"Sabit Fikir" isimli edebiyat dergisinden Ece Karaağaç'ın yazısı, yıllarca anne ve babalarımızın, nenelerimizin bizlere anlattığı, dinlemeden uyuyamadığımız veya yemek yemediğimiz masalların aslında gerçek hayatta yaşandığını ve maalesef kötü sonla bittiğini vurguluyor.
1800’lerin başında Jacob ve Wilhelm Grimm, nam-ı diğer Grimm Kardeşler, çoğunun sonu bilinmeyen yaşam deneyimlerini bir araya getirdiler ve ortaya hepimizin yakından bildiği o müthiş derleme çıktı: Grimm Masalları. Grimm Kardeşler’in temelde yaptığı unutulmaya yüz tutmuş Alman söylencelerini derlemek ve koruma altına almaktı. Derlemelerinin ilk hali gerçek ve ürkütücü olaylara dayanıyordu. Fakat Grimm Kardeşler yine de bu olaylara daha pozitif bir pencereden bakmayı tercih ettiler ve bu söylenceleri yeniden yorumladılar. Bu doğrultuda kendilerine öncü kabul ettikleri isim, peri masallarının babası kabul eden ve meşhur balkabağından arabanın da yaratıcısı olan Fransız yazar Charles Perrault’tu.
Perrault’un kaleme aldığı masallar da gerçek hadiselere dayanıyordu ve çoğunlukla yetişkinlere hitap eden metinlerdi. Ne de olsa takvimler henüz 17. yüzyılı gösteriyordu ve çocuk edebiyatından bahsetmek pek de mümkün değildi doğrusu. Çoğu gerçek hayat hikayelerine dayanan ve 17. yüzyıldan günümüze daha pozitif, daha hayalci ve daha çocuksu bir hal kazanan bu masalların ardında yatan gerçeklere gelin beraber bir göz atalım.
Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler
Bu masalın temeli 16. yüzyılda yaşamış Margarete von Waldeck adlı bir asilzadenin trajik yaşamına dayanıyor. Margarete, abisinin küçük çocukları bakır madeninde işçi olarak çalıştırdığı Bad Wildungen’de büyümüş. Madende çalışmanın etkisiyle vücutları ciddi ölçüde deforme olan çocuklar cücelere benzerlermiş o vakitler. Meşhur zehirli elma da yaşlı bir adam tarafından işçi çocuklara dağıtılan çürümeye yüz tutmuş meyvelerin bir metaforu imiş. Margarete’in üvey annesi onu sürekli küçümser, hor görürmüş. Sonunda da başından def etmek için Margarete’i Brüksel’e göndermeye karar vermiş. Margarete güzelliğiyle göz kamaştıran bir genç kızmış ve İspanya Kralı’nın oğlu prens II. Philip, Margarete’e kör kütük âşıkmış. Bu aşkı onaylamayan İspanya Kralı gizli ajanları vasıtasıyla Margarete’i zehirletivermiş. Görünen o ki Margarete ve Prens Philip pek de öyle sonsuza kadar mutlu yaşayamamışlar.
Rapunzel
Rapunzel, temelde eski bir Hıristiyan öyküsüne dayanıyor. 3. yüzyılda, Akdeniz ülkelerinden birinde pagan bir tüccar yaşarmış. Bu tüccar kızına garip bir tutku ile bağlıymış. Öyle ki kızına evlenmeyi yasaklamış. Kıskanç baba seyahate gitmesi gerektiği zaman da kızını kulesine kilitlermiş. Saç konusunun nasıl bu kadar önemli hale geldiğine dair elimizde bir veri yok ne yazık ki, fakat babası tarafından kuleye kapatıldığı zamanlarda genç kızımızın yüksek sesle Hıristiyan inançlarını dışa vuran dualar ettiği ve dualarının ta kentin öteki yanından
duyulduğu biliniyor. Kızının kendi pagan tanrılarını reddettiğini ve Hıristiyan olduğunu öğrenen tüccar, kızını önce inancını terk edip baba inancına dönmeye zorlamış, istediğini alamayınca da kızının kellesini uçurmuş. Bu cinayetten kısa bir süre sonraki bir genel grev sonrasında tüccar da kellesinden olmuş. Sesini bütün kasabaya duyurarak tanrısına dualar eden Rapunzel ise, Azize Barbara adıyla, Ortodoks kilisesinin azizeleri arasına katılmış.
Mavi Sakal
Perrault, öyküsünü, oğlu tarafından katledileceği kehaneti ile uyarılmış bir ortaçağ hükümdarı olan Conomor’un yaşam öyküsü etrafına kurmuş. Bu korkuya kapılan Coromor ne vakit eşlerinden biri hamile kalsa onu öldürürmüş. Perrault bu öyküyü başka bir öyküyle, 15. yüzyılda yaşamış, Yüzyıl Savaşları’nda başarılar kazanmasının yanı sıra çocukları öldüren bir seri katil olmasıyla da ünlenen ve Mavi Sakal olarak da anılan bir asilzade olan Gilles de Rais’in öyküsüyle birleştirmiş. Gilles de Rais’in Mavi Sakal olarak anılmasının sebebiyse gerçekten de mavi sakallara sahip olması değil, atının pürüzsüz kürkünün gün ışığında mavi bir yansımaya sahip olmasıymış. Gilles de Rais kan donduran duruşması sırasında çocukları nasıl avladığını ve onlara nasıl işkence ettiğini de ayrıntılı bir biçimde itiraf etmiş. Bu iki korkunç öyküyü harmanlayan Perrault ise kendi korkunç kahramanı olan Mavi Sakal’ı yaratmış.
Hansel ve Gretel
Hansel ve Gretel’in öyküsünün çocukları başıboş gezintilerden alıkoymak amacıyla tasarlandığı ortada. Fakat 1315-1317 yılları arasında yaşanan ve özellikle Avrupa ülkelerini vuran büyük kıtlığın ölümlerin yanı sıra küçük çocuklara yönelen bir yamyamlığı da beraberinde getirdiğini tahmin etmek mümkün değil doğrusu. Ayrıca o dönemde ailelerin karnını doyuramadıkları çocuklarını ıssız yerlerde terk etmesi de yaygın bir durummuş. Bu hikaye 1600’lerde yaşamış ve yaptığı harika zencefilli kurabiyelerle ünlenmiş Katharina Schaderin’in kıskanç bir erkek aşçı tarafından cadılıkla suçlanması hikayesiyle birleşince olmuş size Hansel ve Gretel. Hikayenin asıl acıklı yanı ise, cadılık iddiası sebebiyle kasabadan kovulan Katharina’nın kasabayı terk ederken bir grup kızgın komşu tarafından yakalanıp eviyle beraber ateşe verilmesi. Demek, cadılar kimi zaman sandığımız kadar kötü olmayabilirler.
Külkedisi
Perrault’un hayat verdiği bu peri kızları kadar güzel ve bir o kadar da bahtsız genç kız aslında Rhodopis adlı bir Yunan kızının tezahürü. “Elma Yanak” olarak da anılan bu genç kız, Trakya dolaylarında yaşarken esir alınmış ve köle olarak Mısır’a satılmış. Mısır halkına hiç benzemeyen beyaz tenli yaradılışı onu son derece kıymetli hale getirmiş ve efendisi onu mücevherlerle süsleyerek sergilemeye başlamış, ki bu mücevherlere bir çift altın ayakkabı da dahilmiş. Gerek çarpıcı güzelliği, gerekse altın ayakkabıları sayesinde Rhodopis, Firavun Amasis’in de dikkatini çekmiş ve Amasis de Rhodopis’i eş olarak almış. Her ne kadar onun tek eşi olmasa da Rhodopis firavunun eşlerinden biri olarak saygı görmüş ve resmi seremonilere gereğince katılmış. Ayrıca firavun Amais’in cinsel arzularını tatmin etmek için her daim hazır ve nazır da bulunmuş elbette. Peki sonradan edindiği bu statü genç Rhodopis’in sonsuza kadar mutlu yaşamasını sağlamış mıdır acaba? Sanmıyorum.
Görünen o ki masalların arkasındaki gerçek öykülerde mutlu sonlar pek o kadar da yaygın değil, masalların aksine.