Bazı zamanlar vardır, söylenecek, yazacak çok şey vardır da hangisini seçeceğinize karar veremezsiniz. Birikmiş olayların, konuların çokluğundan bir zihin karmaşası yaşarsınız Bugün ben tam da o durumdayım.
Memleket meselelerine mi girsem?.. Yok!.. Hayır!.. Bugün onlara dokunmak içimden gelmiyor. Esasen televizyon ekranları, radyolar, kısacası medya bıktırıncaya kadar ayni şeyleri gündem yapıyor. Onlara ekleyebileceğim yeni bir şeyim olmadıktan sonra aynilerini tekrarlamam abesle iştigalden öteye gitmez. Abesle iştigal!.. ( sözcüklerin ihanetine uğramak da var bazen) Tabii ki abes olan konular değil. Üstelik hepsi de çok önemli… Ben söylenmekten, yazılmaktan enflasyon sınırlarını aşmış, cıcığı çıkarılmış konuları tekrarlamanın yersizliğinden bahsediyorum sadece. Yoksa Kıbrıs konusu, vatanını seven herkes gibi beni de yakından ilgilendiriyor.
Her insanın sevdiği, hayat tarzı edindiği; konuşurken veya yazarken zorlanmadığı, su gibi akıp giden konular vardır ki diliniz susmak, kaleminiz veya tuşlardaki parmaklarınız dur durak bilmez onları anlatırken. Bir de bakmışsınız ki sayfalar dolmuş. Ben de yazılarımda daha çok doğadan, güneşten, aydan, yıldızlardan, iklim olaylarından, çiçekten böcekten ve bir de insandan bahsettiğimi fark ettim sonunda. Evet!.. Doğa olayları anlaşılmaz bir şekilde beni çekiyor. Anlaşılmaz deyişime bakmayın. Aslında tam da anlaşılır biçimde çekiyor. Hem de tutkunu yapacak kadar.. Sebebi de çocukluk ve ilk gençlik yıllarımı doğanın bağrında; hani derler ya tam da göbeğinde geçirmiş olmamdan kaynaklanıyor.
Baf Kasabası’nın “Aşağı bahçeler” diye bilinen denize komşu, yeşillikler içinde bir bölgede doğup büyüdüm. İnsanlar kadar hayvanları, bitkileri sevmeyi, onlarla hasır neşir olmayı öğrendim.Sonra İstanbul girdi hayatıma.Meftunu olduğum şehir!.. Dünyanın en güzel doğasını sinesinde barındıran; şiirlere, şarkılara ilham olmuş bu şehirde uzun yıllar yaşamak doğaya olan tutkunluğumu daha da artırdı. Öğretmenlik yıllarımın buna katkısını da yabana atmıyorum. Yıllarca öğrencilerime dünyayı, güneşi, yıldızları, dağları, denizleri, iklim olaylarını anlattım. Bu yüzden doğaya olan bağlılığımı çok görmüyorum. Çok sevdiğim insanlara bağlılığım kadar bağlıyım ona da.
Doğa kadar, hatta ondan daha da çok ilgilendiğim bir de insan ilişkileri, insani değerler ve insan ruhunu tanıma konuları var ilgi alanımda. Hazır yeri gelmişken biraz da ondan bahsedelim mi?
İnsan!.. Yaşantımızın en önemli unsuru olan insan ve ona olan bitmeyen yolculuğumuz!.. Yaşadığımız sürece tanıdığımız; bazıları hâlâ hayatımızda olan, bazılarıysa gerilerde kalmış insanlar!.. İz bırakanlar, bırakmayanlar!.. Kimini riyasız dostluğu ve vefasıyla; kimini hainliği ve nankörlüğü ile hatırladıklarımız..
Toplu halde yaşıyoruz ve muhakkak ki insanların birbirleriyle olan münasebetlerinin çok önemli bir yeri vardır hayatımızda. Fakat ne acıdır ki, kültürümüzde de önemli yeri olan bu değerler gün geçtikçe bozuluyor, yozlaşıyor. Eski dostlar, akrabalar bile artık düğünlerde, cenazelerde, casinolarda veya lokantalarda tesadüfen karşılaşıyorlar. Konuşmaları, sözüm ona sohbetleri, beylik birkaç cümleden öteye geçmiyor bu karşılaşmalarda. Geçse bile, o an çok mutlu olsalar bile bunun devamı olmuyor, orada kalıyor. Ne acıdır ki insan olmanın gereği olan değerlerimizi büyük ölçüde yitirdik de farkında bile değiliz. Bu yüzden kalabalıklar arasında bile yalnızlaşıyoruz. Nerede şimdi en gizli sırlarımızı paylaştığımız, ihtiyacımız olduğunda yanımızda olan, zor durumlarımızda bizi savunan, varlıklarıyla güç veren, hayatı güzelleştiren dostlarımız, arkadaşlarımız, akrabalarımız?...
Zaman akıp giderken ne yazık ki dostlarımız da hayatımızdan yaprak misali savrulup gidiyorlar. Bu yüzden her gün biraz daha eksildiğimizi hissediyoruz ki bu da acı veriyor; nerede o eski dostluklar dedirtiyor. Şimdilerde çevremizdeki insanların dost mu düşman mı olduğunu bile ayırt edemiyoruz. Zaman ve şartlar ne yazık ki her şeyi olduğu gibi dostluk kavramını da değiştirebiliyor; onun gerçek anlamının içini boşaltabiliyor. Oysa dost olmak, dost kalmak ve dostça yaşamak insanın yaşarken edinebileceği en büyük servettir...
Sağladığı kolaylıkları inkâr etmesek de ne yazık ki gelişen teknoloji insani ilişkilerin bozulmasının en büyük müsebbibi… Kabul etmemiz gerekiyor ki sanal ortam insani ilişkileri negatif yönde etkiliyor. Buna bir de televizyon dizilerini eklersek durum daha da vahimleşiyor. Eğitici programlar, belgeseller yerine; seyrederken senaryosu hangi kalemden, hangi cadı kazanı yürekten çıktı diye merak ettiğim akıl almaz entrikalarla dolu diziler ne yazık ki bizi ekranlara mahkûm ediyor. Şaşırıyorum!..Yetkili kurumlar buna nasıl izin veriyor diye. Fakat bunu anlamak o kadar da zor değil. Büyük güçler,başka şeyleri unutturmak, kendi isteklerini, projelerini daha rahat gerçekleştirmek için bu tip yayınlarla bizi uyuşturuyorlar, uyutuyorlar ve zamanımızı da israf ettiriyorlar işte!..
Oysa bilgisayar ve televizyon ekranlarına mahkûm olmadan önce, şimdilerde unuttuğumuz güzel alışkanlığımız, adetlerimiz vardı bizim. Bir arkadaşımızla, komşumuzla karşılıklı içilecek birer kahve eşliğinde sohbet etmek; bir kahve molası vermek gibi…