Nasreddin Hoca, kadılık yaparken bir gün bir ahbabı burnundan soluyarak gelmiş. Hasmı için söylemediğini bırakmamış. Sonra: Hocam, Allah aşkına söyle, demiş, haklı değil miyim? Hoca ne yapsın? Haklısın, demiş. Ahbabı sinirleri yatışmış olarak gitmiş. Onun hemen arkasından hasmı gelmiş. Bu defa da o başlamış atıp tutmaya, yok bana şöyle, yok böyle yaptı demeye. O da Hoca’ya sormuş: Haklı değil miyim? Hoca: Vallahi çok haklısın, demiş. Adam da sakinleşerek gitmiş. Tüm bunlara tanık olan Hoca’nın karısı bile bu işe şaşırmış kalmış. Senin kadılığında bir garip Hoca Efendi. İkisine de sen haklısın dedin. Hiç öyle şey olur mu? Nasreddin Hoca hanımının yüzüne bakıp: Hatun, demiş, sen de haklısın! Aslında hocanın demek istediği farklı bakışlar, farklı yorumlar ve ifadelerin niteliğiydi.
Ben de‘’Nasıl olur da hep ben suçlu olurum hiç mi düşünmüyor hiç mi anlamıyor beni?’’ Bu cümleyi duyduğumda hep ‘’durun lütfen’’ derim. Ardına üç soru sorarım: ‘’Karşınızdaki kişiyi ne kadar iyi dinlediniz?’’ ‘’Dinlediğinizi ne kadar iyi duydunuz’’ Bir de ‘’ duyduğunuzu nasıl yorumladınız?’’ Tüm bu sorular aslında bana iletişimin kalitesini göstermektedir. Bir açıdan da sosyal bağlamda kendini ifade etmenin yerinde olup olmadığını anlamaktayım. ‘’Duyuyorum, dinliyorum ve anlıyorum’’ diyenler oluyor hemen. Ardından başlıyorum sormaya: ‘’Karşımızdakini nasıl dinliyoruz? Mesela gerekli fiziksel koşulları (gürültü, dikkat dağıtıcı hareketlilik, vb.) sağlayabiliyor musunuz? Yoksa siz de bir yandan bilgisayarla ilgilenirken, bir yandan da dinlemeye çalışanlardan mısınız?’’ bir duraksıyor hemen karşımdaki. ‘’Aslında bir ara kopmuştum çünkü sosyal medyaya dalmıştım ya da kafam çok dolu tam idrak edemedim diyenler oluyor.’’ Eğer öyleyse vay halinize! Yani karşınızdaki kişiye dinlenildiğini hissettiremediyseniz; daha bu maddeden sınıfta kaldınız demektir. Karşınızdaki “beni dinlemiyorsun” deyip galibiyeti çoktan garantilemiştir. Diyelim ki hem kişisel hem de çevresel koşulları sağladınız. Diyelim ki her şey tamam göz teması kuruldu, hafif eğik vaziyette dinleme pozisyonunu aldınız etkin bir biçimde söylenenlere katılımınız var ve ruhen de oradasınız peki ya düşünce modeliniz nasıl? Size söylenen her şeyi, her detayı kendi iç seslerinizin etkisinde kalmadan dinleyebilmek, içinizden ona cevaplar verirken onu duyabilmek işin en zor kısmı. Bunu kaçınız yapabiliyor? Kaçınız herhangi bir konuşmada kendini içten içe karşıdaki kişiye laf yetiştirirken buluyorsunuz? Karşınızdakini gerçekten duymanın yolu, onu anlamaya çalışmaktan geçer, cevap vermeye çalışmaktan değil. Sizce o ne hissediyor? Size anlatmaya çalıştığı duygusu ne? Kendinize dönmeniz konuyu/durumu bir yere vardırmaz, aksine işlerin sarpa sarmasına neden olabilir. Karşınızdaki kişiyi konuştuğundaki etkin bir sessiz dinleyiş, anladığınızı gösteren ufak bedensel ve sözel mesajlar, kendini daha çok anlatması için soracağınız açık uçlu sorular… Bunların hepsi sıranın size geldiği zaman kendinizi daha iyi ifade etmeniz için size anahtar ipuçları sağlayacaktır.
Her madde tamamlandıktan sonra yapmanız gereken şu; önce duygularınıza isim verin; hayal kırıklığı, öfke, kırgınlık, şaşkınlık ve dahası… Gerçekten anladınız mı yoksa duygunuz mu size yön veriyor? Yoksa sizin verdiğiniz cevaplara dair aldığınız tepki mi sizde bu hisleri uyandırıyor? Bunların farkında vardıktan sonra ifadeleriniz daha yerinde olacağından haklılığınızı ortaya koymanız kolaylaşacaktır. Bunların hepsinin farkındaysanız geriye tek bir şey kalıyor. O da olaya/duruma ilişkin kendinizi içtenlikle ifade etmek. Dürüstçe, hangi durumun size ne hissettirdiğini karşınızdakine söyleyin.
Bırakın karşınızdaki kişi savunmaya geçmek yerine sizde ne his uyandırdığına odaklanabilsin. Sizi daha iyi anlayabilsin, Böylece “iletişim” denen şey daha sağlıklı bir şekle dönüşebilsin. Bu hem size kendinizi daha iyi hissettirecek hem de karşınızdaki kendini savunmak, saldırmak zorunda hissetmeyecek. Ciddi söylüyorum ‘’haklılık’’ kavramı sizin elinizde…