Yıllar önceydi. Üniversiteyi yeni bitirmiş “çiçeği burnunda” bir öğretmen adayıydım ama nedense öğretmenlik yerine hava yollarını tercih ediyordum. Gökyüzü benim için o yıllarda adeta bir tutkuydu. Lâcivert beyaz üniformalar içinde uçmak fikri, “İstikbal göklerdedir” sloganı o zamanlar adeta kanımı tutuşturuyordu.
Hani derler ya; “azmin elinden hiçbir şey kurtulmaz” diye.. Ben de hava yollarına girmeye azmettim. Başardım da.. Yapılan sınav ve mülâkatlarla Türk hava yollarının dış hatlar bölümünde göreve başladım. Birlikte çalıştıklarım yaşça benden büyük ve iş konusunda deneyimli insanlardı. Onlardan çok şey öğreniyordum. Yoğun bir çalışma temposu vardı ve en çok iş de bana düşüyordu nedense. Öyle ki herkes gidiyor, bense hâlâ çalışıyordum. Kendime ait işleri bitirdikten sonra önüme kendilerinin yapması gereken bir yığın dosya veriyorlar ve erkenden gidiyorlardı. Sesimi çıkarmıyordum çünkü deneyimsizdim. Kısacası henüz çaylaktım.
Bir akşamüstü yine dosyaların arasına gömülmüş çalışırken müdür karşıma dikildi ve “Kızım, hak verilmez, alınır. Sen niye hakkın olan zamanı başkaları için harcıyorsun?” diye sordu ve beni uyardı. İşte ben bu cümleyle -daha önceden duymuş olsam da- gerçek anlamda o zaman tanıştım ve hayatıma uyarlamaya gayret ettim. Daha sonraki hayatımda da kimsenin hakkını yememeye özen gösterirken kendi haklarımı savunmayı, onu gasp etmek isteyenlerin karşısında durmayı kendime hayat tarzı edindim. Adım zaman zaman asiye çıkmış olsa da…
Öğretmenlik yıllarımda da öğrencilerime, sorumlulukların, görevlerin yerine getirilmesi ne kadar önemliyse hakların aranmasının da o kadar önemli olduğunu anlatmaya çalıştım. Bu konuda savaş vermek gerekse bile…
*****
Dünya kurulalı beri insan haklarına saygı her çağda olması gereken bir olgu olmakla beraber, insanların kendi istekleri dışında yaşamak zorunda bırakıldıkları da bir gerçektir. Kula kulluk etmek, köle hayatı yaşamak, işkencelere maruz kalmak tarih boyunca yaşanmış olaylardı. Bu olayların katlanılmaz hale geldiği dönemde artık insanlar, hoşnutsuzluklarını ortaya koyma zorunluluğu duydular. 1215 de İngiltere kralından haklarının savunulmasını istediler. Onların bu kararlı tavrı karşısında kral bir antlaşma metnini kabul etmek zorunda kaldı ve bir özgürlükler belgesi hazırlanarak kabul edildi. Bununla artık insan hakları metne dökülmüş, insanların kısıtlanamayacak bazı hakları güvence altına alınmış oldu. İnsanların yaşayışlarında, hayati konularda eşit haklara sahip oldukları fikri 1776 yılında Amerika’da yayımlanan Bağımsızlık Bildirisi ile de pekiştirildi. İnsan hakları ile ilgili bir başka çalışma Fransız İhtilâli zamanında yapıldı ve 1789 yılında İnsan Hakları Bildirisi yayımlandı. Bütün bu çalışmalar insanların daha çağdaş yaşama isteğinin birer ürünüydü.
İnsanların haklarını aramak için gösterdikleri bu gayret sonucunda bugün tüm devletler insan haklarına anayasalarının başında yer vererek, devletin, insan haklarına saygılı, hatta insan haklarına dayalı olduğunu hüküm altına almışlardır. Çünkü devletin varlık nedeni bireyin temel hak ve özgürlüklerini korumaktır. Bu yönüyle insan hakları Anayasa Hukuku’nun konusunu oluştururken diğer yönleriyle aynı zamanda da bir uluslararası hukuk kurumudur
İnsan hakları, kişiyi özü ile yaşatacak kurallardır. Irk, ulus, din, dil ve cinsiyet ayrımı gözetmeksizin tüm insanların yararlanabileceği haklardır ve insanların hak ve saygınlık açısından eşit ve özgür olarak doğduğu anlayışına dayanır. İnsan hakları, her bir bireye bağımsız seçim yapma ve yeteneklerini geliştirme özgürlüğü tanır. Bu özgürlükler başkalarının haklarına saygılı olmak ve bu hakları çiğnememe zorunluluğu ile dengelenmektedir
*****
Peki de bizim ülkemizde, yani bu küçük adada bu kurallara ne ölçüde uyuluyor diye düşünmeden edemiyorum. İnsanın hayati önem taşıyan hak ve özgürlüklerini korumak görevi tabii ki kişilerin birbirlerine olan saygısı, kimsenin hakkına tecavüz edilmemesi, yaşam özgürlüğünü kısıtlamaması ile mümkündür. Fakat bu, toplumsal bir kültürün ve çağdaşlığın gereği olsa da her zaman ve her şartta bu insanlar arası olgunluk seviyesini yakalamak mümkün değildir. Yasalar da esasen bunun için yapılmıştır ve anayasanın ilk kuralı da insan haklarını korumaktır. Bunu korumakla mükellef olan da yine halkın seçtiği siyasilerdir, hükümettir. Acaba onlar bu haklarımızı koruyorlar mı?
Kalbimden nedense “hayır” cevabı geçiyor. Neden mi? Nedenler saymakla bitmeyecek kadar çok. Hatta korunması bir yana buna hakların gasp edilmesi demek daha yerinde olur sanırım. Sözüm ona burası da bir hukuk devletiymiş! …Mahkemeler çocuk tecavüzcülerine bile cezai müeyyideleri gereğince uygulamıyorsa hak ve adalet bunun neresinde? Trafikteki sorumsuzluklar yüzünden insanlar hayatlarını kaybediyorsa, halkın isteği hilafına kurumlar durmadan özelleştirilip memleket bir müstemlekeye dönüştürülme aşamasına getirilmişse, uzun yaz mevsimi boyunca yerleşim yerlerinin ortasında bulunan gece kulüplerinden sabaha kadar gelen bangır bangır sesler haftanın üç gecesi insanlara uykuyu haram ediyor ve bu önlenemiyorsa, sağlıktaki sorunların ardı arkası kesilmiyorsa, rumdan kalan ganimet mallar hak edenlere değil de yandaşlara peşkeş çekiliyorsa, eğitim günden güne geriye gidiyorsa, Asgari ücrete talim eden insanlara rağmen mersedes arabalar zor geçinen insanlara nisbet yaparcasına kodamanları gezdiriyorsa, Yasaya uyup seyrüsefer ve benzeri trafik vergilerini ödeyenler enayi yerine konulup ödemeyenlere geçmiş vergiler bağışlanıyorsa bu memlekette haktan, hukuktan, adaletten hele hele devletten, hükümetten bahsetmek mümkün mü sizce?
Bütün bu olumsuzlukları kabullenmek, susmak, hakkını aramamak ve reva görüleni kader sayıp razı olmaksa insanı zamanla değersizleştirir, kendi aczinin kurbanı eder ve hem kişileri hem de toplumu günden güne geriye götürür. Bu yüzden hakkı gasp edenlerden onu kopara kopara almak gerekir. Şunu unutmamak gerekir ki; “Hak verilmez, alınır”