Empati Yoksunluğu Ve Duyumsamazlık
Eylül ayının ortalarına geldiğimiz halde hava sıcaklığında henüz hissedilir bir değişiklik yok. Belli ki bir süre daha memleketteki sıkıntılara olduğu kadar, sıcaklara da tahammül etmek durumundayız. Dileyelim ki, beklediğimiz Sonbahar serinliği adada yaşanan ve bir türlü düzeltilemeyip daha da yüklenen olumsuzluklarla içimizi daha da karartıp bu günleri aratmasın.
Her mevsim değişikliği iklim ve doğayı etkilediği gibi insanı da etkiler. Fiziki etkiden çok ruhsal bir etkilenmedir bu. Her insanda farklı olan bu etkilenme genelde, İlkbahar ve yazda coşkuyu ve dışadönüklüğü; Sonbahar ve kışta melânkoliyi ve içe kapanıklığı da beraberinde getirir. İklimlerin değişim göstermeye başladığı bu aylarda insanların çoğu yorgunluktan, bıkkınlıktan, isteksizlikten şikâyet ederler ve kendilerini haklı çıkarmak için bunun adına “ bahar yorgunluğu” deyip sadece dinlenmek, uyumak, işten kaçmak ve zamanı yan gelip yatarak geçirmek isterler. Oysa zorlanmayla da olsa bir şeylerle uğraşmak, spor yapmak, sosyal aktivitelere katılmak bu yorgunluğu atmanın en iyi çaresidir.
Ben de bu bahar yorgunluğundan az çok nasibini alanlardanım. O kadar ki en çok sevdiğim okumak ve yazmak bile bu günlerde zor geliyor. Kitapları beğenmiyorum, yazacak konu bulamıyorum, yürüyüşe bile zoraki çıkıyorum vs. vs.. Kendimi zorlayıp bir şeyler yaptığımda sanki enerjim yerine geliyor; canlanıyorum. Bu gün de ne yazacağıma bir türlü karar veremeyip bilgisayarın önünde kukumao kuşu gibi düşünürken yakın bir dostumun telefonda anlattıklarını ve onun her zaman yaptığı gibi, kendini başkaları için feda ettiği yakınmalarını dinlemek ne yazacağıma karar veremediğim anda imdadıma yetişti ve günün konusunu belirledi. Böyle insanlar da yaşıyor mu bu zamanın dünyasında diye düşünmekten kendimi alamadım. Başkalarını kendinden çok düşünen; onlar için kendi işlerini erteleyen ve onların acılarını, sorunlarını, ihtiyaçlarını kendinden vazgeçercesine önemseyen!. Başkalarının acılarını yüreğinde yaşayacak kadar yüksek empati duygusuna sahip insanlar var mıdır hâlâ?.. Varsa da, bu ne kadar sağlıklı ve doğru bir durumdur?.
*****
İnsanın, kendini bir başkasının yerine koyup onun gibi düşünebilme ve hissedebilme yeteneği diye tanımlarız empatiyi. Olaylara, anlaşmazlıklara sadece kendi gözümüzle değil, karşımızdakinin gözüyle de bakabilme durumudur diyebiliriz ona. Dozunda kullanıldığı sürece birçok başarı ve yeteneğe sahip olmayı sağlayan bu kavram hemen hemen her ilişkide etkindir. Bir filmi, bir sahne oyununu izlerken bile, konuyu anlayabilmek için empatiye ihtiyaç vardır. Kendinizi oyuncunun yerine koyduğunuz zaman onun duygularını anlayabilirsiniz veya bir filmi seyrederken adeta onu yaşarsınız. En güzel aşklar da ancak empati ile uzun süre yaşayabilir. Empatisiz veya tek taraflı empatinin olduğu aşkın en tutkulusu bile bitmeye mahkûmdur.
Empati bir kişilik özelliği ve bir yetenek sayılmakla birlikte; aşırı derecede ve tek taraflı kullanıldığı takdirde olumsuzluklar da yaratabilir. Karşısındaki tarafından anlaşılamayan yüksek empati sahibi insanlar bunun zararını görüp yıprandıklarından bir süre sonra bıkkın, bezgin, kırgın ve karamsar bir kişiliğe bürünürler. Bu yüzden alışageldiklerinin aksine da olsa yürek kapılarını kapatmaya; kendilerini bencilleşmeye zorlarlar. Bu sefer de, kendi egosunun sesinden başka bir şey duymayan başarısız insan ve toplum yapısı çıkar ortaya.
Empatinin aşırısı da yokluğu da bireysel ve toplumsal birtakım sorunlar doğurur. Her insan hayatında bunu sayısız kere deneyimlemiştir mutlaka. Örneğin işinizi kaybettiğiniz gün dost bildiğiniz birisi terfi aldım diye sizi, zaferini kutlamaya davet edebilir veya evinizi su bastı diye ağlarken karşınızdaki, yeni aldığı villayı ballandıra ballandıra anlatabilir. Bu durumlar karşı tarafın empati yoksunluğundan kaynaklanır. Bu tip insanlar hep kendi doğrularını kabul ettirme eğilimindedirler. Başkalarının duyguları ve hissettikleri onları ilgilendirmez. Empati azlığı veya yoksunluğu; duyumsamazlık, vicdansızlık, egoizm, iletişim sorunları hatta arsızlık gibi hiç tasvip edilmeyen olgulara da neden olur. Buna karşıt olan vicdan, mahcubiyet, acıma duygusu ve haysiyet duygularının arkasında ise yüksek empati vardır ki, buna sahip olan insanlar aşırı duygusaldırlar. Başkalarının acılarından adeta kendilerininmiş gibi etkilenirler. Bir film izlerken, bir şarkı dinlerken duygulanırlar; o filmi ve şarkıyı adeta yaşarlar hatta bazen gözyaşlarına boğulurlar.. Aslında bu bir anlamda zayıflıktır çünkü bu insanlar pek çok üstün özelliğe ve yeteneğe sahip olmalarına rağmen kendi öz varlıklarını gerçek anlamda koruyamazlar. Enerjilerini, yeteneklerini başkaları için harcamaktan kendilerine bir şey bırakmazlar ve erken yıpranırlar.
Duyumsamazlık ( halk arasında daha çok duygusuzluk diye adlandırılır) da empati yoksunluğu sayılmakla birlikte, ondan daha da vahim bir durumdur. Duyumsamazlık; “her türlü durumun harekete geçirdiği ilgi ve duygudan yoksun olma” diye tanımlanır. Bu; sevinç, öfke, coşku, keder, acıma vb. insani duygulara tepkisiz olmak; her türlü mükâfat veya cezaya tepki vermemek demektir. Duyumsamadan yoksun insanlar için her şey yüzeyde ve dıştadır. Bunlar sığ bir kişiliğe sahiptirler. Derinliklerinde kökleşmiş duyguları yoktur. İnsan, öfkeyle, hastalıkla, acıyla savaşabilir çünkü bunlar insana ait duygulardır. Duygusuzluksa baş edilemeyen bir hastalıktır. Onunla başa çıkmaya kalkmak Donkişot’un değirmenlerle savaşmasından farksızdır. Çünkü o bir ‘hiç’ liktir. Duygusuz olmaktansa en kötü duygulara sahip olmak daha makbuldür bence. Yalnız şunu da söylemek gerekir ki bu durum bazen kronik psikolojik veya nörolojik bir hastalıkla da bağlantılı olabilir. Özellikle duyumsamazlığı sonradan edinen insanlarda böyle bir rahatsızlık söz konusu olabilir ki, bu durumda olanları bu konunun dışında tutmamız gerekir. Benim anlatmaya çalıştığım karakter olarak bu yapıya sahip olanlardır.
Sonuç olarak; ister aşırı empati duygusu, ister empatiden yoksunluk veya duyumsamazlık olsun her konuda olduğu gibi bunlar da dozunda kullanıldığı zaman rağbet edilen mefhumlardır. Ne demişler; “Herşeyin azı karar, çoğu zarar.” Ben, bu konuyla ilgili olarak her şeyin ‘normal’i karar demeyi daha uygun buluyorum.