Medya ve haber savaşlarının yaşandığı 2001 yılıydı. İstanbul’da 4. Levent’te bulunan Show TV Haber Merkezi’nde bulunma şansını yakalaşmıştım. Üstelik her gün televizyon ekranlarından görmeye alıştığımız “ünlü” diye nitelendirilen isimler ile çok yakından çalışma şansını yakalamıştım. Sabah 08:30 dolaylarında Show TV’nin servisi ile aranıyor, gece ise ancak 23:00 dolaylarında evime geri dönebiliyordum. Daha çok dış haberler servisinde bulunmama karşın haber misyonu bakımından çok da dış haberlerin umursanmadığı bir dönemden geçiliyordu. Dedim ya haber savaşları vardı o dönemde. Bir yanda Reha Muhtar, diğer yanda ise Ali Kırca’nın kıran kırana geçen rekabetine tanık oluyordum. Sokaktaki vatandaşın dalga geçtiği bir haber bülteni üretmemize karşın Reha Muhtar yönetimindeki Show Haber A, B,C, D gruplarının tümünde, ilk 100 program çerçevesinde hep bir numaradaydı. Ciddi şekilde habercilik yapmadığımızı düşünüyordum. İşin enteresan yanı Reha Muhtar ile Nilüfer’in aşkının doruk noktasında olduğu ve magazin bültenlerinin de önemli haberlerinde yer aldığı bir dönemde “Yine, yeni, yeniden” sloganı ile başlamıştı yaz tatili sonrasındaki yeni yayın dönemi. Haber merkezi sirkten farksızdı. Şimdi saygı ile andığım, dünyanın en uzun boylu adamı Halil İbrahim, peruk ile muhabirlik yapan Bay Kubidik (Kubilay), Ömür Varol ve Pire Ferhat hatta Sadettin Teksoy ile farklı haberler her gün izleyici ile buluşuyordu. Haber merkezi sirkten farksızdı fakat gündem, işin içine magazin katılarak, en eğlenceli, en duygusal, en dramatik, en çarpıcı şekilde veriliyordu okuyucuya. Hatta Ana Haber Bülteni sonrasında dünyanın dört bir yanından gelen yüzlerce Alo Reha Muhtar hattı arayanın ve çalan telefon zili sesleri hala kulaklarımda. Mutfaktan çıkan yemek görünüşte kötüydü belki ama bu kötülük, entelektüel düzey ile baktığımız için kötü gözüküyordu. Oysa mutfakta, çok büyük bir disiplin ile çalışan, birbirinden deneyimli haber ekibi inanılmaz bir üretim yapıyordu. 3 haber müdürü, 3 yönetmen ve çok sayıda çalışanın “En çok seyredilen” olmak için yoğun çaba harcadığına tanık oluyordum. Şimdi Türkiye televizyonlarının haber bültenleri “ciddi habercilik” yapıyor. Ciddi yayınlar veriliyor. Oysa haberciliğin öldüğünü düşündüğüm dönemlerden birisini yaşıyoruz. Habercilik deneyimlerimi düşünürken hiç kuşkusuz Doğan Haber Ajansı, CNN Türk, Hürriyet, Milliyet ve Radikal gazeteleri ile ilgili yaklaşık 5 yıllık yakın temasım ve personel olarak çalışmam bana çok şey kattı. Mehmet Ali Birand ile yakın temasım ve zekasına, soğuk kanlılığına hayranlığım “haberci kimliği” üzerine beni çok düşündürdü. Ne acıdır ki, artık habere, haberciye inancın ve de güvenin yönetimsel baskılar nedeni ile yerle bir olduğu, olması gerektiği bir dönemden geçiyoruz. Türkiye sansürcü yaklaşımın yükselişe geçtiği, Twitter, Facebook ve Youtube sansürlerinin olduğu bir dönemdeyiz. Umarım bu sancılı süreç hızlı geçer ve özgür basının, magazinel bile olsa vatandaş ile buluşacağı günler bir an önce geri döner.