğu birileri tarafından biliniyorsaydı dahi, kitlenin bütünü tarafından bilinmediği ortadadır. Barikat geçilseydi ne olacağı veya hangi somut talep ile barikata yüklenildiği hala muammadır.
* Polis ile itişme süreci başladıktan sonra kitenin çok büyük bir çoğunluğu alanı terketti. Ve o noktadan sonra da alandaki topluluk polis terörüne karşı neredeyse tamamen savunmasız kaldı.
* Polis yetkililerinin kendileri veya korudukları alan için hiçbir tehlike unsuru barındırmayan bir topluluğu açıkça provoke eden “müdahale edeceğiz” anonsları, tek kelime ile gereksizdi. Ve kitleyi daha da fazla öfkelendirmek dışında hiçbir şeye yaramadı.
* Polis içerisinde elindeki kelepçeyi eylemcilere sallayan, eylemcileri tahrik etmek için şiddet uygulayan ve teker teker eylemcileri her fırsatta taciz eden ciddi sayıda görevli vardı. Alandaki yetkililer bu kişileri etkisiz hale getirmek yerine, sayısı azalmış topluluğa orantısız şiddet uygulamayı tercih ettiler. Polisin eylemciler üzerine yürüyerek, topluluğu karşı kaldırıma kadar sürmesi tam anlamı ile vahşiceydi. Bu tutum kesinlikle kabul edilemez, faşizan bir tutumdur.
* Eylem sonrasında Serdar Denktaş ve Hüseyin Özgürgün’ün açıklamaları ise mevcut hükümeti oluşturan UBP ile DP’nin kendi parti tabanlarını konsolide etmek dışında hiçbir kaygılarının kalmadığının açık göstergesidir. “Anavatana bağlılık” ajitasyonu, bölgemizin bilimsel saat dilimini “güney saati” diye niteleme gafleti, eylemleri ve hatta Cumhurbaşkanını referanduma yönelik hazırlık olarak etiketleme yönündeki açıklamalar, sadece geleneksel DP-UBP tabanlarına yönelik manipülatif saptırma girişimleridir. Halk ile hiçbir duygusal bağı kalmamış UBP ve DP’nin artık böylesi bir bağ kurmak gibi bir kaygıdan da arındığının ilanıdır.
* Hükümetin, muhalefetin, polisin, medyanın, sendikaların ve teker teker her bireyin ciddi bir sınav yaşadığı dünkü günden sonra geriye kalan, aslında herkesin bir haftadır sokakta olan liseli gençlerden öğrenecek çok şeyi olduğudur:
* Liseli gençler bu hafta boyunca basit ve net iki talebi dillendirdiler: “Karanlıkta okula gidilmez”, “sıra bize gelmeden biz size geldik”. Hem saat düzenlemesine yönelik isyanı hem de trafik, eğitim ve çalışma hayatı ile ilgili sıkıntıları en meşru şekilde ifade eden bu iki slogan liselilerin ortak sloganlarıydı. Yani toplumsal muhalefetin geri kalanında olmayan hedef açıklığı, liselilerde vardı.
* Kendi aralarındaki tüm farklılıklara rağmen, eylemlerin meşruluğu, dinamizmi ve sürdürülmesi noktalarında, yılların örgütlerinden çok daha örgütlü davranan liselilerdi. Tüm kesimlerden çok daha duygu yoğun eylemler yapan liseliler, hiçbir noktada polise yönelik fevri ve zamansız tacizlerde bulunmadılar. Toplumsal dokunun her kesiminin hissettiği bir acıyı, kendi bulundukları noktadan ifade etmenin ötesine geçmediler.
* Hiçbir partiyi hükümete taşımak veya hiçbir örgütü öne almak gibi bir kaygı gözetmeden, konunun özünden sapmayan ve yaşanan trajedi ile duygusal bağını hiç yitirmeyen de liseliler oldu.
* Son olarak belki de liselilerden öğreneceğimiz en önemli ders; toplumsal bir travma yaşanırken gösterilen meşru tepkinin, “kim daha cesur, kim daha korkak, kim daha yiğit, kim daha pasif” oyunları ile gölgelenmemesi gerektiğiydi. Çünkü teoride herkese toplumsal cinsiyet dersleri vermekten kaçınmayanların, alanda kendini göstermek için başkalarına korkaklık basmaktan ve erkekliğini sergilemekten yana hiçbir fren tertibatları olmadığını da yaşayarak gördük…