“ Yeni bir dünya bulamazsın / başka bir deniz bulamazsın / Bu şehir arkandan gelecektir /sen gene ayni sokaklarda dolaşacaksın /ayni mahallede kocayacaksın /ayni evlerde kır düşecek saçlarına..”
Nedense Konstantin Kavavis’e ait bu dizelerde kendimi buluyorum bu son günlerde. Bu duyguyu anlatmak o kadar zor ki!.. Yıllarca hayalini kurduğun, dönmek için sabırsızlandığın, ömrünün en güzel yılları dediğin çocukluğunu ve ilk gençlik yıllarını geçirdiğin topraklara sonunda dönmek ve hayalinde kalanları bulamamak!..
Bu kaçıncı diyor iç sesim; bu kaçıncı hayal sukutu!.. Ayrılmak zorunda kaldığın yerlerde anılarını bile bulamamak, kendini karışık duyguların eşliğinde bir boşlukta hissetmek ve tıpkı kökleri kurumuş bir ağaç gibi muallakta kalan gövden ve solan yapraklarınla nefes almaya çalışmak!.. O kadar acı bir duygu ki bu..
“Gelmeseydim keşke” dersin; gelmekle hayallerine ihanet ettiğini düşünürsün. Bir ütopya olarak kalsaydı dersin. Keşke o kadar değişmeseydi diye hayıflanırsın. Keşke, keşke!.. Keşkeler pişmanlıkların ifadesidir ama artık pişman olunmuşu telafi olanağı da yoktur. Hayata tutunabilmek için teselliler lazım bu saatten sonra. Belki biraz şarkı, biraz şiir, çokça hüzünle… Yeter mi?.. Tabii ki yetmez ama şairin dediği gibi, nereye gidersem gideyim sonunda döneceğim yer burası.. Anılarım tüketilmişse, yaşadığım yerlerin yerinde yeller estirilmişse de bir bağ var beni buralara çeken. Ne olduğunu çözemesem de güçlü bir bağ var.
*****
Havalar serinledi… Kış kapıyı çalmaya hazırlanıyor.. Eskiden ilham perilerimin geldiği şiirli şarkılı bir mevsimdi kış. Dışım gurbetti belki ama içim sılaydı o zamanlar. Adayı uzaktan sevmek güzeldi. Oysa şimdi kapana kısılmış, kurtulmak için çırpındıkça yaralanan bir kuş gibi hissediyorum kendimi. Memleketimin hali benden de beter. Her gün biraz daha kötüye gidiyoruz. Batacağını bile bile fırtınalı bir denizde yol alan ve başkaları tarafından kurtarılmayı bekleyen bir geminin yolcuları gibiyiz. Kendi kendimizi kurtaracak gücümüz, yetkimiz, yeteneğimiz ve azmimiz yok. Kaderimizi hep başkaları çiziyor ama onlara “dur” demeye cesaretimiz yok. Oysa bizi bizden başka kurtaracak olan da yok. Olsa bile o kurtarılmanın diyeti, ömrümüzce ödeyemeyeceğimiz kadar ağır…
Bu memleketin bu hale gelmesinde elbette ki toplum olarak hepimizin payı var ama en büyük pay da ta başından beri ülkenin ve toplumun değil de daha çok kendilerinin ve koltuklarda oturmalarına katkı sağlayan yandaşlarının refahını, çıkarını ön planda tutan siyasilerimizin.. Geldiğimiz bu durumda bile memleketin sözüm ona sorumluluğunu üstlenenlerin hâlâ ayni vurdumduymazlığı ve kısır döngüyü sürdürmekteki ısrarlı duyarsızlığı ve vicdansızlığı tüyler ürpertecek boyutta.. Değişen hiçbir şey olmayacağının sinyalleri verilmeye başladı bile ki bu da yeni bir moral bozukluğu ve güvensizlik yaratmaya yetiyor. Keşke bir şeyleri değiştirecek, ülkeyi ve bu toplumu içine düşürüldüğü çukurdan düze çıkaracak bir anlayış, bir irade olsaydı diyemiyorum artık. Yaşanan onca deneyimden, gelinen bu noktadan ve siyasilere olan güvenin tükenişinden sonra böyle bir mucizeyi ummak ve beklemek saflık olur. Çünkü güven, öyle bir şeydir ki, eğer ortadan kalkmışsa en güçlü devletleri, en başarılı şirketleri, en parlak ekonomileri, en güçlü iktidarları bile yok eder.
*****
İnsanın güven duygusunu tanıması, daha anne karnındayken başlar ve hayata adım attığı ilk yıllarda anne babanın koruması, şefkati ve sahiplenmesiyle devam eder, ondan sonraki yıllarda da buna hep ihtiyaç duyulur. Toplu halde yaşamanın gereklerinden biri de zaten bu değil midir?. Her insanın birine veya birilerine güven duyması da bir ihtiyaçtır. Kime, kimlere güven duyacağımıza karar vermekse kişilik yapımızla ilgilidir ve genelde kendimize yakın hissettiklerimizle gerçekleşir. Hislerimiz bazen yanıltıcı olabilir ama yanılmayı göze alıp denemek de yaşamın bir parçasıdır.. Bir söz vardır “Bir insana tamamen güvendiğinizde iki sonuçtan birini elde edeceğiniz kesindir: Ya yaşam boyu bir dost, ya hayat boyu bir ders” der..
Birilerine güven duymak onun iradesine teslim olmak demek değildir. Bu saflıktan da öte bir kişilik zafiyeti; özgüveni eksik olanların başkalarına sığınma biçimidir ve çok risklidir. Çünkü başkasının güdümüne girmek sizin özgüveninizi daha da aşağılara çekebileceği gibi kötü sürprizleri de hayatınıza taşıyabilir.
Özgüven sahibi insanlar ne istediğini bilen, dengeli, huzurlu, güçlü, zayıf yönlerini bilen, hatalarını kabul ederek onları çözmeye çalışan, hedeflerini belirleyip amaçlarına ulaşan, kendine güvenen insanlardır. Bu sebeple kimseye bağımlı hissetmez, varlıklarını anlamlandırır, insan ilişkilerini daha yapıcı, daha sağlam temeller üzerine kurarlar. Onlar ayrıca olumsuz sonuç aldıkları eylemleri değerlendirip ders almasını da bilirler.
*****
Kişiler arasındaki güven önemli de, ya toplumsal güven?.. O konuda maalesef görünen tablo hiç de iç açıcı değil.. Hani derler ya “balık baştan kokar” diye..Toplum olarak tam da o durumdayız. Beğensek, beğenmesek bir devletimiz oldu. Devlet olmanın gereklerindendir diye onu ve içinde yaşayanları huzur, refah ve güvenlik içinde yaşatacağına söz verenler de verdiğimiz oylarla devletin temsilcileri, yönetenleri oldular. Önceleri iyi kötü bir yönetim olduysa da daha sonra iktidar koltuğunda oturanların fikri değişti. Toplumla bütünleşip “biz” diyeceklerine “ben” demeye başladılar ve zamanla icraatlarını kişisel menfaate, gayrı meşru işlere, rüşvete, lüks içinde yaşamak için her yanlışı mübah saymaya başladılar. Şimdilerde iş iyice çığırından çıktı. Ne hükümet kaldı ne meclis ne de güvenecek siyasiler. Toplum iyice terk edildi. Hoş!.. Oldukları sekiz aylık süre içinde kendilerine müdür, müsteşar atamaktan, lüks arabalarda gezmekten, mafya ile haşır neşir olmaktan, seçim kazanma hırsıyla sonunu düşünmeden önlerine geleni vatandaş yapıp ülkedeki asayişi bozmaktan başka ne yaptılar?.
Haklarını o kadar da yemeyelim halk için de bir şeyler yaptılar elbet!.. Toplum enflasyona karşı direnirken zam üstüne zam yaptılar. Hukuksal, toplumsal, ekonomik yönden yarattıkları yıkımla halkı bir enkazın altında bıraktılar ve yollarına aylardır süren kurultay macerasıyla devam ettiler. Kurultaylarından sonra cılız da olsa biraz ümitlendik ama o da boş çıktı. Değişen hiçbir şeyin olmayacağını koltuklarda yine ayni şahısların oturmasından, elçiliğe ziyaretlerden ve sorma gir hanına döndürdükleri ülkede sırf tek başına iktidar olmak gayesiyle daha da vatandaşlık verme eğiliminde olduklarını iki günde ispatladılar.
Hadi şimdi toplum olarak gel de bunlara güven!..