Yazımızın birinci ve ikinci bölümlerinde ilgili bakanlığa sorduğumuz soruların cevaplarını sizlerle paylaşmıştık. Üçüncü bölümle kaldığımız yerden devam edip, Zeytin Üreticileri Birliği Başkanı Sayın İrfan Çelik’in ders niteliğindeki değerlendirmelerine devam ediyoruz. Son yıllarda 13 milyon adet dış satıma ulaşan enginar da ülkemiz açısından ekonomik değere sahip ürünler arasında kendini göstermektedir. Enginar alımı için ülkemize gelen tüccarlar, ürünleri TIR’ lar içerisinde dökme olarak taşımakta, zaman zaman üründe bozulmalar olmakta veya başka nedenler ile üreticilerimize değerinde ödemeler yapmamaktadırlar. Bakanlığımız bu sorunların giderilmesi için Enginar Üretici Birliklerini bir üst yapıda toplayıp Enginarcılar Kooperatifi’nin kurulmasına destek vererek birleşmelerinin sağlanması için adımlar atmıştır. Bununla birlikte yeni kurulan Kooperatif, Enginar Paketleme Tesisi kurabilmek için Bakanlığımız tarafından açılan hibe programına müracaatta bulunmuş ve hibe almaya hak kazanmıştır. Projenin tamamlanması halinde gelecek sezonda enginarların patates gibi tekelden paketlenerek satılmasının sağlanması yönünde önemli adımlar atılmış olacaktır. Enginar üreticileri ile yapılan çalışmalar üreticilerimizin kooperatifleşmesi sorunuza güzel bir örnek teşkil etmektedir. Bitkisel üretimdeki nar, sebze ve seracılıkta var olan uygulamalara henüz bir yenilik getirilememekle birlikte açılan hibe programları bu üretim dallarını da kapsamaktadır. DEĞERLENDİRME: Yapılacak uygulamaları izlemek gelecek yıla sarkmıştır. Hayvansal üretimimize gelince; ülkemizde 65,000 baş büyük ve 320,000 baş küçükbaş hayvan bulunmaktadır. Bakanlık görevine başladıktan sonara ilk yaptığım işler arasında çöktürülmüş olan Hayvan Kayıt Sistemini yeniden çalışır hale getirmek olmuştur. Bugün ülkemizdeki tüm çiftlik hayvanları kulak numarası ile numaralandırılmış ve kayıt altına alınmıştır. Yukarıda bahsettiğimiz kuraklık etkilerine ek olarak hayvancılığımızda beklenmeyen başka olaylar da yaşanmıştır. Bunlardan birincisi ülkemizde ilk kez görülen LSD hastalığıdır. Büyükbaş hayvanlarda viral bir deri hastalığı olan LSD ilk olarak Karpaz’da 3 köyde görülmüş ve AB normları ve Dünya Standartlarına göre müdahale edilmiş ve bir strateji çizilmiştir. Buna göre hastalığın görüldüğü 11 adet işletmede bulunan 156 adet büyükbaş hayvan itlaf edilmiş ve üreticilere 656.000,00 TL tazminat ödenmiştir. Ayrıca karantina ve hijyen önlemleri de alınmıştır. Hazırlanan strateji, hastalığın başka yerde görülmesi halinde aşılama kampanyasının uygulanması yönünde idi. Şubat ayında Orta Mesaryada bir işletmede hastalığın nüksetmesi üzerine aşılama programı başlamış ve aşının olumsuz etkilerinden oluşan üretici zararları da tazmin edilmiştir. Bu amaçla 47,015 kg 12 aylıktan büyük sığır ve 44 adet 1-12 aylık hayvan için 82 adet üreticimize 540.150,00 TL tazminat ödenmiştir. Aşılama kampanyası henüz devam etmektedir. Hastanelerimizde 2 adet hastanın Deli Dana şüphesi ile karantinaya alınması bir başka ilklerimizdendir. DEĞERLENDİRME: Hayvan Kayıt Sistemini çalışır hale getirmiş olmasından dolayı Sayın Bakan’ı tebrik ediyorum. Sistemi çalıştıran program ile ilgili yapısal sorunlar devam etse de; ülkemizdeki sistemsizlik ortamı içerisinde Hayvan Kayıt Sisteminin çalışır hale getirilmiş olması bir başarı. Ancak, Hayvan Kayıt Sistemi ile hayvanları kayıt altına almak maalesef yeterli olmuyor. Kayıt altına alınmış olan hayvanların çiftlikler arasındaki hareketleri de kayıt altına alın(a)madığı sürece ve hayvan barınaklarının coğrafi konumu, tasarımı, yapım malzemesi ve temizlik koşulları Avrupa Birliğinin öngördüğü standartlara Devlet tarafından finanse edilerek yasal düzenlemelerle getirilmediği sürece hayvan hastalıklarından kurtulmak ve sağlıklı hayvanlarla sağlıklı ve kaliteli süt üretebilmek hayalden öteye geçemiyor. Ancak literatürlerde bu hastalığın insana bulaştıktan 10-20 yıl sonra kişide hastalık belirtilerini göstermesi, ülkemize uzun yılladır canlı hayvan ithal edilmemesi ve 2001 yılında tüm AB ülkeleri ile birlikte bu hastalığın oluşmasına neden olan büyükbaş hayvan yemlerinde hayvansal kaynaklı protein hammaddesi kullanılmasının yasaklanmış olması panik durumunu ortadan kaldırmıştır. DEĞERLENDİRME: Sayın Bakan çok büyük mantıksal bir hata içerisindedir!!! Kendi ifadesi ile, ‘‘ülkemize uzun yıllardır canlı hayvan ithal edilmediğine’’ ve hayvan yemlerinde hayvansal kaynaklı protein hammaddesi kullanılması AB tarafından 2001 yılında yasaklandığına göre, söz konusu Deli Dana hastalığının mevcudiyeti ülkemiz için daha da ciddi bir sorun haline gelmiyor mu? Yine Sayın Bakanın kendi ifadesi ile ‘‘ülkemizde ilk kez görülen LSD hastalığı’’nın Sayın Bakanın söz ettiği önlemlere rağmen başka çiftliklere de nüksetmesi Sayın Bakanı ‘‘neden-sonuç ilişkisi’’ bağlamında daha ‘derin’ bir düşün(ebil)meye sevk etmiyor mu? Sayın Bakanın anlattıkları, panik durumunu ortadan kaldırmıyor; tam tersine aklı çalışan herkesi PANİK durumuna sokuyor!!! Sayın Bakanın ifadesi ile LSD ve DELİ DANA hastalıklarının ülkemizde ‘ilk’ olarak ortaya çıkmış olması, paniğin esas nedenidir; ve sorunun hayvan barınaklarındaki, bugüne kadar ki tüm hükümetlerin de katkısı ile oluşmuş olan yapısal sorunlar nedeniyle sağlanamayan hijyen koşullarının sonucu olarak ortaya çıktığı apaçık ortadadır. Yaşanan tüm bu olumsuzluklar Bakanlığımızı Hükümet Programı dışında bazı çalışmalara itmiş olmasına rağmen program doğrultusunda birçok ilerleme kaydedilmiştir. Bununla birlikte Tarım Sektörü için hazırlanan programların birkaç gün gibi kısa sürelerde uygulamaya koyulması gibi bir olasılık da mümkün değildir. DEĞERLENDİRME: Sayın Bakan sözünü ettiği ‘‘Tarım Sektörü için hazırlanan programlar’’ konusunda kamuoyunu bilgilendirirse seviniriz; çünkü bildiğim kadarıyla, tarım alt sektörlerini ‘sürdürülebilir’ bir yapıya sokup, yüksek ‘kalite’ ve ‘standartlar’ a sahip üretimi teşvik eden herhangi bir program yürürlüğe sokulmuş değildir. Kaldı ki, herhangi bir programı uygulamaya koymak kararlılık ve irade varsa, bir günlük iştir; tabii ki, uygulamanın sonuçlarını almak bir süreç gerektirmektedir. Hayvancılık sektöründeki et ve süt üretimi bitkisel üretime dayalı yapılmaktadır. Mevcut hayvan varlığımız ile ülkemizin hayvansal ürün gereksinmesini karşıladıktan sonra süt ürünleri üretimindeki fazlalık ihraç edilmektedir. Hükümetimiz döneminde yerli hayvanlardan üretilen etlerin değerinde satılabilmesi için bazı özellikli etlerin dışında et ithaline izin verilmemiştir. DEĞERLENDİME: Sayın Bakan, ülkemizdeki yem fiyatlarının AB’de geçerli olan fiyatlardan %20 ile %50 arasında daha pahalı olduğunu biliyor musunuz? Biliyorsanız; hem süt hem de et hayvancılığında esas maliyet unsuru olan yem maliyetlerinin aşağıya çekilmesi için Bakanlık olarak yürürlüğe koymuş olduğunuz veya koymayı düşündüğünüz yapısal reform niteliğinde herhangi bir programınız var mı? Eğer yoksa; Kuzey Kıbrıs’taki hayvan yetiştiricilerinin Güney Kıbrıs’taki çok daha düşük et fiyatları ile nasıl rekabet edebileceği hakkında herhangi bir fikriniz var mı? Et ithalatına izin vermemek tek başına sorunu çözmüyor! Süt üretimimiz her yıl % 10-15 dolaylarında artarak 140,000 Ton’a ulaşmıştır. Ülkemizde üretilen sütten ağırlıklı olarak hellim üretimi yapılmaktadır. Üretilen fazla hellimin diğer süt ürünleri ile rekabet edip pazarda değer bulması için Bütçemizde Tarım Sektörü için ayrılan kısmın yarısından fazlası harcanmaktadır. Buna rağmen ülkemize uygulanan ambargoların bir sonucu olarak üretilen hellimin değerinde pazarlanabildiğini söyleme şansına sahip değiliz. DEĞERLENDİRME: YANLIŞ YANLIŞ YANLIŞ!!! Sayın Bakan yine çok büyük bir yanılgı içerisindedir ve hayvancılık sektörünün yapısal sorunlarından bihaberdir. Sayın Bakan; başta Türkiye ve Orta Doğu ülkeleri olmak üzere, hellimi sattığımız ülkelerin bize karşı uyguladığı ambargo yoktur! Dolaysıyla, hellimin değerinde pazarlanamamasının nedeni ambargo değildir. Sayın Bakan; esas sorun süt kalitesi ile ilgili olumsuzluklar; Devletin süt ürünleri imalatı ve ihracatı ile ilgili kaliteyi teşvik eden Stratejik bir Programının olmayışı; ve ihracatçı firmaların pazarlama yeteneksizliğidir. Hellimin veya herhangi bir peynirin kalitesi ve raf ömrü sütün kalitesi ile doğru orantılıdır. Sütteki bakteri ve somatik hücre sayısı en azından AB standartlarının öngördüğü seviyeye çekil(e)mediği sürece ihracat piyasalarında kalite bağlamında rekabet gücü olan ve dolaysıyla Güney Kıbrıs’tan ihraç edilen hellimin değerinde pazarlanabilen ‘kaliteli’ hellim ihracatı maalesef mümkün olmayacak ve KKTC Hükümetleri Tarım Sektörü için ayrılan bütçenin ‘yarısından’ fazlasını hellim ihracatına destek olarak ayırmak zorunda kalacaklardır. Bu model hiçbir şekilde sürdürülebilir olmayan, stratejik ve ekonomik akıldan yoksun bir uygulamadır. Hellim ihracat teşvikindeki ‘EKONOMİK akılsızlık’ uygulama bununla da bitmiyor. Hellim ihracatını teşvik için verilen destekler maalesef ihracatçılar tarafından süt ürünleri sektörünün orta ve uzun vadeli sektörel yararına değil; firmaların kısa dönemli çıkarlarını maksimize edecek şekilde, birbirlerinin ihracat satış fiyatlarını kırmak ve birbirlerinden pazar payı kapmak (tam bir ekonomik akılsızlık örneği) amacıyla kullanılmaktadır. Hükümet asgari hellim ihracat fiyatını sınırlayarak bu traji-komediye derhal son vermelidir. Yapılan çalışmalar sonunda hellim ürünü Türkiye’de coğrafi işaret olarak tescil olmasına rağmen Türkiye’de hellim imalatına devam edilmektedir. Güney Kıbrıs’ın hellimi AB’de tescil etme çabasına zamanında müdahil olunmuş ve Kuzey’de üretilen hellimin de tescili için çalışmalar sürdürülmüştür. Bu amaçla bir Süt Sektörü ve Hellim Strateji Belgesi hazırlanarak bir eylem planı oluşturulmuştur. Bu çalışmalar sırasında hellim ürününde kullanılan sütün yarısından fazlasının (en az %51) küçükbaş hayvan sütü olması gerekliliğinden hareketle ülkemizdeki küçükbaş hayvan çiftliklerindeki barınak koşullarının iyileştirilmesi ve süt miktar ve süt kalitesinin artırılması yönünde çalışmalar yoğunlaştırılmıştır. DEĞERLENDİRME: Sayın Bakan; küçükbaş hayvan çiftliklerindeki barınak koşullarının iyileştirilmesi ve süt miktarının ve süt kalitesinin artırılması yönünde Bakanlığınızın yapısal sorunları giderip rekabetçi bir üretimi teşvik eden hiç bir çalışması yoktur. Küçükbaş hayvan çiftliklerindeki barınak koşullarının iyileştirilmesi mevcut konumları nedeniyle çok büyük bir kısmı için mümkün değildir; çünkü barınakların çok büyük bir kısmının coğrafi konumu hayvan sağlığının oluşturulmasına ve korunmasına imkân tanımamaktadır. Hayvan barınak arazileri İçişleri Bakanlığına bağlı kaymakamlıklar tarafından belirlendiği ve tahsis edildiği sürece de bu ‘yapısal’ sorun devam edecek ve hastalıkların eradikasyonu ve süt kalitesinin artırılması arzusu hayalden öteye geçemeyecektir. Devlet derhal ‘‘Küçükbaş Hayvancılığı Geliştirme’’ Stratejik Programını hazırlayıp, tüm küçükbaş hayvan barınaklarını Hayvancılık Dairesi kontrol ve yönetiminde yeniden konumlandırarak, yeniden tasarlayarak ve yeniden doğru malzemelerle inşa ederek yapılandırmadığı; keçiciliği FAO’nun öngördüğü şekilde ormanlık bölgelerde serbest (kontrollü serbestlik) bırakmadığı ve küçükbaş hayvancılıktan elde edilen süt ve etin hem kalitesini hem de verimliliğini çok ciddi şekilde etkileyen meraların ıslahını ve hayvancılar arasında paylaşımını içeren uygulamaları yürürlüğe sokmadığı sürece, sürdürülebilir bir hayvancılık ve sütçülük sektöründen bahsetmek olanaksızdır. Ülkemizde kurulan Hayvan Kayıt Sistemi’nin benzerinin Bitkisel Üretim için de uygulanması yönünde yoğun çalışmalar yapılmaktadır. Bu amaçla üreticilerin kayıt altına alınması için kişisel bilgileri, tarımsal varlıkları, üretim dalları, üretim metotlarını kaydedebilmek için bir bilgi formu (soru kitapçığı) AB normlarına göre hazırlanmıştır. Bu çalışmaların tamamlanabilmesi için Bilgisayar yazılım programlarının hazırlanması gerekmektedir. Yıl içerisinde yazılımların yapılabilmesi için gerekli ihalelere çıkılacaktır. DEĞERLENDİRME: 22 aylık bir iktidar döneminde bir ‘‘bilgi formunun’’ hazırlanmış olması gerçekten çok büyük bir başarı! Önümüzdeki 22 aylık dönemde de inşallah ‘‘yazılım programı’’ ihalesi sonuçlandırılır. Desenize; reformların uygulanması bir sonraki Meclis dönemine kaldı! Yazıklar olsun! Öte yandan Tarım sektörünün bir bütün olarak izlenebilir duruma gelebilmesi için Tarım Entegre Bilgi Sistemleri’nin kurulması yönünde hazırlıklar sürdürülmektedir. Bu sistem devreye girdiği zaman tarladan veya çiftlikten elde edilen ürünleri sofraya gelinceye kadar izlenebilme olanağına sahip olacağız. Sonuç olarak pazarda satılan ürün üzerinde yer alacak olan kare barkottan geriye doğru izlemeyi tüketiciler akıllı cep telefonları ile yapabileceklerdir. DEĞERLENDİRME: Hal yasasından bir tek kelime dahi yok! Tarım Entegre Bilgi Sistemi kendi başına hiçbir anlam ifade etmez; ancak istatistiki bilgi sağlar. İzlenebilirlik için temel şartlardan biri çağdaş bir Hal’in(toptancılar pazarının) oluşturulması ve ithal edilmiş tarım ürünleri dâhil, tüm tarımsal ürünlerin Hal’den geçerek perakende piyasasına ulaşmasıdır. Ancak, toptancılar ile ‘duygusal’ ilişkiler herhalde Hal yasasının “görüşülmesini” dahi engelliyor. Üç senedir ortada duran gerçek maalesef budur. (Devamı yarın)