Hatice İntaç yazdı... Eski Günler 2   ( Hayatımızda İz Bırakanlar )

Hatice İntaç yazdı... Eski Günler 2   ( Hayatımızda İz Bırakanlar )

Geçen hafta, geçmiş günleri yad etmiş ve o günlere ait dostluklardan, arkadaşlıklardan, kısacası insan ilişkilerinden dem vurmuş; yazımı bu hafta da devam ettirmek ve bitirmek üzere aşağıdaki cümlelerle bitirmiştim. 
Evet!.. Hayat denilen yolculukta çok insan tanırız. Arkadaş, dost, sevgili!. Bunların bir kısmı geçen yıllara yenilir çekilir gider, hayatımızdan silinir. Bazen ayni mekânı, ayni zamanı paylaşmak, görüşmek bile bir insanı unutturmamaya yeterli değildir. Buna karşılık aylar, yıllar boyunca görmemek ve konuşmamak da bir insanı unutmaya sebep değildir.
                                                        *****
Bazı insanları bize unutturan, bazılarını da her şeye rağmen unutturmayan etken nedir? Bugüne kadar hayatınıza giren insanları düşünün. Eş, dost, akraba, komşu, sevgili.. Bugün bunların kaçını hatırlıyorsunuz? Belki bazılarının yüzü geçiyor önünüzden ama anlık bir esinti gibi, etkilemeden. Bazılarını hatırladığınızdaysa  zaman yetmiyor canlanan hatıralarınızın geçit resmini seyretmeye..
İnsanın diğer varlıklardan farkı, aklının yanı sıra toplumsallığı ve diğer insanlarla hep iletişim halinde ve iç içe olmasıdır. Sosyal hayatın en temel gereği de zaten budur. Arkadaşlık ve dostluk da bu temel gereklerdendir. Ancak herkesle dost olmak, dostluk kurmak ve bu dostluğu sürdürmek mümkün değildir. Gerçek dostluk bencillikten uzaktır, dürüstlüktür, saygıdır, sözünde durmaktır, güvenilirliktir, karşılıksız yardımdır, iyi ve kötü günleri paylaşmaktır. Fakat ne acıdır ki bu nitelikteki dostluklar artık rafa kaldırılmıştır. Bazılarını bundan tenzih etsek de maalesef günümüz dünyasında dostluklar, menfaat ilişkisinden başka bir şey değildir ve küçücük bir çıkar uğruna da bir pula satılabilmektedir.
 Oysa her insan kendine olan yolculuğunda, tevazu, sevgi, saygı ve empati ile ilerlediği takdirde, kendine olan saygısı ortaya çıkar ki bu saygı da kişinin kendi, iradesi ve aklı ile iyiyi, doğruyu, güzeli seçebilmesi, fikirleriyle barışık olması, doğruluktan şaşmamasıyla elde edilir ancak. Kendine saygısı olmayandan sevgi ve saygı beklemek zaten mümkün değildir. Böyle insanların davranışlarından etkilenmek ancak kısa süreli olabilir. Bu sebepledir ki bazı insanların yıllara, yollara rağmen kalbimizde yeri varken, bazıları da hayatımızda yok sayılmaya mahkûmdurlar.
Acaba kaçımız yalnız kaldığımız zamanlarda dürüstçe kendimizi sorgulamayı görev biliyoruz? Kaçımız her gece, gün içinde yaşadıklarımızın bir özetini yaparak, kendimizi tarafsızca sorgulayabiliyoruz?  Kaçımız bu sorgulamalarda, hatalarımızdan dolayı vicdanımızı rahatlatacak kulplar bulmak yerine onları düzeltme yolunu seçebiliyoruz?  Bunları yapabiliyorsak ve sabahleyin aynada kendi yüzümüze utanmadan bakabiliyorsak, onurlu yaşamaya azmetmişiz demektir. Fakat maalesef günümüzde onurlu ve erdemli yaşamak suç oldu, kusur oldu. “İyi”in kelime anlamı sanki  “enayi” oldu. İnsana verilen değer maddiyat ve mevki ile ölçülür oldu. Güven denen kelimenin içi boşaltıldı, dostluk sadece lafta kalır oldu.
Ya Vicdan ve merhamet!..
Her ne kadar ayni yolda ama farklı hayatları yaşıyor olsak da insan olarak her canlıya şefkat ve sevgiyle yaklaşmak pek de zor olmamalıdır diye düşünüyorum, çünkü merhamet de ulvi duyguların başında gelen bir unsurdur.  Bütün ahlak felsefeleri, toplum kuramları, toplum yaşamında bireylerin birbirlerine olan sorumluluklarını amaçlar. Bütünü yok sayarak parçanın var oluşu nasıl imkânsız ise birey de toplumun bir parçası olarak tek başına var olamaz. Bu yüzden merhamet ve acıma duyguları insana has yüce duygulardır. Ancak ne yazık ki bu iyi duygularımızı istismar edenler, kötüye kullananlar da var. İşte tam da bu noktada Nietzsce’nin  “merhameti öldürün” sözleri çınlıyor kulaklarımda. “Merhametten maraz doğar, kimseye acıma, acınacak hale gelirsin” diyor bir başkaları.
 Merhameti öldürmek mümkün mü? Hele içimiz inanç ve sevgiyle doluysa!. Yardıma ihtiyacı olan, zor durumdaki insanlara arkamızı mı döneceğiz? Bunu yaptığımız takdirde vicdanımız bizi sorgulamayacak mı? Rahat uyuyabilecek miyiz yatağımızda?  Ama bunu yaparken aşırıya kaçmamak, merhametle gereksiz duygusallığı birbirine karıştırmamak ve karşımızdakini tanımaya çalışmak gerektiğini düşünüyorum. Her ne kadar yapılan iyiliğin karşılığı beklenmese de; merhametten ileride maraz doğmaması için bunu yapmak zorundayız. Esasen kıymet bilmeyen, aksine iyiliğimize karşılık nankörlük eden, yalan söyleyen, iftiradan kaçınmayan,  hatta başımıza gelen üzücü olaylardan zevk alacak kadar alçalabilen insanlara yardım etmek, onlara kötülük yapmakla eş anlamlıdır. Çünkü hayatta sadece almasını bilen bu tip insanlar bu davranışımıza devam ettiğimiz takdirde vermek fiilini asla öğrenemeyecekler; hatta kendilerini çok akıllı, karşılarındakini enayi sanacak kadar ileri gideceklerdir arsızlıklarında.  
Öyle insanlar tanıdık ki, sözleri ile laf ebeliğinde ne kadar mahir olduklarını gösterirlerken iş, o söylediklerini uygulamaya gelince bunun tam aksi davranışlarla karşımıza çıktılar ve bizi hayretler içinde bıraktılar. Başkalarına dürüst olmayan bu insanlar, aslında kendilerine dürüst olmadıklarını keşke bilselerdi.
İşte bu yüzden bazı insanlar ömür boyu kalbimizdeki yerini koruyup hep güzel hatırlanırken, bazıları da zaman içinde hafızamızdan silinip unutulurlar.